bir gün akıllının biri demiş ki
ikili siyah tuşlar var ya
-var
işte onların solunda ki do'dur.
-do

aradan yüzyıllar geçer
kimse hatırlamaz bu olayı
herkes sanır ki do hep oradaydı
bir sanı işte
sanki
san
ki
sa
s.a.
~
bütün kızlar, erkeklerin lodoslarına karşı
hem giyinmiş hem soyunmuşlar
hem de kapanmışlar içlerine
badem taneleri gibi
ve lodos vurdukça
o eteklerini kaldıran lodos
doğdukça doğurdukça kendilerini
kocasız bir bebek gibi...
deniz tanrısı gelecek de o güzelim kızları
öpüp okşayacakmış...
başka ve o yaşta
niye beklesinler ki
kayaların başında
o dallı giysileriyle
kimi bekler ki onlar
poseydon'dan başka
bu kayalarda durmuş
bu kızlar ne bekler ki
bir aşk için boğulmaktan başka...

can yücel

Ne Saçmalıyor Lan Bu?

Nereye kadar duygusal ergen olacaksın? Kızlar gibi erkekleri nasıl peşinden koşturduğunu mu anlatacaksın, yoksa erkekler gibi kızları nasıl kullanıp attığını mı? Her zaman bir üstünlük savaşı içinde mi olacaksın? Sende bıkmadın mı artık bundan? Hiç içinden " yeter ya böyle şeylerle artık uğraşamam " demek gelmedi mi? Erkekleri abaza mallar, kızları kaşar mallar olarak görmen bitmedi mi artık? Bazı blogları okuyorum bazen. İnsanlar neden bu kadar karizma peşinde? Kime prim yapıyorlar? Prim kelimesini söylemek bile içimde sıkıntıya sebep oluyor biliyor musunuz? Artık herkesin derdi bu. Kimi zaman ben bile böyle dertler içine giriyorum, bunları farketmiş olduğum ve artık sıkıldığım halde. Ancak olmuyor be gülüm. İnsanlar, bir daha görmeyeceği insanlara bile iyi bir izlenim bırakma peşindeler. Neden hiç böyle şeyleri takmadıkları olmuyor. Bir daha nasıl olsa göremeyecekler onları. Neden gülünç duruma düşünce, yolda yürürken tanımadığı insanlar içinde rezil olunca, hemen durumu toparlamaya, yolun bozukluğuna sesli laf atarak kurtulmaya yada yanından geçen insan ona değmediği halde, " önüne baksana be kardeşim " diyerek diğer insanlara " ben sakar falan değilim, çok karizmatiğim, ayağım takılmasının sebebi var " diyerek karizmalarını korumaya uğraşıyorlar? Nasıl olsa bir daha karşılaşmayacaksın o insanlarla. Orda durumu toparlasan ne olacak? Toparlamasan ne olucak? Böyle düşünen sadece ben miyim bilmiyorum. Ha diğer bloglar demiştim. Genelde bizim akıllı başarılı zeki arkadaşlarımız kızların bloglarına üye olduğundan, bende onların profilden yada izleyicilerden, bazı insanların bloglarındaki yazıları okuyorum bazen. Kızların anlattıkları şeyler ya duygusal olan ( Bi' arkadaşıma yazıyorum, ancak ona açılamıyorum) şeyler, ya da ( erkekleri siklemiyorum, kendime kul köle ediyorum ) gibisinden şeyler. İlki için söyleceğim şey, git açıl her kime yazıyorsan. Bu şekilde mal mal yazdıklarını okumak istemiyor büyük ihtimalle izleyicilerin. Git açıl ki, daha düzgün şeyler yazabilesin. Böyle dertler aklında olmasın. Bundan prim de yapamıyorsun ha zaten. Bari komik bir anını anlatırsan, şiir yazarsan, iki eleştiri yazısı yazarsan insanlar seni daha çok sikler. ( Bu arada, abazan kelimesi tüm insanoğlu geçerli. Erkeklerde fazla görülmesinin sebebi, kızların dışarı vurmalarına ihtiyaçlarının olmayışı. Erkekler daha az baskıyla büyüdükleri için, onlarda daha çok görüyoruz )İkincisi için söyleceğim şey, inanki seninde o şekilde yazdıkların, kimse de ' vayy kıza bak küfürlü konuşuyor, kimseyi siklemiyor, çok cool ' gibi bir intiba bırakmayacak. Küfürlü konuşmak o kadar güzel birşey değil, kızlara da yakışmıyor zaten. Lütfen, küfürlü yazı yazmayın kızlar. Daha çok itici bulunuyorsunuz. Cool gözükcem diye, daha da batıyorsunuz. Hani bir de Bazı Julietler Romeoları Siklemez gibi birşey gördüm, ona değinmeden de geçemeyeceğim. Ya, Juliet ve Romeo birbirine aşık olmuş iki genç. Deliler gibi sevmişler birbirlerini. Nasıl biri diğerini siklemez ve burdan ' Bazı kızlar, erkekleri siklemez ' gibi bir ifade çıkarttırmaya çalışırsın sen. Sen kimsin? Kendini Juliet olarak mı görüyorsun? Erkekler yüz vermedi de, böyle şeyler yazarak ' kedi ve ciğer ' deki kedi mi oldun zaten siklemiyorum ki, diyerek ? Lütfen, sizleri izleyen izleyicilerinize de daha fazla sahte şeyler yazdırmak zorunda bırakmayın, ikiyüzlülük hiç hazzetmediğim birşey. Bu yazıyı da bu yüzden yazdım. Aslında tüm tepkiyi izleyicilerinize vericektim de, sonra onları savuncak olanlar sizlersiniz. Bari, insanların aslında sizin yazılarınıza nasıl baktığını göstereyim dedim, ki sorunu başından halledelim. Önceden bu yazıları okurken sinirlenip, altına kırıcı şeyler yazarken buluyordum kendimi. O şekilde yorum yapmadan buraya kadar geldim, ancak artık kıl olmaya başladım bu üstünlük savaşından. Belki içimdeki isyancı ve üstün olmaya çalışan genç bunları söylüyor, ancak yalanda söylemiyor diye düşünüyorum. Sonuçta yazarlar, kalemlerini kendi fikirlerinin ne kadar taşaklı olduğunu, kendi baktıkları açıların diğer insanların basit açılarından ne denli üstün olduğunu göstermek için kullanırlar. Birbirimizi yemeyelim artık. Neyse zaten çok uzun bir yazı oldu. Bu arada ben eleştiri çekemeyen bir insanım. Bu kadar uzun bir eleştiri yazısından sonra böyle bir cümle koyarak sizin eleştirilerinize karşı önlem almaya çalışıyormuş gibi görünmek istemem. Çünkü gerçekten eleştiri çekemem. Beni tanıyanlar bilir. ( Bu lafa da hastayım, ilerde uzun uzun sırf bu lafla ilgili şeyler de yazacağım ). Yani benim yazdığım hikayelere falan eleştiri alırsam daha da derin doğrulara iner, iyice pislikleşir, daha da kırıcı olurum ( Doğru söyleyeni dokuz köyde de sikerler, hesabı ) Beni siklemeyip, ' bırak konuşsun mal mal ' diyebilirsiniz. Ki diyeceksiniz de. ( Kötü gerçekler herkezde rahatsızlık uyandırır ) Ben sadece size tavsiye verdim. Tabi ki bir yazar olarak değil, bir okuyucu olarak konuştum. Yazar olmak da o kadar kolay değil bence. Öyle iki tane komik anı anlatıp yazar olabileceğimi de zannetmiyorum. O yüzden sonuç olarak, evlilik yanlıştır.

bir de bize sor

aynı biz aynı zamanda
rakıyı da çok severdik
öyle severdik ki
her bardağımız yeni bir musikiyle dolar
yeni bir makamla biterdi.
rakıyı tek birşeyden az sevdik
birbirimizden
hep içerdik biz
kimimiz az kimimiz çok
az içen makamını bilir muhabbetini ederdi
çok içen de refakatçısıyla tuvalete giderdi
ama o rakı ne olursa olsun biterdi
ve yüzümüz her gecenin sonunda kardeşlikle gülerdi

Rakı Sofrası

Biz öyle severdik ki edebiyatı
Rakıya şiirsiz veda etmezdik

Yeni Nesil ( Lucky Bastards )

İlkokul 4 e gidiyordum. Safdım, temizdim, kalbim tüm insanlığı kurtaracak kadar iyilik ve sevgi doluydu. ( İnsanlığı kurtaracak kadar iyilik ve sevgi dolu lafını kullanmasam olmazdı, taşak geçilesi bir kelime grubu ama kullanmak istedim, sorry ) İnsan ilişkileriyle ilgili pek bir şey bilmediğim, abaza muhabbeti ya da sevgili muhabbeti hakkında ufacık birşey bile duymamış olduğum bu dönemde, çocuğun etrafında gördüğü herşeyden etkilenmesi doğaldır. Beyni yoracak herhangi bir bilgiye sahip olmadığı için, çocuk ne görürse aşırı derecede etkilenebileceğinden veya inanabileceğinden, uzmanlar ( ' uzman yazayım da, sırf ben diyorum diye olmadığı görülsün ' diye düşünmek ) bu yaşlardaki çocukların etrafında iyi örnekler olması gerektiğini söylerler. Benim etkilenebileceğim en büyük olay, televizyondaki gördüğüm şeylerdi. Ve yeşilçamın o dönemki kemal sunal filmleri yada cüneyt arkın kahramanlıkları, küfür ve kolpalık içerdiğinden yasaktı bizim evde. Yani geriye sadece gündüz kuşağında izlediğim diziler ve dublajlı yabancı filmler kalıyordu. Bunlardan severek ve eğlenerek izlediğim programlardan biri ise ; Kaygısızlar adlı diziydi. Üç tane karısı , 59 tane çocuğu ( tam sayıyı hatırlamıyorum ) olan herifin biri elbette o yaştaki çocuklar için bir komedi unsuru, oradaki kültekin adlı mafya babası kılıklı elemanda bir idöl olabiliyor. Neyse, ben yine bu diziyi izlerken, bir sahnede oradaki tamirci adamın, sonradan bir çocuğu çıktı. Adam, eskiden sevgilisi olduğu, çocuğun annesine, " nerden çıktı bu çocuk " diye sorunca kadın anlatmaya başladı, ve bir flashback girdi. Meğersem bunlar tam ayrılmadan önceki gün, bir ağacın altında buluşmuşlarken, yapıvermişler çocuğu. Ama izlediğim görüntülerde, o ağacın altında, sadece öpüşcekmiş gibi oluyorlar ve görüntü kesiliyor. Ben o zamanlar daha sevişme, seks, çocuk nasıl yapılır tam olarak bilmediğim için, aklıma ilk gelen şey ' çocuğun leylekler tarafından değil de, öpüşmeyle dünyaya geldiği ' olmuştu. Maalesef buna bir sene boyunca inandım. Buna bu kadar feci inanmamın sebebi, dünyayla ilgili fikirlerimin yeni yeni oluşuyor olmasıydı belki de . Zaten o bölümü izlemeden önceki zamanlarda, izlediğim yabancı bir filmde, çocuğun babasına ismiyle seslenmesi benim kafada büyük bir karmaşıklığa sebep olduğundan, artık her türlü şeye inanabilecek duruma gelmiştim. ( Hatta bir gün ben de babama ismiyle seslenicektim de, zor tutmuştum kendimi, iyi ki de tutmuşum, düşünsene, o kadar büyük adama, oğlu, " Ama Haci neden beni lunaparka götürmüyorsun " diyor. ) Geçirdiğim bu zamanlar, daha da iyiye gitmemiş, üstüne bir de okulda gördüğüm kötü muamele ( kızın biriyle çok samimi oluşum -ama sadece samimiyet, kankalık yani- ve onunla yanyana oturmam, onunla takılmam, resim derslerinde birlikte resim yapmamız falan, bizim sınıfın erkekleri tarafından, bana " sen kızlarla takılıyosun, kızsın olm sen, ibnesin " gibisinden dönmesi ) biraz daha beynimi s.kmişti.

- 10 yıl sonra -

" Abi, neden Bihterle Behlül sevişme sahnesinde yastık kullanmış " dedi, 4 e giden kardeşim. Şaşırdım başta, böyle bir soruyu beklemiyordum kardeşimden. ' Çocuktur, aklı almaz şimdi ' diye düşünüp, bir cevap bulmaya çalışırken, o, kendi kendine cevapladı; " Heralde çocukları olmasın, diye, koruma amaçlı koymuşlardır dimi " dedi. ' Çocuk zekası işte ' diye düşünürken kardeşim son lafını da koydu; " Behlül de şerefsiz ya, o tiple kesin hiç abaza kalmamıştır ". Bu lafın üstüne ne mi oldu, göt oldum kaldım tabi ki...

