KAMP GÜNLÜKLERİ

1. GÜN
* Kamp alanına gelir gelmez yaptığım ilk iş buraya daha önce gelen insanları incelemek oldu. Yaş ortalamasının 45-50 arasında salındığı bu yerde geçireceğim birkaç günlük emekli hayatı eminim bana çok iyi gelecek.
* Çadırı kurma görevini babamın gözüne girebilmek için ben üstlendim. Mühendislik bakış açısının avantajlarını çok iyi kullanarak çadırı iki buçuk saatte kurdum. Ama bu babamı pek memnun etmedi. Kent insanını memnun etmek zor.
* Az önce hamaktan düştüm. Demek ki şehir hayatından kopup doğal hayatla tamamiyle bütünleşememişim. * Kamp alanının işletmecisi gelip bizden para istedi. Ben de işletme okuyorum diyip sempatisini kazanmaya çalıştım ama pek oralı olmadı. Kırsal kesim insanlarına özgü bir görmüş geçirmişlikle uzaklara baktı. Suskunluk uzayınca babam bu gerilime daha fazla dayanamayıp parayı verdi. Sonra da sinirini benden çıkardı. Bazıları hala kamp hayatının zorluklarını olgunlukla karşılayamıyor, yazık.  

2. GÜN
* Bu sabah bambaşka bir farkındalıkla uyandım. Önceki akşam türlü mahlukatın çıkardığı sesler eşliğinde temiz havayı ciğerlerime nüfuz edip uyumak, yeni günü berrak bir zihinle karşılamamı sağladı. Ya da fazla oksijen kafa yaptı.
* Sigaram bitti ve burada hiç tekel yok ama bunu sorun etmiyorum. Doğayla bütünleşmenin en önemli kuralı spor yapmaktır. Ben de sigarayı bırakıp spora abanacağım. İşe yüzme ile başlayabilirim. Hmm, sanırım bu fikri sevdim.
* Denizde binbir türlü böcek bir türlü rahat bırakmadı beni. Yatarken sivrisineklerden çektiğimi denizde de böceklerden çektim. Demek ki doğa beni kabullendi ve bir parçası olarak görmeye başladı.
 * Sanırım babamın da sigarası bitti çünkü ikide bir gelip bana çatıyor. Keşke o da anın tadını çıkarmayı başarabilse. Onun için bazen çok üzülüyorum.
 * Çadırın odalarından birini böcek basmış. Babam da diğer odayı bana kaptırmamak için erkenden uyudu. İşte bana hamakta sallanıp yıldızları seyrederken uykuya dalmak için müthiş bir fırsat!  

3. GÜN
* Hamak resmen ebemi sikti. Sineği ayrı dert, ikide bir yere düşmesi ayrı dert. Gözüme bir damla uyku girmedi şerefsizim. Ama bu sayede doğanın zorlu şartlarına babamdan daha çabuk ayak uydurabileceğim. Keşke o da benim kadar şanslı olabilse.
* Bu işletmenin sahibi bizden girişte para aldığı yetmiyormuş gibi tuvalete girerken de para istiyor. Neyse ki burada yaşamaya çabuk alıştım da onun da halinden anlıyorum. Yoksa ben o yavşağın amına koymayı da bilirdim.
* Yan çadırda kalan ailenin küçük çocuğunu az kalsın dövecektim. Ama son anda kendimi toparlayıp seviyemi düşürmedim. O ç de gelmiş bana taş atıyo. Sanırım sigarasızlıktan biraz asabileştim. Artık doğayla bütünleşme ayağına katlanacağız.
 *Akşama doğru bir sürü aile hafta sonu kalmak için kamp alanına geldi. Aile dediysem her biri birer aşiret. Yepyeni yüzler, kamp alanına eminim renk katacaklardır. Yarın sabah her biriyle teker teker tanışmak için sabırsızlanıyorum.

4. GÜN
* Orospu çocukları! Müzik açanı mı dersin, halay çekeni mi dersin. Sabaha kadar uyutmadılar. Ulan ben böyle hayvanlık görmedim be. Siktimin hamağının ipleri de götümü kesti zaten. Paramızla rezil olduk. Baba oğul vakit geçireceğiz derken şu düştüğümüz hale bak a q.
* Babamı da ikna edip arabaya atladığımız gibi eve döndük. Birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduğumuz için mutluyum. Bi daha siksen kampa falan gitmem mesela. Bakalım bir sonraki yaz tatili bana nasıl sürprizler hazırlamış...

Son zamanlarda birbirinizden ne kadar haberdarsınız lan?