Not : Şimdiki idölümüz Polat abimiz bu arada

Klavye Başında Beklerken

Yazmak istiyorum. Evet, şu an da tek bildiğim bu. Geçmiş klavyenin başına ne yazsam diye düşünüyorum. Aklımda yazacak bir şey yok, bunu ben de biliyorum; ama yazmak istiyorum. Klavyenin başında düşünmek bile bir tat veriyor yazıya, aklımdan bir sürü tezatlıklık geçiyor. Doğu- batı, gece - sabah... Böyle şeyleri düşünürken bile tatmin olyorum. Şimdi diyeceksin ne alaka neden tezatlıklar geçiyor. E öyle... Ben yazılarımda genelde tezatlıkları vurgularım da ondan. Aslnda hep beraber olduklarını, aslında iki tezat uçtan farklı olanın ortada kalan merkez kısım olduğunu.
Bu çocuk saçmalıyor, gece ya normal, demeyin çünkü beni tanıyanlar bilir bu normal halimdir. Şimdi izin verirseniz kendimi açıklayayım.
Tezatlıkların bir arada olması demiştim. Verdiğimiz örneklerden birini alalım hemen. Ne imiş efendim: gece - sabah. Basit olarak anlatıcak olursak geceden sonra hemen sabah gelir. Sabahtan sonra öğlen, ondan sonra akşam sora tekrar gece. Günü yazdığınız zaman ki sıra şöyle olur: Sabah - öğle - akşam - gece. Burda zıt kutuplar sabah ve gece gibi görünse de bu durum sadece resmin bir bölümünü görenler için geçerlidir. Resmin tamamına baktığımızda sabah - öğle - akşam - gece - sabah - öğle - akşam - gece - sabah olur ki gece ile sabah hep yan yanadır, ayrılmaz bütündür. İşte ben de insanlara resmin tamamını göstermek ve bu tezatlıkların birlikteliğinden bahsetmek için genelde onları geçiriyorum kafamdan. İnsanlara görmediklerini göstermektir önemli olan ne de olsa. Ben de resmi kaçırıyorum bazen, ben de takılı kalıyorum bir bölümüne kabul ediyorum bun. Zaten kabul etmesem kitap okumuyor olurdum. Onlar gelsin benden öğrensin diye atıp tutardım ama buna gerek yok. Çünkü bir resim için birçok perspektif olmasına rağmen yalnızca bir tanesi bütünü yakalayabiliyor. Bu durumda çok geniş bakmak da zararlı mı oluyor derseniz. Evet oluyor çünkü o zaman da çerçeve kaçıyor, konu sapıyor.
İşte geçtiğim zaman klavyenin başına ve canım yazmak istiyorsa, çerçeveyi taşırmadan aklımdakileri gösterebildiğim en büyük perspektifle göstermeye çalışıyorum ki bu düşünce bile , yazın başında da dediğim gibi, beni heyecanlandırmaya yetiyor.
Ve gördüğünüz gibi bekliyorum klavyenin başında hangi tezatlığın aslında farklı kutuplar olmadığını göstersem diye. Ve eminim bunu okuyanlardan birileri, benim ne dediğimi anlıyacak...

Bulantı

Neden korktuğumu bilmem bile büyük başarı olurdu.

Sözgelimi, ellerimde bir değişiklik var. Pipomu ya da çatalımı tutuşum değişti. Belki de çatal elime yeni bir biçimde geliyor; bilmiyorum. Biraz önce odama girmek üzereyken olduğum yerde kaldım; avucumda, kişiliği varmışcasına dikkatimi çeken soğuk bir nesnenin varlığını duydum. Avcumu açıp baktım: kapının tokmağını tutuyordum. Bu sabah kitaplıkta, Autodidacte, günaydın demek için yanıma geldiğinde tanıyabilmem için yüzüne uzun uzun bakmam gerekti. Tanımadık bir yüzdü gördüğüm; bir yüz bile demek zor. Sonra elini, iri beyaz bir solucan gibi duydum avucumda. Hemen bıraktım, kolu külçe gibi düştü.

Korku, hayatımın serüveni, dolgun ve değerli olduğundan değil. Ortaya çıkacak olandan, beni avucunun içine almasından, sürüklemesinden (kimbilir nereye?) korkuyorum. Araştırmalarımı, kitaplarımı, her şeyi yarıda bırakıp çekip gitmem mi gerekecek yine? Birkaç yıl sonra, ezilmiş, umudu kırılmış olarak başka yıkıntılar içinde mi bulacağım kendimi? İş işten geçmeden anlamalıyım bunu.

Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşmadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir.

Cimrice acı çekiyor. Zevklerinde de böyle olmalı. Bu yeknesak sıkıntıdan, şarkıyı keser kesmez başlayan bu homurdanmalardan sıyrılmayı, doğru dürüst bir acı çektikten sonra, umutsuzluk içine gömülmeyi hiç istemez mi bu kadın? Sanmam, elinden gelmez bu. Kördüğüm olmuş artık.

Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç ya çok erkendir. Öğleden sonra acayip bir an.
...evet, bütün bunları yapmış olabilir. Ama hiçbiri kanıtlanmış değil. Zaten hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını düşünmeye başladım.

Geleceği görüyorum. Şurada, sokakta işte. Şimdiden biraz daha solgun. Gerçekleşecek de ne olacak sanki? Gerçekleşmekten ne kazanacak. İhtiyar kadın, topallayarak uzaklaşıyor, sonra duruyor, atkısından çıkan aklaşmış bir tutam saçı çekiştiriyor. Yürüyor, demin oradaydı, şimdi başka yerde...Anlayamıyorum bunu, hareketlerini görüyor muyum, yoksa önceden kestiriyor muyum? Şimdi'yi gelecekten ayıramıyorum artık, ama sürüp gidiyor bu, yavaşça gerçekleştiriyor kendini; yani ihtiyar ıssız sokak boyunca ilerliyor, ayağındaki koca erkek ayakkabılarını sürüyüp duruyor. Zamanın ta kendisi bu, hem de çırılçıplak zaman. Ağır ağır varoluyor, bekletiyor insanı. Ama ortaya çıktığı zaman canınızı sıkıyor. Çünkü çoktan beri orada bulunduğunu anlıyorsunuz. İhtiyar, sokağın dönemecine yaklaşıyor. Ufacık kara bir kumaş yığınından başka bir şey değil artık. Buna diyeceğim yok doğrusu. Biraz önce ihtiyar orada değildi. Ama bu, insanı şaşırtmayan tatsız ve solgun bir yenilik. Köşeyi dönecek, işte dönüyor; bu dönüş sanki sonsuz bir süre.

Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümdür yalnız.

Şunu düşündüm : En bayağı olayın bir serüven haline gelmesi için onu anlatmaya koyulmanız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten. Kişioğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır. Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek.

Kalabalık dağılmaya başladı. Denizin iç çekişleri iyice duyuluyordu. İki eliyle parmaklığa abanmış bir genç kadın, dudak boyasının karasıyla çizgilenmiş mavi yüzünü gökyüzüne çevirdi. Bir aralık, 'insanları sevecek miyim yoksa' diye düşündüm. Ama bu, eninde sonunda onların pazarıydı, benim pazarım değil.

Ardımda, kentin içinde, geniş ve dümdüz yollarda, lambaların soğuk aydınlığında, yaman bir toplumsal olay can çekişiyordu, pazar gününün bitişiydi bu.

Bir kadın görürüz, ihtiyarlayacağını düşünürüz, ama ihtiyarladığını görmeyiz. Ara sıra kadının ihtiyarladığını görüyoruz gibi gelir bize. İşte serüven duygusu budur.

Gülmüyorum, gösterdiği yakınlığa karşılık da vermiyorum. O zaman, gülümsemesini kesmeksizin, gözbebeklerinin korkunç ateşini üzerime dikiyor. Birkaç saniye, konuşmadan birbirimizi gözden geçiriyoruz. Gözlerini kısarak süzüyor beni. Sınıflandırdığı belli.

Doktor görmüş geçirmiş adam. Hayatı bunun üzerine kurulmuş. Doktorlar, papazlar, subaylar böyledir. İnsanı, sanki kendileri yaratmış gibi tanırlar.


Gördüğü saygı ve sevginin nedenini kavramak için uzun boylu düşünmek gerekmiyordu. Her şeyi anladığı her şey kendisine açıklanabildiği için seviliyordu.

Saat beş buçuğu çalıyor şimdi. kalkıyorum; buz gibi gömleğim etime yapışıyor. Çıkıyorum. Niçin? Niçin mi? Çıkmamam için sebep yok da ondan. Kalsam da, bir köşede sessizliğe gömülsem de kendimi unutamayacağım. Burada olacağım, ağırlığım döşemenin üzerine çökecek. Varım ben.

Kitaplıkta başından kötü bir şey geçmiş olduğumu hatırlıyorum şimdi. Kulak kesiliyorum. Bütün istediğim, başkalarının dertlerini dinleyip acınmak. Bu beni değiştirecek. Derdim yok benim, miras yedi gibi param da var. Patronum da, karım da, çocuklarım da yok; sadece varım, hepsi bu. Bu dert öyle belirsiz, öyle metafizik bir şey ki, utanıyorum doğrusu.

Salona şöyle bir göz atıyorum ve içimi korkunç bir tiksinti kaplıyor. Ne işim var burada? Ne diye kalkıp hümanizm üzerine konuştum? Bu insanlar niçin burada? Neden yemek yiyorlar? Onların varolduklarını bilmedikleri besbelli. Çıkmak, herhangi bir yere gitmek istiyorum. Gerçekten kendi yerimi bulacağım, içine yerleşeceğim bir yere...Ama benim yerim diye bir şey yok; ben fazlalığım.

Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.

Belki bir gün, tam şu anı, trene binme zamanının gelmesini iki büklüm beklediğim şu kasvetli anı düşününce yüreğimin hızla çarptığını duyacak ve ' Her şey o gün, o anda başlamıştı.' diyeceğim. Ve kendimi (geçmişte, yalnızca geçmişte) kabul etmek elimden gelecek belki.Gece bastırıyor. Printania Otelinin birinci katında, iki pencere aydınlandı. Yeni Garın şantiyesi buram buram ıslak tahta kokuyor. Yarın Bouville'e yağmur yağacak.

Jean Paul Sartre

Ping pong Seçmesi

Böyle olaylar hep benim başımam mı geliyor yoksa herkese geliyor da dışarı vuran sadece ben miyim bilmiyorum ama olayı anlatıcam.

Bugün bir mail aldım. Yarın okulun masa tenisi takımı seçmeleri var diyordu mailde. Hazırlanmam gerekliydi. Turnuva gibi bir şey olacaktı heralde. Hemen telefonuma sarıldım, ismini vermek istemediğim ( ama sizin kim olduğunu anladığınızı düşündüğüm, yani bu olay için kmi arıyabilirim ki ) bir kardeşimi aradım:
- Kardeşim nasılsın?
- İyiyim beşiktaşta yemek yiyorum şimdi. Akşam için çağıracaksan dersim var 9da kadar girmem lazım çok önemli.
- Ya öyle mi? Masa tenisi oynarız bir ara antreman olur yarın okul takımı seçmesi varmış demek için aramıştım.
- Derse girmem gerek ya.
- Hiç mi boş zamanın yok?
- Yok valla.
- Peki canın sağolsun kardeşim. Afiyet olsun ordakilere selam söyle.
- Peki eyvallah.

Bu konuşmanın ardından kendime gaz verdim. Dedim sen antremansız da yaparsın. Yürü be oğlum, kim tutar seni. Yaparım dimi lan? Yaparsn tabi. Aslansın sen, toros kaplanısın.

Bu konuşmanın üstünden 4 saat geçmişti. Saat 7 idi. Beşiktaştan yukarı çıkarken. Masa tenisiyle ilgli konuştuğum kardeşime denk geldim yolda. Aklımdan gitmişti saat 9da biteceği dersinin. Hemen seslendm

- Naber ya naapıosn burda?
O derste olaman gerekirdi burda naapıosn olarak algılamıştı sorumu ama ben alelade sormuştum. Kendi açık verdi.
- Beşiktaş merkeze iniyorum.
Baktım sırtında spor çantası vardı.
- Naapıcaksn orda?
Bir an durdu söylese mi bilemedi ama insan yüzsüz olmasın
- Abimle masa tenisi oynayacaz.
İşte o anda böyle bir damla göz yaşı pıt...
- O seni ne zaman çağırdı?
- Az önce
- Ben?
- Doğrusun da sıkıldım çıktım dersten
- Hani girmen gerkliydi.
- Sıkıldım ama.
- Şimdi gidip masa tenisi oynayacan öz kareşinle öyle mi?
- Evet
- Ne halin varsa gör.
Dedim döndüm gittim. Hayatımda bu kadar büyük ekildiğimi görmedim. Besbelli biz onu öz kardeş gibi görürken üvey kardeş muamelesi görüyordum. Abi çağırınca tamam, semih çağırınca yok. Ya başka bi yere çağırsam tamam ben de aynı yere çağırdım hep orda oynuyorduk zaten. Kendi yatağımda aldatılmış gibi hissettim kendimi. Neyse bakalım daha neler görücez. Ya sadece benim mi başıma geliyor böyle şeyler? Yoksa size de oluyor da içinize mi atıyorsunuz benim gerçek kardeşlerim?

Yıldız Teknik ; The Amo Chronicles - Episode 3

" Bence 500 kuruşdur. " " Hayır olm 250 kuruş, hiç mi binmiyorsun ring-servislere? " dedi arkadaşı gülerek. Ring servisinde okulun içinde ilerliyorduk ve böyle bir tartışma yanımdaki koltuklarda yaşanıyordu. Ring-servisi ücretini ödemek bu kadar büyük bir tartışma konusu olmamalıydı bence ancak elimden birşey gelmezdi o an için. " Evet pek binemiyorum, zengin olduğum için arabayla gidip geliyorum genelde " dedi diğeri ciddi bir şekilde. Ses tonundan anlayacağım üzere, çocuk taşşak yapmak için değil, karşısındakini ezmek için hamle yapıyordu. Ve bu hamlesinin temelini 250 kuruşu bilememesine dayandırıyordu. Kim olsa gıcık olurdu, bi' laf sokayım dedim ama biraz daha beklemekte fayda vardı. Muhabbet güzel yerlere gidebilirdi. " Araban mı var lan ? " dedi delikanlı olan gülümseyerek ( fakir ama gururlu genç, herkesin favorisi, inşallah sonunda o zengin piçi sikertir ). " Evet var, babam ALMANYA dönüşü getirtti " dedi zengin piçi. İlk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum gerçekten. Adam bildiğin, ciddi ciddi hava yapmaya çalışıyordu bu şekilde. Gülmüyordu da bunları söylerken. Sanki bir tartışmanın içindeymişçesine ciddiydi. " Vayy baban almanya'ya mı gitti " dedi diğeri yüzündeki gülümse biraz daha silinmiş bir şekilde. Muhabbet zengin piçinin artistligi üzerine gittiğinden, çocuk ortada oluşan gariplikten rahatsız olmuştu. " Ya pek kalmıyor Türkiye'de, hep yurtdışında, 4 gün önce birlikte Rusya'daydık " dedi. " İş gezisine seni de mi götürüyor ? " dedi delikanlı olan zoraki bir gülümsemeyle ve artık muhabbetin taşşağa dönmesi için içinden dua ederek. " İş gezisi değil ya, benim hatunu görmek için gittik, Anna'yı. " dedi zengin ipne. Artık delikanlı olan iyice kontrolünü kaybetmeye başlamıştı. Devreye girmenin zamanı gelmişti artık.
" Sessiz olur musun biraz " dedim zengin piçe. İnsanlar sanki birine anabacı küfretmişim gibi bana baktılar. Zengin piçi ve delikanlı çocukda susup yandan bi bakış attılar nasıl biri olduğumu görmek için. Delikanlı biraz daha rahatlamış görünüyordu aynı zamanda. Ancak umrumda olan o değildi. O zengin piçini, ring-servisinin içinde yerin dibine batırmaktı. Zengin çocuk oflayıp puflayarak" Keşke arabayla gelseydim " dedi yanındaki delikanlıya. " Arabanı da seni de siktirtme lan, yeter " dedim. " Sus diyorsam susucaksın ". Okuldaki serseri görünümümü kullanarak bile o çocuğu susturabileceğimi bildiğimden sadece böyle laflarla ezicektim. Sonuçta daha iki gün önce feci dayak yemiştik. ( Bunun hikayesini çok fazla kişi bildiğinden yazmayacağım, ama feci dayak yedik, sakın başkasından dayak atmışız falan gibi şeyler duyup da inanmayın, yok sandalyeyi aldım vurdum beline, yok maviliyi çürüttüm, hepsi yalan, en fazla iki yumruk vurabilimişizdir ) Artık ring-servisine sessizlik hakimdi. Kimse ses çıkarmıyordu. Herkes benden rahatsız olduğunu en ufak hareketiyle bile gösterebiliyordu. Zengin çocuk ezikliğe daha fazla dayanamayacak ki, " eşkiya mısın arkadaşım yaa" dedi. " Evet eşkiyayım ulann, eşkiyayım " dedim. Hemen ordan iki kişi, zengin çocuğa vurmayayım diye ellerimi falan tuttu. Zaten aklımda vurmak yoktu, sadece korkutup yerine oturttcaktım, ama millet beni tutunca falan, gaza geldim tabi ki " Bırakın beni, bırakın sikicem şunu,bırakın beni, sen bittin olm, sen bittin " dedim o gazla. Tabi ki onlar daha sıkı tuttu. Şöfor frenlere asılıp " Olay çıkartmayın, ikinizide atıcam yoksa dolmuştan(ring-servisi) " dedi. " Tamam, tamam bırakın " dedim yerime oturup. Delikanlı çocuğun hoşuna gittiğini tahmin ediyordum bu davranışlarımın, zengin çocuksa ölesiye nefret ediyordu galiba benden. Neyse, sınava girmek için erken geldiğim sınıfıma hızlıca geçip kopyalarımı sıraya yazmaya başladım. Hiçbir şey bilmiyordum ve tek ümidim kopyalardı. Sınava 15 dakika vardı. Normalde dolu olması gereken sınıfta 10 kişi falan vardı. ' Heralde gelir birazdan millet ' dedim. Yazdıkça yazdım, donattım masamı. Sınava 5 dakika kala, hala sınıftaki kişi sayısı 15 i geçmiyordu. Sonra en yakınımdaki çocuğun yanına gittim. " Türkçe sınavı olcak dimi şimdi " dedim. " Hayır Mukavemet dersi var şimdi " dedi. " Nasıl olur ya " dedim. Etrafımdakilere sesli bir şekilde " Türkçe var dimi şimdi " dedim. Dedim ama herkes mukavemet fikri etrafında birleşti. Sonra sınıfımın numarasına baktım. " Holy Shit " dedim, evet bunu gerçekten dedim. Sınıfım normalde 1-106 dı. Bense 1-105 e girmiştim. Hemen kalemimi, notlarımı alıp diğer sınıfa koştum. İçerisi tıklım tıklımdı. Hoca ortalarda boş olan bi' yeri gösterdi. Oraya gittim. Sınav kağıtları dağıtılmış, sınav başlamıştı. Aklımdaki tek düşünce birinden hemen kopya çekmem gerektiğiydi. Ve yanıma döndüğümde, o zengin piçini gördüm. Bana piç piç gülümseyen o zengin piçini. Hazırlıksız geldiğimi notlarıma bakarak anlamıştı. Ve şimdi eline düşmüştüm. *** Tabi ki ona bu zevki tattıramazdım. Nasıl girdiysem sınava, o şekilde de, bildiklerimi yapıp, bilmediklerimi kolpalayarak çıkacaktım. " Önüne dön lan " dedim fısıltıyla. " Kopya ister misin " dedi, hala gülümsüyordu. " Siktirgit lan, senden sevabını bile almam " . Ve aynen bu şekilde sınavıma devam ettim.

Gibi birşey yazıcağımı sanıyorsunuz dimi son olarak. Ama öyle bir dünya yok ulan, yok. Elbette şunlar oldu sonunda;
*** Ona baktım. Yüzünde nah kopya veririm der gibi bir ifade vardı. Gözbebeklerimi büyütüp onu korkutmaya çalıştım ,başkaları için embesil gibi görünmüş olabilirim ama galiba zengin piçini biraz korkutmuştum, ki yüzündeki gülümseme gitmişti. Önüne döndü. Kafamı eğip fısıldadım; " Eğer bana adam gibi kopya vermessen, sınav sonunda yakalamiyim " diyerek gerekli kopyayı aldım tabiki.
Yazarın Notu : Burada benim ve delikanlı çocuk için mutlu bir son var, zengin piç içinse üzgün bitiriyor. Ancak siz şöyle birşey diyebilirsiniz; ' iki kopya için kendini de şerefsiz yaptın ' . Böyle birşey diyen varsa varya, onları önümüzdeki günlerde yakalamiyim, bırakın beni, tutmayınn, siz bittiniz olm.

Mutluluk

Üstünde pek bir şey yoktu. Bir yarım kollusu bir de yeleği vardı. Altında da epey eskimiş yırtık bir kot vardı. Delik kunduralarını başının altına koymuş, bankın üstüne uzanmış, gecenin bitmesini bekliyordu. Açtı ama bunun bi önemi yoktu çünkü öncelikli olarak soğuk geceyi atlatmalıydı. Allah'tan, bahar gelmişti de geceler eskisi kadar soğuk olmuyordu. Bir bankın üstünde atlatılabilecek düzeye gelmişti. Onu burda herkes tanırdı; ama kimse yardım etmezdi. Çalışsın derlerdi; fakat kimse iş vermezdi. Başkalarının gözünde hep bir zavallı, garibandı. Kimseye zararı dokunmamıştı. Yine de insanlar onun yanından geçmemeye gayret gösteriyorlar ve geçmek zorunda kalırlarsa da temkinli oluyordu. Onunsa bu diğer insanlarla hiçbir işi yoktu. Sadece iki derdi vardı, normal olan yani şanslı insanların sahip olmadığı iki dert: Açlık ve soğuk. Bu iki derdi atlatmaktı isteği. Eğer atlatırsa da uzanıp insanları seyrederdi. Her gün yem bulmak için denizaslanları arasında dolaşan tilkiler gibi o da uyandığı andan itibaren yemek arardı. Birçok kişi onu iter, kakar, kovalardı ama o da aynı tilkiler gibi vazgeçmeyip bütün şanslarını zorlardı. Çok tek düze gibi görünen ama aslında -eğlenceli olmasa da- renkli bi hayatı vardı. Alışıktı o böyle aç uyuduğu gecelere, ne kadar aç uyunmaz dese de büyüklerimiz, bu koca bir yalandır. O bu gece aç uyuyacaktır ve aç uyuduğu gece sayısı da hiç de az değildir.

Ertesi gün uyandığında, karnında zil değil siren çalıyordu. Yemek bulmalıydı. Şanslıysa biri onu görüp gel amca yemek vereyim diyecekti. O da hiçbir şey demeden içeri dalıp yemeğini yiyip çıkıcaktı. Ya da yerde para bulacaktı, ki bu en büyük ihtimaldi, çünkü insanlar ya paraya çok değer verip tanrılaştırıyorlar ya da değer vermeyip yere düşen parayı düştü diyip almıyorlardı. O bu ihtimali çok iyi biliyordu ve kafası önde ilerliyordu. Şanslı değilse, ölmüyordu tabi, artık bir şeyler buluyordu tabi. Bugün etraf bir garipti, sesler müzikler falan... Kafasını kaldırdığında, bir döner restorantının açılışı olduğunu gördü. Hemen hızlı adımlarla oraya yöneldi. Bedava yemek olmalıydı, ama hızlanmalıydı çünkü geç kalmış olabilirdi. Hızlı hızlı ilerledi, geç kalmamıştı, yemek dağıtımı devam ediyordu. Üstelik ne istenirse veriyorlarmış gibi bir halleri vardı. Hemen içeri yöneldi, tam o sırada kapıdaki görevli onu kolundan tuttuğu gibi dışarı savurdu. Onu azarlıyor ve gitmesi için sert bir şekilde uyarıyordu. Tabiki de gitmiyordu ve bu bedava dağıtımdan kendisine düşen payı bekliyordu. Yarın böyle olmayacaktı, bu aşikardı. Hem gidemezdi, insan biyolojisi buna izin vermezdi. Adam gittikçe sesini yükseltiyordu, o ise kapıdan içeri girmek için girişimlerine devam ediyordu. Müşterilerinin rahatsız olduğunu gören, restorant sahibi hemen oraya yöneldi. Yemek vermek istemiyodu o da, ne de olsa bu adam potansiyel müşteri olamazdı; ama diğer müşterilere de kendisini kaba bi insan olarak göstermek istemediğinden, görevliye yapmacık bir kızma sonrası onu içeri aldı. Patron, orta yaşlı bir adamdı, düzgün tıraşlıydı ve şirketinin açılış günü olmasından dolayı mutluluğu yüzünden okunuyordu. Onu arka sıralarda bir yere oturttu. Yemeğini yer yemez çek git dedi kısık bi sesle. Onun ise tek düşündüğü, yemekti. İki dertten birisini ekarte etmek. Adam yanından gitti, o tepkisiz duruyordu hala. Önüne iskender koydu görevlilerden biri. O da onları hızla ekmeğin arasına koya koya yedi. Kendine gelmişti. Artık adımları yere kuvvetli basıyordu. İçerden dik bir şekilde çıktı. Biraz sonra yerde para aramaya devam edecekti ama emin olun -tıraşlanmamış yüzünden okunamasa bile- yemek bulduğu için yaşadığı mutluluk, patronun şirket açmasında yaşadığı mutluluktan daha fazla idi.

The Imam'a

Kurban Bayramı gelirde, bununlu ilgili birşeyler yazmassak olmaz. Neyden başlasam bilmiyorum. Televizyonlardaki gördüğümüz vahşet görüntülerinden mi, insanların birde yüzsüz gibi kendini savunmalarından mı, o etin artık mide bulandırıcı kokusundan mı, yada sabah sabah bayram namazına zorla kaldırılıp camiye gidince, imamın birde yanlış namaz kıldırmasından mı?

Ha? Ulan o kadar imam olmuşsun, hala yanlış namaz kıldırıyorsun, ayıp değil mi lan. Bir de bayram namazı, sabahın köründe, herkes namaz bitsede hemen gitsek diye arkalarda duruyor. Sen ikinci defa kıldırıyorsun bize. Ateist mi olayım istiyorsun ha? İsyankar ettin adamı.

Peki, onu geçtim, birde paso diyorsun ki, " camimize yardım edelim, çok zor durumdayız, borçlarımızı ödeyemiyoruz, yeni klima taktırdık onun parası " . Ya, klima alıyorsun camiye, keyif için harcama yapıyorsun borçla, olcak iş mi bu. Bir de ben bayramdan bayrama geliyorum oraya, para mı vereyim şimdi? Ögrenciyim zaten. Ha son olarak da, madem ki kurtarmıyor, borç batağına girdiniz, iflas edin, kapatın camiyi. Böyle borçla falan olcak iş değil bu.

Yukarıdaki duygularımı elbette sen öğrenemeyeceksin. Plutonik bir ilişki bu. Ancak bil ki, bir gün arabanın kenarını çizerler, evinin camını kırarlar, tinerciler önünü keser falan, işte orda beni göreceksin. Sana gözyaşlarıyla bakan beni. Ancak ben yine sana açılamayacağım. Belki sen beni bunları yaparken görünce sinirlenip, kovalayacaksın. Kalbim küt küt atıcak işte o zaman kaçarken. Kalbimin böyle atmasını sen sağlayacaksın, ancak ben yine sana açılamayacağım.

küçücük bir dünya yarattım ben

girdim içine hemen sabırsızca

başladım oynamaya

mutsuzdum oynarken anladım

yine yalnız bir oyun bitmişti

oyunlarım yok olup gitmişti

oysaki öyle çok düşünmüştüm ben

oyuncaklar dolu olcaktı her yerde

her yerde bambaşka bir oyun

gereksizler mutluluklarla dolu

yalan olduğu kadar şen kahkahalar yankılancaktı duvarlarımda

gereksiz övgüler göndericektim oyuncaklarıma


küçücük dünya yarattım ben

ruhum kadar çocuk olcaktı benim gibi saf

her şey sevicekti birbirini tüm misketler biribirine aşık karşılıksız

ufak metal arabalarım karşılıksız bir dostlukla biribine çarpıcaktı


küçücük bir dünya yarattım

başladım oynamaya

çabuk bitirdim oyunlarımı

düşlerimdi gerçek olmayan

kırıklardı geriye kalan

yalnızlıktı sessizlik sensizlik


acılar her yerimde açtım gözlerimi bi anda

baktım bir anda sabah güneşine

durgun bir havada

fark ettim

rüya mı kabus mu bilemedim

durdum

kendi kendime

yine oyuna devam dedim


yeni tarz meselesi


yorumum yok

I am Born

Whether I shall turn out to be the hero of my own life, or whetherthat station will be held by anybody else, these pages must show. To begin my life with the beginning of my life, I record that I wasborn (as I have been informed and believe) on a Friday, at twelveo'clock at night. It was remarked that the clock began to strike,and I began to cry, simultaneously.
In consideration of the day and hour of my birth, it was declaredby the nurse, and by some sage women in the neighbourhood who hadtaken a lively interest in me several months before there was anypossibility of our becoming personally acquainted, first, that I was destined to be unlucky in life; and secondly, that I wasprivileged to see ghosts and spirits; both these gifts inevitablyattaching, as they believed, to all unlucky infants of eithergender, born towards the small hours on a Friday night.
I need say nothing here, on the first head, because nothing canshow better than my history whether that prediction was verified orfalsified by the result. On the second branch of the question, Iwill only remark, that unless I ran through that part of myinheritance while I was still a baby, I have not come into it yet. But I do not at all complain of having been kept out of thisproperty; and if anybody else should be in the present enjoyment ofit, he is heartily welcome to keep it.
I was born with a caul, which was advertised for sale, in thenewspapers, at the low price of fifteen guineas. Whether sea-goingpeople were short of money about that time, or were short of faithand preferred cork jackets, I don't know; all I know is, that therewas but one solitary bidding, and that was from an attorneyconnected with the bill-broking business, who offered two pounds in cash, and the balance in sherry, but declined to be guaranteed fromdrowning on any higher bargain. Consequently the advertisement waswithdrawn at a dead loss - for as to sherry, my poor dear mother'sown sherry was in the market then - and ten years afterwards, thecaul was put up in a raffle down in our part of the country, tofifty members at half-a-crown a head, the winner to spend fiveshillings. I was present myself, and I remember to have felt quiteuncomfortable and confused, at a part of myself being disposed ofin that way. The caul was won, I recollect, by an old lady with ahand-basket, who, very reluctantly, produced from it the stipulatedfive shillings, all in halfpence, and twopence halfpenny short - asit took an immense time and a great waste of arithmetic, toendeavour without any effect to prove to her. It is a fact whichwill be long remembered as remarkable down there, that she wasnever drowned, but died triumphantly in bed, at ninety-two. I haveunderstood that it was, to the last, her proudest boast, that shenever had been on the water in her life, except upon a bridge; andthat over her tea (to which she was extremely partial) she, to thelast, expressed her indignation at the impiety of mariners andothers, who had the presumption to go 'meandering' about the world. It was in vain to represent to her that some conveniences, teaperhaps included, resulted from this objectionable practice. Shealways returned, with greater emphasis and with an instinctiveknowledge of the strength of her objection, 'Let us have nomeandering.'
Not to meander myself, at present, I will go back to my birth.
sezen aksu eşliğinde sabahın 6sında şalgam keyfi
mersinlim sağolsun

17 Kasım


Bugün onun ölüm yıldönümü
Saygıyla anıyorum
Tek suçu; tehlikeli şiir okumaktı...

ANNE BENLE KAFA BULDULAR!!!

Zorlu ÖSS maratonunda dershane ev arası koşturup, o deneme senin şu finale doğru benim nefes bile almadan sınavlara girip, eve yorgun bir şekilde döndükten sonra da test çözdüğüm günlerden birinde telefonumun sesiyle irkildim.saat sekiz buçuktu ve arayan Artiz kardeşimdi. Telefonu açtım, sesi telaşlı geliyordu. "Abi birisi adaşın manitaya yazmış, yarın okulda kavga var sen de gel" dedi bana. Beynimden vurulmuşa döndüm, kardeşime yapılan bu hakareti kendime edilmiş sayarak, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmura aldırmadan bir hışımla çıktım evden. Tam çıkarken annemin "nereye gidiyorsun oğlum" sorusuna "yatılıya yanlış yapmışlar anne, hesap sormaya gidiyorum" diye cevap verdiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Yolda kafamda binbir türlü senaryo yazıyordum, aklımda sürekli kavga sahneleri canlanıyordu. Heycanlanmıştım ama korktuğum için değil, kardeşime yapılan yamuğu cezasız bırakmayacağım içindi bu heyecan. Bir saat sonra mecidiyeköye varmıştım. Ozanların evine gittiğimde beni yüzlerinde bir şaşkınlık ifadesiyle karşıladılar, ve ardından da kahkahayı basıverdiler. Kahkaları duyunca kafamda birden şimşekler çakıverdi, yoksa... Hayır olamazdı böyle birşey, şakaya gelmeyecek bir konuydu bu. Ama karşımda iki çift şeytani göz görünce gerçeğin sert sillesini yedim suratıma. "Kavga var değil mi?" dedim, cevaplamadılar. "Konuşsanıza" dedim, güldüler. Vay adiler diyecektim, diyemedim kelimeler düğümlendi boğazımda. Sonra çalan telefonumla irkildim, arayan annemdi. "Oğlum nerelerdesin, iyi misin?" diye sordu annem. "Hayır anne iyi değilim, dedim. Benimle kafa buldular!". Yapılan bu yersiz şakanın ardından en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermeyip yüzüme baka baka güldüler, "Ah be Gökhanım" dediler bana "gerçekten geldin demek". Geldim amına koyayım geldim de ayaklarım kırılaydı da gelmez olaydım keşke dedim kendi kendime, ama artık çok geçti ve bu taşşak daha uzun yıllar konuşulacağa benziyordu...

based on a true story.

NOT: o değil de biz bu adamı geçen gün bi daha aradık alpler isanbulda sen de gel diye, nerdeyse kalkıp geliyodu yine. kusura bakma gökhan, çok sıkılıyoruz biz...
ozan x 2


başka yerde yoktur onun aroması
kabının rengi buğday sarısı
ister soft ic istersen box'ı
ben bu turkish tobacco ya cok pis vuruldum

beş tl verdim aldım bakkaldan
jelatini açmadım doya doya bakmadan
deve mi ters fil mi ters diye sormadan
cebime koyup eve koşturdum

ah camel im vah camel im doyamadan biz bize
besmeleyle kapak açıp içemeden kahveyle
birisi çorlamış seni içmiş yavşak keyifle
namus belasına kaybettiğim yirmi dal benim

ararım şimdi ararım camel ım nerde
sorarım ben hep ıssız gecelerde
gitti 25 kuruştan 20 cigaratte
şimdi yürek yırtılır

Çektiğim işkence

-Semih?
-Efendim?
-Morgun özgür adamı kimdir lan?
-Saçma saçma konuşma ne bilim olum. Özgür Willie, Moby Dick falan mı?
-İngilizceden kaldığın belli...
-Hıı?
-Morgan Freeman lan hehehe...
-Bas git olum ya işin mi yok.
-Yok var da bak bi tane daha var yapim mi?
-Yaptıktan sonra susucan mı?
-Evet
-Peki sor bakalm.
-Semih?
-Dinliyorm.
-Süper çocuğa alışveriş nerden yapılır?
-Süpermarketten mi?
-Evet lan nerden bildin ben bulmuştum bunu.
-Çok basitsin olum hadi tamam sus.
-Bunu bildiğine göre sen de vardır espri yapsana lan bi tane
-La sus.
-Tamam da nerden buluyon bu esprileri.
-Gerçi sen de haklısın senin ozan gibi bi arkadaşın yok.
-Hıı?
-Neyse dur bak soruyom Ozanın esprilerden bi tane.
-Sor bakim.
-Japonlar ağaca ne der?
-Hıı??
-Yaa kalırsın öle bas git şimdi
-Nasıl lan?
-La de get.
-Neyse ben şunu düşünim biraz
-Çok yol kat etmen gerek çok.
-Bulucam olum.
-Tabi tabi...
Adalet görecelidir.Doğa adaletsizdir.Adalet düşüncede, sevgide vardır. Birincinin kontrolüne sahip olsak da ikincisi, yoldan sapmaya müsaittir.Hiyerarşinin gölgelesi en çok adaleti karanlığa gömer.Fark edilememesinden ziyade bu konuda oluşacak umursamazlık ve ardından gelen alışılmışlık daha kötüdür.Toplumda adil olana karar vermek kurallar dışında başarılamaz.

Düşünmeye devam ederken sevgiyle yaşayınız.

yazıklar olsun

word'un yazı düzeltme aracı ya da her neyse benden daha iyi türkçe bilmekte

Yapmayın Çocuklar!


Kel kalecilere nedensiz bir nefret besliyorum,böyle çok yetenekli değil gibiler ama arada müthiş maçlar çıkarıyorlar falan,götü de sağlama almayı biliyorlar,tam sinsiler anlayacağınız...

Tesadüfler 1

Üstümde böyle boğuk bi hava... Kendimi kaldırmaya mecalim yok. Kim derdi ki bu kadar yağmur yağdıktan sonra bugün böyle sıcak olacak. Kim bilir belki meteoroloji demiştir de ben duymamışımdır. Off... İyiki ipodum yanımda en azından müzik dinliyorum. Baksana içeri insan kaynıyor. En iyisi hiç gözümü açmamak. Açsam biri hemen yer isteyecek. Teyze başımda duruyor. Git teyze vermiyecem yerimi. Hem zaten bırak kalkasım, gözlerimi açasım bile yok. Zar zor da nefes alıyorum. Böyle yerler geriyor beni. Hem kalabalık hem de gittikçe kalabalıklaşıyor. Ufff... Neyse derin nefes almazsam bi sorun yok gibi. Acaba ben de mi yarın maskeyle gelsem. Hem farklılık olur. Yok, uyucam ben. Zaten doğru düzgün de gidemiyoruz. İki adım git dur, iki adım git dur... Şu eylemsizlik bitrecek beni. Gerçi ayaktakilerin durum daha zor ya neyse benim yolum daha uzun. Yavaş yavaş içim de geçiyor. Çok muhtemel uyandığımda kendimi iyi hissetmiyecem; hatta uyurken de acaba durğı geçtik mi diye düşünücem hep ama yapabilieceğim bişe yok karşı konuklamaz bi uyku isteği bu. Göz uyumak ister ya yok, bu öyle değil, bedenim istiyor uyumak. Sanki bu basık ve nefes almakta bile zorluk çekilen yere tepki gibi uyu diyor. Uyu da hemen bitmiş gibi gelsin... Demek ki hayatın tamamı böyle geçse vücut uyu değil öl emrini verecek. İntihar mı ötenazi mi şimdi bilemeyeceğim ama kendimden geçiyorum onu biliyorum... Kulağımdaki müziğin sesi gittikçe derinden gelmeye başladı. Aracın dur kalkı sanki beşik sallıyor beni. Her şey uyu diyor bana uyu. Karşı koymıyacam.

Uyumuşum ama ne kadar olduğunu hatırlayamıyacam. Ama bir sarsıntı hissettiğim kesin. Kulağımdaki müziği artık derinden hissetmiyordum bangır bangır kulağımda vuruyordu. Futbol rüzgarıyla ipoduma yüklediğim Barcelona şarkısı çalıyordu. Şarkının bangır bangır olmasından çok sarsıntının geldiği yer bende merak uyandırmıştı. Tam bu belediyeden bir şey olmaz ne yolu yol ne otobüsü otobüs diyecektim ki. Bir tane daha hissettim. Bu yol yada araçla ilgili olamazdı. Gözlerimi hafifçe araladım. Dört kişilik bölümde oturuyordum ve ters gidiyordum karşımdaki adam elini dizime yaslamış beni sarsıyordu. Kısa boylu hafif kumral bi adamdı. Öteki elinin de baş ve serçe parmaklarını açıp kafasını da biraz eğerek bana doğru bakıyordu. Ronaldinho hareketi yapıyordu, her gol attıktan sonra yaptığı gibi. Heralde Barcelona havasına girmiş bana Ronaldinho işareti yapıyor sandım ama böyle düşünmem daha çok ortamdaki oksijen eksikliğindendi sanırım. Çünkü adam açık bi şekilde telefonun çalıyor demeye çalışıyordu. Ben de kulağım da kulaklık olduğu için duymamıştım. Çıkarır çıkarmaz. Sesi sinirini bozmuş olacak ki bana kapat artık şunu dercesine " Beşinci yada altıncı çalışı. " dedi. Ben de onaylarcasına kafamı salladım. Belki deanlıyorum demekiti bu kafa sallayış ama o anda sallamanın ne anlama geldiğinin pek de önemi yoktu. Zaten uykuluydum, zaten hala otobüsün içindeki hava basık ve üstüne üstlük biraz da nemlenmişti de ve en önemlisi hala bir arpa boyu yol gidememiştik. Telefonuma elimi uzattım. cebimin derinliklerinde olmalı idi. Evet ordaydı. Adama inat yavaş yavaş çıkardım. Gerçi artık o beni uyandırarak kendi sinirini bozmamın öcünü almış gibi benle ilgilenmiyordu ama eminim ilgilense bu yavaşlığıma sinirlenirdi. Telefonum artık çalmıyordu. Aldım baktım. Telefonuma bakmamla buz kesilmem bir oldu. Ama toparlanmam gerekiyordu. Toparlandım da o kalabalığı yardım. Üzerinde " Dur " yazan tuşa bastım. Durağın daha uzakta olduğunu görünce şoföre: " Arka kapıyı açar mısınız? " diye bağırdım. O adam beni uyandırmasa bu çağrıları ve öncesinde gelen mesajı göremeyecektim çünkü bir daha çalmadı telefonum. Beni uyandırmasa belki de geç kalacaktım. Belki uyanmasam ve o mesajı geç görsem her şey daha güzel olacaktı. O kısa boylu adam tüm hayatımı değiştirdi. Peki ya beni uyandırması tesadüf müydü?

bilmemekteyim

yöresel lezzetler kontenjanında çorba "apansız" ve koyveren çoşkunluk??utkulanmak pıtırmadan...anasss hadi geçmiş olsun

Limon

Sen ne şeker şeysin
soğuk pırasanın üstüne
demli çayın yanına
kuşburnununsa kendine gidersin
yaz sıcaklarında serinletir
nezleyken naneyle birleşir beni beslersin
arada hinlikler yapıp çekirdeğini salsan da üstüme
yine severim seni bilirsin de hee
gece şimdi üç, devre çalışırkense midemdesin
ah be limon
sen ne şeker şeysin

Ölmek vs Öldürmek


Ölmek.


Evde işte okulda vs vs her yerde basınıza gelebilcek birşey. Herkesin farkında oldugu ama elınden geldıkce kactıgı bısey. İnsanların en cok korktugu en cok merak ettıgı.


Herkes ruyasında daha doğrusu karabasanlarında öldüğünü görür. En kötü sey odur. Ölumdur ınsanları bitiren dostlukları sevgileri yok eden insanları ayıran.


Bense korkulu rüyalarımda ateşlenip gece gece uyadığımda hiç öldüğümü görmem. Belki ölmekten kormadığım için belki de başka sebeplerden. Benim korkulu rüyalarımın konusu değildir ölüm. Tamamen huzurlu mutlu rüyalarımda farklı farklı şekillerde ölüp hep aynı mezara girerim.


O mezar biraz sapa dağ başında bir yerlerde, bir tane kendine hayrı kalmamış bir ağacın yanında. Fazla tasvir etmeme gerek yok. Beni yakından tanıyanlar o mezarın nerde olduğunu çok iyi bilir.


Ben o sıkıntılı gecelerde hep öldürdüğümü görürüm. Düzenli bir şekilde öldürürüm. Ateş etmem uzaklardan. Bıçaklarla aram iyidir nedeni yok severim. Araç o olur genelde.


O kötü anlarda hep öldürürüm.Büyük büyük kavgalar esnasında karşındaki kendi bıçağını kendine saplar bazen. Evime girmeye çalışan bir kaç kişiye saldırırım.


Tanıdığım insanlar kötü rüyalarında kapalı kalırlar havasızlıktan ölürler, bindikleri uçak düşer , vapurları batar boğulurlar falan. Bense katil olurum.


Öldürmek.


Hayatta işte en çok bundan korkarım. Korkularımla yüzleşmek zorunda kalmam umarım.


Not: Salı gününden beri çok hasta olduğum kafamdaki bu yazıyı anca şimdi yazabiliyorum.





Pahalı Roman ( ee olm türkiye burası, herşey pahalı)


Silahını uzatır, tam ateş edicektir ki ortağı konuşmaya başlar.
-Bu tür durumlar için yanımda minikuran taşıyorum, durun size ordan bişiler okuyayım.
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi........
-(Sikicem dalağını ya, herifi tam vurucaz dua okumaya başladı. Kime karizma yapcak anlamıyorum bu herifi, orti diye de bişi diyemiorm zaten )
---------------------------------------
-Ne yiyorsunuz beyler?Vayy adana, ayran, künefe. Ölümcül üçlü
-Evet abi buyur otur sende ye.
-Yok ya ben şöyle iki ısırık alayım, yeter.
-(iki ısırık dedi, yarısını yedi rspuçocuu)
-Ayranı niye yanına aldın lan, uzatta içelim.
-Abi başkasının ağzından içemiyorum da
-İyi o zaman dibinde bırak ( Bide prensipmiş gibi söylüo yavuşak)
---------------------------------------
-Hayrola lan imam falan mı oldun, paso dua okuyosun
-Olm bi kere imamlığa hemen getirmezler kimseyi, önce müezzin olursun, sonra sınavları geçersen imam olabilirsin.
-Ne o, araştırmışız baya
-Evet ya imam olmak istiorum aslında. Küçükken anam kuran kursuna gönderirdi. Orda imamlardaki karizmayı gördükten sonra aklımda hep bu var.
-Ulan senin gibi katilin amınakoyim, dallama, 3. sınıf zenci. Ne imamı lan. Katilden imam mı olur.
-Olm yaş kemale erdi. Bi zaman sonra, sende yaşlanınca başlamican mı allahu ekbere.
-Tabi yaşlanınca bende herkes gibi başlarım ama, ne bilim. Belkide Allah yoktur, belkide hristiyanlık doğru dindir. Aklımda bi sürü soru var.
-Tevbe de lan. Çarpılırsın ha
---------------------------------------
-Doğuda tavuklu pilava ne derler biliyor musun?
-Hileli soru mu lan bu. Tavuklu pilav diolar kesin.
-Hayır tavuklu diyorlar sadece.
-Eee ne yapim yani şimdi.
-Bişi yapma sadece söledim. Peki tavuklu pilavın içine ne koyuyorlar bilio musun?
-Ne koycaklar ki, nane kekik falan koyuolardır heralde.
-Ketçap koyuyorlar olm.
-Ne! Ketçap mı? Ketçap konur mu lan hiç pilava.
-Olm buralarda da koyuyorlar ki ketçapı pilava
-Nasıl lan. Hiç gördün mü ki.
-Evet. Bi gün metrodayım, adamın biri posta kutusunun üstüne oturmuş, pilav yiyo. Tabi hemen yaptım şaka mı ' içine alamassın kutuyu, uğraşma ' diye. Hehe
-Ehuhe.
-Neyse, dedim adama sonra ' etrafta pilavcının olmadığı yerde pilavı bulmuşsun onu geçtim, ketçap ne iş? ' adam dedi ki ' vodafone '.
- O ne lan?
-Bende öle dedim. ' Bana bunu biraz açıklar mısınız ' diye.Adam yine dedi ' vodafone '. Otomatiğe bağlamış. Ne desem vodafone diyor. Siktir ettim salağı gezmeye devam ettim. Sonra heryerde görmeye başladım, yedek kulübesinde bile görmüşlüğüm var. Futbolcular maça çıkmadan önce tuzlu pilava giriyorlarmış, sınırsız. Ketçaplı yiyorlarmış. Aslında bi zaman sonra kafama yattı yani, hoşuma gitti.
-Bana laf edion o kadar, sen daha salakmışsın. Nesi kafana yattı lan.
-Yattı işte abi ne bilim.
In the name of the father

izleyiniz,çarpıklıkları görünüz.

süper güzel bir film

Bulut - DolunaY


Ben yine mal gibi bulutlara bakıp kendimce mutlu olurken bir anda yagmur azaldı. Sigaram bitip içeri kaçacakken bır anda bulutlar ayrıldı. Şapşal şapsal gokyuzune bakıyordum ki bir anda ay yuzume parladı. Uzun süredir onla boylesıne burun buruna gelmemiştim. Şaşırdım eminim o da en az benim kadar şaşkındı. Bir anda böyle ortada apaçık kalmayı beklemiyordu belli.

Hemen bulutların kosusturmasıyla geri örtünmeye çalıştığını anladım. Mutlu oldum umursamazca. İçeri girdim oturdum masama. Her zaman sebepsizce beni sevindiren o anlardan birine , bulutları izlediğim o dakikalara, ekmek kadayıfının üstüne konan kocaman bir kaymak gibi yerleşmişti ki dolunay beni ayrı bir mutlu etti bu gece.

Kısaca noldu bu gece yağmurla geçen onca gecenin ardından bulutları izlerken gözümün içine batan spot gibi parlayan bir dolunay beni mutlu etti.

Sebep aradım bu yazıyı yazdığım birkaç dakika boyunca ama sebep beklemek mutlu olmak için gereksiz bir aktivite. Çünkü aldığım her nefes geçerli ve yeterli bir sebep bunun için.

Saygılar sevgiler.


Interwiev with the Abaza

Giriş Notu: Hayvan gibi uzun oldu, bende biliyorum, hatta bakıyorum da uzunluğu adamın midesini bulandıracak kadar oldu, o yüzden bazı bölümlerini kestim. Çekim hataları ve kesilmiş bölümler ve oyuncu yorumları için extradan bir yazı daha yazıcam eğer zamanım olursa.

-Duyduğuma göre abazanlığınız ortaokulda başlamış, der röportaja gelmiş olan bayan.

-Evet, o yıllarda başladı tam olarak. Ama sonunda mutlu sonla biten masaj salonlarında hevesimi attım

-Evet o konuya biliyoruz, ancak önce sormak istediğim bir soru var: ortaokulu atlattıktan sonra sancılı bir lise hayatı geçirmişsiniz. Ve en abazan döneminiz olmuş bu. Bize kısaca o dönemi anlatır mısınız

- Tabi ki, der abazan ve konuşmaya devam eder: - Lise hayatımı yatılı okudum, büyük ihtimalle bunun sonucu olarak abazanlığım çok fazlaydı. Ancak kimse uzun süre abazan kalmak da istemez. Bu yüzden buna son verecek şeyler üzerinde durmak istedim. Bizim dönemimiz de pek güzel kız yoktu, ancak üst dönemlerden çok güzel ablalarımız vardı.

- Abla mı ? , der bayan gülümseyerek.

- En başlarda onlara abla dememiz gerekir mi gerekmez mi tartışmaları vardı. Bi zaman sonra üst dönem abilerimiz, bizim onlardan daha önemli olduğumuzu düşündüler ve ' siktir edin hepsini ' dediler. Bende size başları anlattığıma göre onlara abla diye hitap etmem daha mantıklı olur.Neyse, beni bu abazan hayatın asıl içine çeken olay hazırlıkda tanıdığım telefonda kaliteli porno olayıydı galiba. Bunu gördükten sonra videolara olan ilgim, abazanlığım ve nihayetinde fantazilerim doğru orantılı olarak arttı. Tabiki ilk telefondaki kaliteli videolarımla tanışmam yatakhanemdeki kardeşlik sayesinde oldu desem yalan olmaz. Tanışmadan önce abilerimden ' ergenliğe veda ettin mi genç ' diye birşey duymuştum. Sonra abilerimden biri video izletti. Videoları ilk izledikten sonraki iki gün çok fazla acı çektim. ' Ben neden bu adamların yaptıkları gibi şeyler yapamıyorum ' diyerek ve o zamanlar tatmin olamama olayım başladı. Vücuduma sanki bir zehir girmiş gibiydi. Abazanlık diye tanımlıyordu çoğu insan ve bende böyle demeye başladım. Sonra dedim ki ilerde zaten hertürlü şeyi yapacağım ve artık o kadar umursamamaya başladım. Tabi bu seviyeye gelene kadar türlü türlü felsefeyle kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Cevap arıyordum kendime. ' Hayat boş pompala coş ' ve ' Sıkma kendi canını, okşa patlıcanını ' gibi hayat felsefeleri beni oyaladı. Tabi ' play tenis, with my penis ' gibi içinde mizah unsuru olan sözlerde ilgimi çekmedi değil.

- Yani ilk yılınızda böyle abazanlık ve felsefeyle karışmış bir hayat yaşadınız. Peki diğer yıllarınız nasıl geçti. Hiç ilgi çekici, değişik olay yaşadınız mı? Mesela sizi hocanızın basması gibi?

-( Gülümsüyor ) Kimden duydunuz?

-Sizin yatılılar sağolsun, taşaklarına kadar herşeyini anlattılar. Ki aslında taşaklar değilmiş tek taşakmış. Bu doğru mu?

-Tabiki hayır. Zamanında bunu da kanıtlamak için fotoğraflarını çekmiştim. Çocukluk işte.( Kahkahayı basıyor)

-O zaman konumuza geri dönelim. Yaşadığınız olaylar falan vardı--

-Aslında bu olay mevzusunu atlayalım. Size ilk deneyimlerimi paylaşayım.

- Evet o da olur.

- O.M.S. beni hayata döndüren şey oldu. En başlarda kimseye söylememiştim bunu, hatta kardeşlerime bile. Ancak bir zaman sonra ağzımdan kaçırdığım bilgiler ve uzun süre gitmediğimde oluşan gözlerimdeki abazan parlaklığı beni ele verdi. Tabi bundan sonra da bağımlılık oluştu artık. Duygusal problemler ve dikine düşünmek de arkasından geldi. ( Osuruyor)

-Peki bu dönemde sizin karşınıza engel olarak herhangi biri yada birşey çıktı mı?

-Bir abazanın karşısına çıkan engeller onu ne kadar engelleyebilir ki. Elbette sizinde bildiğiniz gibi lise1 de hocalarımdan biri bana engel olmaya çalıştı. O gece bana geceleri yarenlik eden telefonuma el koyup, güneş doğana kadar bir yere koydu. Sonra duyduğuma göre telefonum aşırı ısınmaktan ateş almış ve kül olmuş. (Pıt bir damla gözyaşı geliyor gözlerinden)

-Gerçekten mi?

-Mal mısın lan, böyle birşey olabilir mi. Tabiki hayır. ( İyice taşşağa sardı)

-Röportajımız çok uzamasın diye son bir kaç soru daha sorup veda edelim. O hocanızın aldığı telefonu özlüyor musunuz peki?

-Elbette özlüyorum.

-Kardeşlerinizi özlüyor musunuz peki?

-Aslında sadece uzakta olanları özlüyorum, geri kalanlarıyla zaten görüşüyoruz.

-Peki sizin bu kadar abazan olmanızın temelinde aslında kardeşleriniz yatmıyor mu?

-Liseden sonra kalmadı abazanlığım. Bu sizin dediğinizi destekler ancak, sanırım lisede sadece birbirimizi tamamlıyorduk. Yani herkesde potansiyel bir abazanlık vardı. Sadece ortası çıkması için gerekli ortam yoktu ve lisede bu sağlandı.

-Çok teşekkür ederiz Amo Bey. Fakat gözleriniz neden öyle parlamaya başladı.

-Çıktıktan sonra arabanda sana bizim yatılılar mı kaycak sanıyorsun ha? Hayır ben kayıcam. Hemen şimdi, burda ve yanlız da olmayacağım.( Islık çalıyor ve yatılılar içeri girdi.)

-Saldırın beyler, sabaha kadar romeo zamanı. ( Gerisinde o güzelim bayanı pic ediyorlar. Bir daha hiçbir zaman böyle tatmin olamıyor, ve geri kalan yaşamını bir abaza olarak geçiriyor. )

devillerin devili kardeşim boraya


ODTÜ devilini arıyor.Bora sana yatılıları toplayıp ankaraya getirmek gibi kutsal bi görev veriyorum.özledim sizi puştlar.
kırmızı bir at çizerdim,
kırmızı bir at...
bak bu da kafası...
nereden geldim, nereye giderdim?
bu da düşünen kafamın bana sorusu.
sür beni sarp kayalıklara
oradan aşağısı başka yerin konusu..
"ah" dedi "senin durumun fena"
"ah" dedi "kalbimde bu neyin acısı"

dayanamaz, kalbimin içinden çıkardım,
utanmadan dünyaya tepeden bakardım.
kimse beni bilmez, bilmez, beni bilmez,bilmez beni kimse
ben hep saklandım...

yanmalısın, sönmelisin ruhları incitmeli
inanırken yalanlara, delirmiş olmalısın.
bakmalısın, görmelisin, acıya yer vermelisin
varmak için "hep"lere, önce "hiç"i göze almalısın...
o kızgın bakışın, bir de üzgün bakışın, yüzlere gülüşün ve ani bir düşüşün...
üzülmeye gelmez giderdim
aramaya ruhumu parçalarını...
üzerime bir bir dikerdim,
beni nasıl isterdin tek parça...

yoksun bedenim yoksa..
kime güler yüzün?
kime ağlarsın?
çek, bir sandalye çek ve otur
mumlar var, mumları yak
anlatacaklarım uzun, uzundur yollar
ve her ne yana gidersen git
beter gibi sonsuz ama
yoksun bedenim yoksa...
yokum, bedenim yok benim...
kime güler yüzüm?
kime ağlarım?
duruyorsa, ne duruyorsun?
yarına kalsa, ne umuyorsun?
yokum, bedenim yok benim...
sandalye çek ve otur
mumlar var, mumları yak
anlatacaklarım uzun, uzundur yollar
ve her ne yana gidersen git beter gibi sonsuz ama
yoksun, bedenim yoksa...

her yer ne kaplı hiç bilemezsin...
her yanım, her sözüm, her savaşım, her yarım,
öyle zor, öyle zor, öyle zor, geliyor ki!
her yeni gün her yeni gün her yeni gün her yeni gün her yeni gün...

Ne güzel dedin be frida kahlo bacım...

sevmekten ne zaman vazgeçtim?

kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden "sen" olduğun için vazgeçtim.
bencil olduğun için vazgeçtim.
bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
bu yüzden ben de senden vazgeçtim.


tek kaş takıntılı olsa da bu kadın birazcık sapkın birazcık çılgın olsa da gönül penceresinden bunları geçirmiş paylaşayım dedim bende.

Yıldız Teknik ; The Amo Chronicles - Episode 1

Sınıftakiler soruyu anlamayıp sadece benim dediğimi anlamış olacaklar ki gülüşmeye başladılar. Hoca ise kızarmıştı. Çünkü hocaya tek söylediğim şey buydu ve biri birine sadece böyle birşey derse bu küfür sayılabilecek nitelikteydi.

" Evet çocuklar, burda ne anlatılıor " diyerek türkçe konuşmaya geçti hoca. Yine kimseden ses seda yoktu. Hocayı geçtim ben bile bunalmıştım hocanın kendine kendine ders anlatmasından. O yüzden dayanamayıp cevap werdim ; " Burda kadın ve erkek arasındaki farkların aslında kişiliklerine göre değiştiği anlatılıo hocam ". Hoca şaşkın şaşkın bana baktı. Belli ki benden böyle bir cevabı beklemiyordu. Ya da sınıftaki herhangi birinden böyle bir cevabı. " Well done. That's right " diye ingilizceye devam etti hoca. Dersin ilerki bölümlerinde hoca nedense bir tek benle diyaloga giriyordu. Bende o kadar göze batmak istemediğimden gitgide uyuz olmaya başlamıştım. Hoca da bunu farkedicek ki, daha fazla bastırmaya başladı. Her iki lafında bir bana bakıp karşılık veriyordu. Beni sindirebileceğini sanmıştı sanırım. ( Sadece ibne sakalım vardı. Yoksa hocanın götü yemez diye tahmin ediyorum görünüşüme bakıp ) Bende de yatılılık olduğundan hocayı mat etmeye çalışıyordum. Her bir kelimeyi yanlış okumasında, her bir kelimeyi yanlış açıklamasında yada kelimeyi açıklayamamasında çat diye ben söyleyip hocayı utandırmaya başlamıştım. Tabi hoca da otoritesini kaybetmek istemediğinden kıl kıl şeyler soruordu banada. Sanırım, izleyeceğim dizilerin kurtlar vadisi türünde diziler olduğunu varsayıp beni ezmek için ; " What's your favorite Tv Show ? " dedi. Tam Kurtlar Vadisi diyecekken hocanın ne yapmaya çalıştığını anladım ve kurtlardan sonra aklıma ilk gelen cevabı söyledim; " How I Met Your Mother? ".

-

bu yazı öyle bir yazı olsun ki son 6 senedir her anlamda yalnız gelip yalnız gittiğimi,şu an ki haleti ruhiyemin çok boktan olduğunu anlatsın.

Yatılı Nedir?

-Fasıl rakıysa,yatılı rakıya tadını veren yan bardaktaki sudur,yerine göre şalgamdır.

-Açık alanda biranın yanındaki sigaradır,her fırt bir muhabbetdir bitirdikçe yakasın gelir veya kapalı alanda paketteki içilemeyen sigaradır yatılı,kapalı alan gurbettir sevilmez,sigaraya hasret kalınır,yatılı özlenendir.

-Fast food papates kızartmasıysa,yatılıyla yenilen fast foodda yatılı acı sostur.İçini yakar adamın ve yaktığı ölçüde sevilir.Onsuz patates çok yavan olur.

-Bir işi becerememek sıçmaksa,yatılı sıçarken yanına aldığın uykusuz gibidir.Sıçarken bile yanındadır ve bir gülümseme yaratır.

-Hayat bir ders günü ise,yatılılık şemsoya yakalanmadan yatakhanede uyuyakalmaktır.Kısacası günün en güzel anıdır.

-Kült filmler gibidir yatılı.Çok daha sonraları bile ne zaman bir araya gelinse aynı sahneler,aynı diyaloglar hep konuşulur ve her zaman aynı zevki verir.

-Yatılı Tsubasa'nın yanındaki Misaki gibidir.Yüzünde bir Anadolu mazlumluğu vardır.Aslında bütün işi yapar ama prim yapmaya çalışmaz.Primi Tsubasa alır.Ayağının dümenini sikeyim Tsubasa..

-Yatılı intikam yemeğini soğuk yer.Okuldayken yönetimden görmediği muamele kalmaz ama yirmi yıl sonra okulun şeref konuğu olarak davet edilir,yatakhanede zil zurna sarhoş olur,Şemso'ya el-ense çeker.

-Kabataş kralsa,yatılı taçtır.Kralı belirleyendir.

(Devam ettirelim bunu)

sevgili günlük

Sevgili günlük
Nasılsın iyisin?iyisin iyisin.beni sorarsan ki sormassan sikerim apışıp kalmış ve gençliğimi bi araba vaadi karşılığında satmış hissediyorum.apışma durumu şöyle:odtüde herkes oraya buraya gidiyo biseyler dönüyo ama ben neler olup bittiğinin farkında değilim.köyden indim şehire modeli insanları izliyorum.gençliği satma meselesi de şöyle:halamın hazırlığı geçersen araba alcam vaadiyle hazırlığı atladım ancak büyük hata yaptığımı anladığımda kendimi makinenin erkek kaynayan dört duvarı arasında buldum.makine bölümü abaza 8. yurtta kalıyorum yurdun lakabı eskiden abazaymış bi de hazırlığı atladım ki sorma halimi.ama beni bilirsin bu durumları aşmak benim işimdir.eski alpi geri getircem yakında.erkeklerin arasında geçen derslerden sonra kendimi çatı restorana atıp elit bir şekilde cixo ama aslında çok ucuza mal ettiğim yemeklerden aldığım has paha biçilemez.
tek reklam:yemekhanede yemek 2.40 tl
hocam piknikte kumpir 6.50 tl
çatı veya arka bahçe restoran ne alırsan al kiloyla tart ona göre para ver
elit bir ortam ve etrafta birçok cıvır insan:paha biçilemez
paranın satın alamayacağı birçok şey vardır.o birçok şeyi de daha fazla paraya satın alabilirsiniz.en iyisi koy gotüne gitsin gel çatıda yapalım kahvaltıyı.

devam:bu arada bana kalbinden kesinlikle daha temiz olduğuna inandığım bu sayfayı ayırdığın için teşekkür etmemi bekliyosan citroen derim sana çünkü:seni gidip kırtasiyeden alan ben,sırf pembe peluş defter kapağın olsun diye 7 milyon bayılan ben,hergün renkli renkli kalemlerle sana salak salak şeylerini yazan kenarlarını çiçeklerle süsleyen ben,sanki hiç açılmıycakmış gibi sana kilit vuran özel kılan götüne tavan yaptıran ben.sen naaptın lan bugüne kadar benim için yavşak.kırtasiyeden almasaydım seni sik gibi o rafta makasların yanında durcaktın.o makasların seni kesme istekleri arasında nası yaşıycaktın lan.bataklıktan çıkardım adam ettim lan seni nankör.bi kere bi hayrın oldu mu lan.bak tom riddle ın harry potırın günlüğüne her bi bok var.en azından bi gün sende de benim yazmadığım bi yazı belirse de bi kızın ad soyad ve numarası yazsa bu kız yollu gideri var diye.hergün neler yaptıysam anlattım lan sana anam mısın babam mısın karım mısın lan?aslında sana bişey açıklamalıyım ki seni gerçekten sevmedim günlük.bi kız vardı hai anlatmıştım sana.işte o böyle duygusal ve günü gününe günlükyazangillerden olduğu ve ben de onu etkileyip mapuşkasını şebertlemek için seni pembe kapaklı aldım seni çiçeklerle süsledim.ama neoldu kız benim gibi bi delikanlıya değil ibişin bebişin birine yar oldu dikembe mutombo mukoko beklerken akşamları entariyle yatan sevgilisine sarılır yatar oldu.ben de alışkanlık edindim hergün sana sövmeyi bırakamıyorum şerefsizim.

tek reklam:temiz banka ad soyad kredi yaz boşluk bırak ama mesajı gönderme taslaklara kaydet-bu arada dikkat et iki mesajlık kontörün gitmesin-hem temizinden kredini al hem de kajun ile dar mısın daral mısın'da yarışma hakkı kazan.

devam:velhasıl günlük yeni bi ortama alışma çabaları ve işlerimi halletme çabaları içindeyim.seni bile yazmak için reklam almam da cabası.neyse bugün odtü içinde yaklaşk 10 km yürüdüm bi saat tenis oynadım ve bana mısın demedim ama üşüdüğümü inkar edemem.bi derdim daha var günlük ama çok büyük bi dert.duygusal ergen kızlar gibi yastık altında ağlamak üzereyim.kardeşlerimi çok özledim günlük.okul açılışına gidemedim içimde kalan ukte bir.oziyle fıro ev tutmuş hayırlı olsuna gidemedim eksikler var diye foto da koymuş yavşak keder ve özlemler içerisinde dalgalandım da duruldum.zaten odtüde 3 gecem geçti 2 gece murat abilerde kaldım saolsun yatılı muabbetini yaşadım biraz bi gece yrtta kaldım sadece.bu gece de yurtta kalcam bakalım.haftasonuda ankaranın diğer yarısı secaattinimle buluşup kardeşimle kah dertleşcem kah kopcam eğlencemçsabırsızlıkla bekliyorum içimde kelebekler sevişiyor.zaten geldim arayamadım herifi ayıboldu.neyse pes'te yine bilerek yeniliyim de üzüntüsü geçsin kardeşimin.

karşılaştırmalı 2 reklam:
1-my name is cristiano ronaldo ve hafiften kırığım.aslında karizma gibi duruyorum ama kırığın bayrak taşıyanıyım önde el sallayarak slogan atarak gideniyim.i use clear for men and dildo.
2-my name is messi ayrıca ortamların kıvılcımıyım.kavgaları hep ben başlatırım boyuma aldanmayın geleni sikerim mahallede saygınlığım sonsuzdur ana bacı muabbeti yapmam kızlar bana çok pis kesiktir.önce şirin çocuk ayağı veririm sonra vahşi aygır olurum.kırıklara çok pis kıl olurum geçen cristiyano domaldoyu çek golcü koller' e verirken gördüm sıcak su döktüm ayrıldılar.i use clear for real man and prezo.

devam:anlıycağın istanbula yakın zamanda gidip kardeşlerimi görmeyi çok istiyorum günlük.bu arada hatta bi telefonumuz var.

canlı bağlantı:burak ka,ozi ve amo(nispet team):beyler pazar günü kahvaltıdayız ardından içmeye ardından halısaha maçına ardından da ozanlara gidiyoruz eve karı atcaz 25 tane rus çaardık.gelmeyen gündüzlü olsun.olum alp nerdesin ya bi sen yoksun seco atladı geldi nerdeydin?....hee haberin mi yoktu hadi ya neyse artık başka zamana kardeşim kodumeyw.dıt dıt dıt dıııııt dıt dıt dıt dııııt.

onlar arayınca çok mutlu oluyorum günlük ama normal bişeyler anlatsalar bile nispet gibi geliyo bana anlatmasalar zaten olmaz sonra da unuttular lan beni diye düşünüyorum.ne menem bi çelişki bu sorarım sana.neyse bugünlük bu kadar hadi kodumeyw.tüm kardeşlerime selam olsun

The Hero

Düşündüm şöyle bir yatakhanede nelere en çok güldüğümüzü. Onlardan bahsedeyim, o günleri yadedeyim istedim. Şimdi söyliecem yanlış da anlamasın dalga geçmiyorum. Aklıma bi çok şey yerine tek bir kişi etrafında geçen olaylar dizisi geldi. Bu kadar da olmaz ki arkadaş. Her olay nasıl olur da bir insanın başına gelir. Yani eminim yatılılara çok komik ve ilginç bir olayı kim olduğunu söylemeden anlatsak, kesin Amo'nun başına gelmiştir derler ki Amo'nun başına gelmiştir de yani. Bu kadar olay başına gelen biri için doğal olarak yazı yazmak da kolay. Adam konu sıkıntısı çekmiyor ki; ben böyle Sait Faik gibi kısa anları allandırıp pullandırıp anlatırken, onun başından geçen her bir olayı biz bir roman gibi ama katıla katıla okuyoruz. Bitmiyor da yani, her gün yeni bir şeyler de çıkmıyor değil. Yani iyiki Blog'a yazıyor da biz de bu durumlardan mahrum kalmıyoz. Hatta bazen ben İstanbul dışındayken falan eğer arkadaşlarla oturup canımız sıkılmışsa veya bana hadi Semih yatakhane anılarından bahsetsene dediklerinde Amo'nunkileri anlatıyorum. O anda arkadaşlarımın gözünde yatılı olmak ve bu olaylara tanık olmak vardı yaa efektini alıyordum ( Dikkatinizi çekerim tanık olmak vardı efektini alıyorum, olayları yaşamak yani olayların kahramanı [ the hero ] olmak efektini değil ), e tabi bu efekti kaybetmemek için zorluklarından bahsetmiyordum. Ne yalan söyliyim sadece İstanbul dışındayken değil, yatılılar toplandığında da hala Amo bizim havamızı bulmamızadaki en büyük etkenlerden biri, hala ilk günkü gibi güleriz ve şaşarız da nasıl olduğunu tüm bu olayların. Amo'da güler ne kadar konuyu değiştirmeye çalışsa da ama kızmaz bize bu anılardan konuşuyoruz diye. Lan Amo iyiki geldin Kabataş'a da yatılı oldun lan helal sana. Sensiz yatakhane eksik kalırdı be. Gerçi kimsiz eksik kalmazdı ki?

Seni Seviyorum

Biliyorum her söyleyiş azaltıyor değerini ama
Anlatmıyor tek söyleyiş de
Sana olan sevgimi...

Seviore..D

Gülüyorum şuanda tutarsızca ama içimden gele gele...


Niye mi?


Şu günlerde bunu tek bir sebebi var arkadaşım:


Gözümü her açtığımda yüzünü görmek için can attığım ,sıkıldığım her anı bir gülüşle dolduran bir sevgilim var.


Seviore..D

Dan diye girmek istemiyorum mevzuya ama öyle yapıyorum uzatmadan lafı.

İnsanlar bazen kendi hikayelerini yazmaya kasarlar, etrafımda oluyor, yaşıyorum bu tiplerle bizzat.Bazı arkadaşlarım da var ki kendi yalanlarına inanıp onların arkasından yuvarlanıp gidiyorlar. Amaçları yok belki de hiçbirinin özel olarak , sadece kız arkadaşa verilen çiçek etkisini bünyede yaratma çabasındalar, farkındayım. Mutlu oldukları bu ufacık anları haricinde geçen boşluğa dert e tasaya tercih ederler onlar. Yazık çok yazık. Kendilerini yalanlarına teslim ederken gece kelleyi yastıga koyduklarında ne hissediyorlar acaba? Yalanlarla yüzleşmek neden bukadar zor geliyor onlara?

Bense kafamı yastığa koyunca tüm günü geride bırakmaya kasıyorum.Olmuyor 60 e gelsem de olmuycak biliyorum hoş geleğime de inanmıyorum 60 a falan ,hiç bir zaman da inanadım. Olmadı lan ne bileyim.Ama deniyorum en azında bazı şeyleri.

Keşke sen de kardeşim yalanının karşına geçip hayvan gibi kafayı gömsen ona devamında bir yumrukla combolasan onun üstüne basıp geçsen.

Lan sence de çok güzel olmaz mı?

Amo tipi bir not: Yukardaki yazıda nedense içimdeki arkadaş canlısı karakter çostu bir baktım ki insanlar yok artık herkes arkadaşım olmuş. Öyleyse ne diyeyim

We are the world
We are children
Rahmetli de iyi adamdı
Çocukları çok severdi

Kesin hükümlerle dolu ne yazık ki

yabancı hayranı olup bunu şuursuzca,sonucunu ve yansımasını düşünmeden sığ düzeyde kişisel ilişkilerine taşıyan kızlardan banane,fakat iğrenç ve iğreti bir davranış.Doğru kelime özenti burada galiba.Güzel olanları yapınca daha kötü hele bi de görünen zekanın ardında bir şey yoksa.

Tevfik ve Fikret

Not: Çok uzun yazdım. O yüzden ilk bölümü şimdi okuyup geri kalanını daha sonra okuyabilirsin sevgili okur. Evet doğru duydun, bunu yapmana izin veriyorum. Rahatlamış olduğunu hissediyorum okur.

Bölüm 1 (Not) : Bu olaydaki kişi, kurum, dernek, takım, bilgisayar oyunu vb. şeyler tamamiyle hayal ürünüdür. Yani anlayacağınız olay ingilizcedeki " bullshit " kelimesinin türkçedeki anlamı olan " boğaboku " gibi bir olay dır.

Bölüm 2 ( Bir parça sıçmık ) :" Ya kız piçliğine bizim olduğumuzu söylerse " . " Saçmalama olm niye öyle birşey yapsın. ". " Ne bilim ya adamın kollar da faça doluydu gördün mü? " . " Evet büyük ihtimalle uyuşturucu falanda kullanıyordur " . " Olm varya kız piçlik yaparsa büyük ihtimalle bizim cesedlerimizi bulurlar tenha bir çöpı8jlükte, off yanlız filmlerdeki gibi karizma olur lan " . " Olm çöplükte ölü bulunmanın nesi karizmatik, yanında bir parça sıçmıkla mı ölmek istersin yani, saçmalama amınakoyim " . " Ölmüşüm amınakoyim, çok da sikimde ya " . der Ahmet, ve Tevfik le katları çıkmaya devam ederler.

Bölüm 3 ( Olm yandan gidince oyunun bugı var ) :" Sana nasıl taktım kapalıda ( Kapalı= fifa98 deki kapalı saha ) " . " Bırak amınakoyim, oyunun yine bir açığını buldun, atıyosun golleri piç piç. Lan bugün namazı camide mi kılsak sizin burda cami var dimi? " . " Hemen yukarda merkez cami var, gider kılarız ya bi okunmaya başlasın " . " İyi gel de bi rovanş daha atak, bu sefer piçlik yapma da yeneyim seni " . " Tamam, hadi oynayalım " der Ahmet gülümseyerek ve bir el daha
atarlar. Ahmet çakmıştır yine. Zaten ezan da okunmaya başlamıştır. Tevfik ceptelefonunu cebine attığı gibi kapıya yönelir. Tevfik genelde ceptelefonuyla dışarı çıkmaz ancak o gün kendine güveni tam olduğundan ve burası Ahmetlerin mahallesi olduğundan ceptelefonunu yanında taşımakta bir mahsur görmez. Ahmette genelde ceptelefonuyla gezen bir gençtir. Çünkü nedense insanlara, cebinin çalınabilme ihtimaline karşı iş yaparak karizma yapmaya çalışmaktadır. Ancak
o gün telefonunu yanına almaz cami yakın olduğu için. Ve birlikte evden çıkarlar.

Bölüm 4 ( Orospu Çocuğuyla Tanışma ) : " Olm kaç defa diyecem namazda beni güldürmeye çalışma amınakoyim. " . " Ne olcak namazın mı bozulucak cenabet herif " " Neyse, size dönelim de birkaç maç daha atalım, sonra ben eve döneyim. " der Tevfik camiden çıkarlarken. Ancak Ahmetlerin evleriyle cami arasındaki parkın oradan geçerken yandan bir ses duyarlar ; " Hişt gençler " . İkisi de sesin olduğu tarafa dönmemiştir en başta. Çünkü varoşlarda size isminizle seslenilmediği sürece sizi çağıranlara bakmamalısınızdır. Tevfikle Ahmette bu kuralı çok iyi bildiklerinden önlerine bakarak yürümeye devam ederler. Ancak iki adım attıktan sonra Ahmet içinden ' Burası benim parkım, ben mi milletten kaçıcam ' diye dümbükçe bir düşünce geçirir içinden. Ve o tarafa döner.

Bölüm 5 ( Ahmetin gözünden ) : ' Off herif hayvan gibi, inşallah birşey istemez de gideriz amınakoyim ' diye geçirdim içimden . Ancak herifin bizim yanımıza gelmesinden bile bu olayın hayra-alemet olmayacağı belliydi. " Selamun Aleykum gençler " dedi adam. " Aleykum selam " dedik. " Şimdi beyler geçen bu parkta bir kavga oldu, bundan haberiniz var mı ?" Bu parkla ilgili herşey benim kulağıma geldiğinden şaşırmıştım. Çünkü en son 1 aydır parkta kavga olmuyordu doğru düzgün. Tevfik soru sorulur sorulmaz bana doğru bakıyordu. Benden cevap bekleniyordu. " Yoo, bayadır kavga olmuyor burda, ben duymadım " dedim. " Zaten kavga 2 gün önce falan olmuştu, belki ondan duymamışsındır. O kavga benim kız kardeşimle 2 erkek çocuk arasında geçti, ve benim kızkardeşimi hastanelik ettiler. Kardeşimi dün eve getirdik ve çocukların eşgalini ondan aldım. Aynı sizin tarifinizdi " dedi eleman. Çok şaşırmıştım. Çünkü ömrümde bir bayana el kaldırmayan ben şimdi birinin kızkardeşini dövmekle suçlanıyordum. " Yok abi öyle birşey, ben doğru düzgün bu parka bile gelmiyorum " dedi Tevfik. " Bakın beyler benim adım Murat, bu parkta takılırım hep, zaten sorsanız beni de bilirler, muhabbetim falan iyidir. Ama 2 gün önce kızkardeşimi burda hastanelik ettiler " dedi ses tonunu yükselterek. İçimde kendime güvenen bir duygu hakimdi. Çünkü böyle birşey yapmadığımı biliyordum. Ancak bu herife bunu nasıl ispatlayacağımı bilmiyordum ve bu beni aynı zamanda dehşete düşürüyordu. Sanırım adamın yaşı 23-24 civarlarındaydı ve hayvan gibiydi. Adam susmuş bize bakıyordu. İçinden düşünüyordu bir sonraki hamlesinin ne olacağını. Bizse korkudan altımıza sıçacakmışız gibiydik. " Abi biz yapmadık öyle birşey " dedik. Dedik ama dinletemedik.

Bölüm 6 ( Peki Tevfik o sırada ne düşünüyordu amınakoyim? diyenler için ) : ' Ulan şimdi adama ispatlayamayız biz olmadığımızı, eğer bizi bellemişse bu kavga daki çocuklar olarak, siksen kurtulamayız. En iyisi koşarak kaçalım, adam bizi yakalayamaz. Ama o da olmaz ki amınakoyim. Ahmet hayvan gibi, koşamaz bile. Adam hemen yakalar, yakalandığı içinde direk suçlu olduğunu zanneder siker belasını. Off ne yapıcaz şimdi götümüze kayıcak. Sikim senin kafanı Ahmet,
biri seslenince niye bakıyorsun göt herif. '

Bölüm 7 ( Sonun Başlangıcı ve Ahmetin gözünden 2 ) : " Bakın şimdi gençler, bizim evimiz birkaç sokak aşşağıda. Şimdi siz mademki diyorsunuz biz yapmadık, benimle gelip kızkardeşimle yüzleşin. Eğer o derse ki ' abi bunlar değil ' o zaman sizi bırakırım. Herhangi bir piçlik yaparsanız " cebinden sustalıyı çıkaran adam çat diye bıçağını açtı ve devam etti " sizi yakaladığım yerde öldürürüm. Kardeşimin kanını yerde koymam " . Ne yalan söyleyeyim adam bizi çok etkilemişti. Bu yüzden " Tamam abi , gidelim ispatlayalım biz olmadığımızı " dedik ve aşşağıya doğru yürümeye başladık üçümüz. Yolda muhabbet etmeye devam ediyordu Tevfikle adam. Ben pek sesimi çıkarmadığımdan mıdır nedir, bir ara şöyle bir diyalog bile geçti yolda : " Şimdi gençler, sizin adlarınız ne? " " Ben Tevfik abi " " Bende Ahmet " . " Peki nerelisiniz gençler ? " diye devam etti adam. " Ben sivaslıyım abi " dedi Tevfik. " Bende Adıyamandanım ve yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum " demek geldi içimden ama diyemedim tabiki götkorkusundan. " Bende Adıyamandanım abi " dedim. " Aslında sana güvenirim Tevfik , de şu Adıyamanlıya güvenemedim " diyen adam, benim götkorkusunu 3 kat arttırmış, artık söyleyecek söz bıraktırmamıştır. En sonunda adam la birlikte durduk ve dışı kırmızı boyalı bir evin önündeki bahçe duvarında oturduk. " Bakın gençler burası bizim ev. 4. dairede oturuyoruz. Şimdi son kez soruyorum, siz mi dövdünüz lan kardeşimi " dedi ses tonunu yükselterek. " Abi vallahi biz dövmedik " dedim. " Ulan siz o küfürlü mesajları atmadınız mı doğruyu söyleyin. " dedi adam. ' Haydaa, ne mesajı amınakoyim ' diyordum içimden. " Yok abi ne mesajı biz atmadık mesaj falan " dedi Tevfik. " Çıkarın lan telefonlarınızı, bakıcam mesajlarınıza " dedi adam. " Abi telefon yok yanımda " dedim. " Al bak abi telefonum " dedi Tevfik elinde tuttuğu telefonunu göstererek. Adam telefonu eline almaya çalışınca bırakmayan Tevfik " Abi elimde baksan olur mu " dedi. " Bak Tevfik şimdi burda o kadar muhabbet ettik, sen telefonunu bakmam için veremiyor musun " dedi adam. Tevfikde mesajlar bölümünden gelen kutusunu açıp adama verdi. Adam biraz kurcaladıktan sonra " Bakın şimdi gençler bu apartmanın 2 girişi var, ben şimdi şurayı açtırıcam arayıp, 4.kata çıkıp ebruyu sorun, ebru de beni arar siz aşşağı inerken, ona göre bakıcaz artık ne olucak. Ha bide ben aşşağıda bekliyorum, eğerki diğer kapıdan kaçmaya çalışırsanız diye bu telefon bende şimdi " dedi ve Tevfiğin telefonundan bi' numarayı arayıp " Açın şimdi kapıyı " dedi. Bi' kaç dakka daha bizi korkutan konuşmalarına devam eden adam " Hadi gidin şimdi bakalım " dedi.

Bölüm 8 ( Son ) : " Ya kız piçliğine bizim olduğumuzu söylerse " dedim. " Saçmalama olm niye öyle birşey yapsın. " dedi Tevfik. " Ne bilim ya adamın kollar da faça doluydu gördün mü? " . " Evet büyük ihtimalle uyuşturucu falanda kullanıyordur " . " Olm varya kız piçlik yaparsa büyük ihtimalle bizim cesedlerimizi bulurlar tenha bir çöplükte, off yanlız filmlerdeki gibi karizma olur lan " . " Olm çöplükte ölü bulunmanın nesi karizmatik, yanında bir parça sıçmıkla mı ölmek istersin yani, saçmalama amınakoyim " . " Ölmüşüm amınakoyim, çok da sikimde ya " dedim ve merdivenlerden çıkmaya devam ettim. 4. kata geldiğimizde zili çalıp bekledik. Karşımıza bir kadın çıktı. Büyük ihtimalle ebrunun annesiydi. " Abla ebru içerdeyse biz onunla bi' konuşucaz da " dedim. " Ne Ebrusu çocuklar burda Ebru diye biri yok " dedi abla. Tevfikle kısa süreli bir bakıştık. " Telefon " dedi artık olaya uyanan Tevfik . Bense hala mal gibi " Olm yanlış kata geldik galiba çıkalım bir üst kata " dedim. Tevfikse merdivenleri koşakoşa iniyordu. Peşinden gittim ve aşşağıya indiğimde adamı bıraktığımız bahçe duvarında olmadığını gördüm. Tevfikse küfür ediyordu deli gibi. Böyle bir numarayı nasıl yediğine inanamıyordu benim gibi. Bir süre etrafta koşturduk belki buralardadır diye ancak kendimizi yormaktan başka hiçbir işe yaramamıştı bu. Tevfik, çalınan telefonunu ailesine nasıl açıklayacağını düşünürken bense bu numaranın kırkyıl düşünsem aklıma gelmeyeceğini düşünüyordum. Çünkü daha küçücük bir çocuktum

Bayram Ziyareti

Kafamdan ne desem diye geçiriyordum. Havadisleri verecektim, ama ne desem bilemiyordum. Yavaş yavaş yürüdüm. Karşısında durup. "Eee, havadisler nedir? " demesini beklemeden, anlatmaya başladım.

"Valla ne desemki daha doğrusu nerden başlasam, hayatımdaki en güzel gelişmeden başlıyayım. Bir sevgilim var. Adı: Ceren. Benim yaşımda. Aynı lisedeydik, şimdi de aynı üniversitedeyiz. Yok lisede değil, üniversitede başladık. Orası biraz uzun. Önemli olan şuan hayatımda ve mutluyuz birlikte. Sonra kaldım biliyor musn? Evet evet kaldım. Hem de hazırlıkta ama kızma inan yaptım elimden geleni ben de anlamadım neden geçemediğimi. Artık bir dahaki sınavda da deneyecem şansımı ne yapayım. Ona kadar boşum, takılacam öyle ama çalışmayı ihmal etmem merak etme. Ben müzik ve masa tenisinde geliştirim kendimi diyorum. Belki bir takıma yada gruba girerim. Aklıma inan daha iyi bir fikir gelmiyor. Boş olsam da geleceğimi sanmıyorum İstanbul'dan burası uzak ama geldikçe uğrarım merak etme. Şimdilik bu kadar İstanbul'a gidiyoruz. Trafiğe kalmamak için acele etmemiz lazım. 98'de ben 8 yaşındaydım ama hayal meyal hatırlıyorum. O zamandan bu güne çok zaman geçti. Hoşçakal dede."

Dedemin mezarına veda edip ilerlerken arabaya aklımdan acaba duyuyor muydu, ya biz bizde ne olacak, bizi de böyle ziyareten eden olacak mı, ya kaç yıl sonra unutulucaz?

Çelişik Durumlar

Yorgun argın Barbaros Bulvarı'ndan yukarı çıkıyordum. Normalde yapmam bir durak için de olsa binerim otobüse giderim evime ama akbilim boştu ve inanın o an için karşıya geçmek yukarı çıkmaktan daha zor geldi. Öyle olunca hızımı almışken yukarıya doğru yürüyüşümü sürdürdüm. Sıkılmamak için ayakkabımdan çıkan seslere dişlerimle çene kombinasyonunu de ekleyerek perküsyon yapıor bundan da çok büyük haz duyuyordum. O sırada ( bunda dişlerime birbirne çarparmamın etkisi olablr ) aslında boğazımın ağrıyor olduğunu fark ettim. Her zamanki gibi farenjit başlangıcıydı, kronik şekilde farenjit oluyordum. Alışmıştım artk ne yapmam gerektiğine. Sıcak bir şeyler içmeliydim ama ağzımın tadı da bozulsun istemiyordum. Öyle olunca Starbucks'a daldım. Sırada beklerken ne içeceğimi düşünüyordum. Çok sürmedi çünkü her zamanki gibi Beyaz Çikolatalı Mocha içecektim sıramı bekledim. Fazla da zaman geçsin istemiyor bir yandan da saatimi kontrol ediyordum. Öndeki kız dikkatimi çekmişti. Yok güzel falan diye değil. Dikkatimi çekmişti çünkü kasiyer ismini sorduğunda ( Starbucks'ta bir şey alırken isim sorulur, hayatta girmemişseniz bilmiyorsunuzdur ) kız : "Nükhet" dedi. Sanki çok önemli bir şeymiş gibi de "H" ile die ekledi. Şaşırdım, sanki "Nüket" yazsalar almayacak gibi bir tavrı vardı siparişini. Sonra kasiyer bana dönüp siparişiniz dediğinde, hemen siparişimi ve ismimi söledim. Kasiyer kadın sormadan söylediğiniz için teşekkürler deyip hafif bi gülümsedi. Sonra kerpetenle bütün cevapları aldığı Nükhet'e dönüp onu " Bir de şu kıza bak. " bakışı attı. Ben bu bakış üstünde fazla durmadım. Belki bu durumdan dolayı, belki de onun siparişi daha komplike bir şey olduğundan dolayı bilemiyorum tabi, benimki önce çıktı. Ben de alıp çıktım. Hakkaten sıcaktı, boğazıma iyi gelmişti ve daha önemlisi ağzımın tadını bozmamıştı. Yudumlaya yudumlaya yukarı çıktım. Abbasağa Parkına çıkan yokuşun başına geldim. Orda Abbasağa Futbol Turunuvası yazısını görünce aklımdan Ozan, Yiğit, Deniz gibi isimler geçti. Bir yudum daha alıp bu sefer bu yokuşu tırmanmaya koyuldum. Kafamdan da takımın düzenini kuruyordum ki, ganyan bayii aklımı çeldi. Dışardı yüzü düşmüş amcalara baktım. Belli ki, yüksek ganyanlı bir at onları yatırmıştı. Onlara aldırmadan içeri girdim, ne de olsa onlardan daha iyi biliyordum bu işi. En azından bir fikstüre bakim düşüncesi vardı içimde. Girdim. Normalde oraya uğrayan tanındık biri olmama rağmen insanlar ilginç karşılar bakışlar attılar bana. Bu eskiden yaşımdan dolayı oluyordu ama artık alışmışlardı bana diye düşünüyordum ki fikstüre bakarken bir ayrıntıyı fark ettim. Eminim siz benden önce fark etmişsinizdir. Diyorum ya maça gitmişti kafam. Evet, elimdeki Starbucks kahvesi. Elimde Starbucks kahvesi ile durmuş Ganyan Bayii'inde ( kaç numaralı olduğunu hatırlamıyorum aslında 3 yıldır gidiyorum, ilk defa bunu şuan merak ettim bir dahaki gidişimde bakıcam kaçmış, neyse ) altılı tekini bulmaya çalışıyordum. O an hem bir çelişki durumu hem de yüzümde bir gülümseme oluştu. Bir süre sonra içerdekiler benim onların garipser bakışlarına aldırmadığımı görünce onlar da aldırmadılar tabi ama hala gülümsüyordum ben. Yarışı falan da bırakmış o çelişik anı size nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Sonradan aslında çok yönlü biri olduğumu ve bu durumun çelişikliğinin insanların tek düzeliğinden kaynaklandığını fark ettim. Ne yani Starbucks'tan içiyorum diye Kafkaslı'yı, Pan River'ı, Kurtiniadis'i hatta onların bilmediği yeni çıkan atları bilemez miyim, ve ya illa internetten mi oynamalıyım? Gittim yatırdım kuponumu, zaten o sırada "start verildi ve koşu başladı" onlar yarışa bakarken ben çıktım o yarışa oynamamıştım. Hala bitmemişti kahvem ve yokuş. Kafamı kaldırınca yine yazıyı gördüm. Abbasağa Futbol Turnuvası. "Yiğitle ben ilerde, Deniz ortada, Ozanla Gökhan geride, lan acaba ozanı geride oynamaya ikna edebilir miyiz gökhan uyuyup gelemese kim gelebilir ki gayko? yok yok o olamaz, bora? ne saçmalıom ya... Başka kim var?" gibi düşüncelerle eve vardım...