Nasılsınız benim güzel kardeşlerim?..Nasılsınız benim bu güne kadarki en güzel yıllarımı beraber geçirdiğim harbi kardeşlerim?..Son zamanlarda, görüşmeyeli, bu aralar nasılsınız?..Ben iyiyim normalim ama nerden bileceksiniz ki?..Hanginiz kaçınızdan ne kadar haberdarsınız lan?

Benden haberdar mısınız mesela?..Başıma bişey geldiğinden falan söylemiyorum lan... normal şeylerden bahsediyorum...Napıyorum mesela?nerdeyim?nelerle meşgulum?en son nerde görüştük? neler değişti kafamda?en son ne tivit attım?...
En son "Senin yoluna bakıyorum sensiz...Sana bi'şeyler söylüyorum sen yoksun..."    yazdım mesela...
Acaba orada tanrıya mı seslendim, yoksa eski bi sevgiliye mi, yoksa babama mı anama mı, yoksa size mi ne biliyim başka herhangi bişeye mi seslendim acaba?..

Aynı şeyler sizin için de geçerli...En son hanginizi hatırlayıp gülümsedim acaba?..

Ulan eşek herifler...Sizinle sadece 4 yıl bişeyler paylaşmak için tanışmadım ben ona göre...Yıllar sonra bizi dünyanın herhangi biyerinde 10 kişiden fazla göremessem üzülürüm...Herneyse...Devam...

CACIK

Sözüm meclisten dışarı dostlar
Bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
Hani dilim dilim doğrasalar beni
Marmara Ege Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur diyorum

Derdim öylesine büyük ki dostlar
Kırka yarıp yine kırka bölseler
Ve kırk bostana gübre diye serpseler
Kırkbin tane ot biter de kırkbin derde deva olur diyorum

Ne oldu bana böyle durup dururken
Oğlan aldı başını gitti kız zaten lafımı dinlemezdi
Düğmem kopuk paçam sökük oramda buramda çengelli iğneler
Bir de çengelli iğne nazar bozar derler

Hanımın çorabı kaçık başında bigudiler
Karabaş bile, karabaş bile suratıma bakıp bakıp havlıyor
Öğünmek gibi olmasın ama dostlar
Kendimi hıyar gibi hissediyorum

Hani ince kıyım doğrasalar beni Akdeniz cacık olur diyorum
Ve hatta Atlas okyanusu ve hatta Hint okyanusu
Ve hatta hatta Büyük okyanus bile cacık olur diyorum
Böyle cacığa rakı mı dayanır

Çivi çiviyi söker derler soğuktan donanı buzla ovarlar
Ben zaten yanmışım dostlar peki beni fırına mı koysalar
Zeytin suyuna kuru ekmek böyle gelmiş böyle gidecek

halkın içinden


artiz halkın içinden halka bir tepki olarak 11 Eylül 1990 tarihinde dogdu.
" kelimenin tam anlamıyla çağdaş bir türk genci, aydın ve kemalist bir zihin, rasyonel batılı bir ideolog"

geri geldim


Rap' imi çarmıha gerdim, sosyal medyaya degineyim istedim.

sosyal medya mosyal medya, sikişmiş oldugunuz için cok sevdiniz soyal medya olayını. hepiniz sosyal medyanın cıkmasını bekliyormussunuz sükse yaratmak için. yememiş içmemiş bugunu beklemişsiniz, adeta sosyal medya cıksa da hayatımızı bunun uzerinden sekillendirsek demişsiniz, ben bugun bunu farkettim.

sizin ben bi içinizde gezdireyim de rahat edin, uzun zaman sikmiyordum kardeş, sizi en iyisi ben bi sikeyim. hepimiz rahatlayalım.

Öncelikle biz evvelden "internete girerdik." onun adı internete girmekti, nette takılırdık, kesme işaretine de gerek yok fakat ben cok bildigim için koyayım dedim. biz zaar gibi bilgisayar oyunu oynar, onun dısında kalan vaktimizde de kısıtlı imkanlarla nette dolasırdık. bugunun internet kullanıcıları bizi siklemez "lan bunlar cocuk oyunu ne sikimsonik işler ugrasıyonuz amına koyayim" derlerdi.

he şimdi noldu, annelerinin basitlikle yogurdu bu orospu cocukları olaya uyandılar, yine aynı kolaylıkta çeşitli yapılar peydahlanmaya basladı twitter mwitter. Bu insanlar basitliklerini bizim internetimize bulaştırdılar. eminim hepiniz ayıksınız, basitlik gozunuzu bulamasın efendiler. gorunen durum sudur ki bu adamlar kitleler halinde bizim internetimize aktılar, o gunden beridir dur durak demeden yavsaklasmaya devam etmektedirler.

ben uyandım siz de uyanın istedim.

benim bunlarla olayım burda bitmeyecek. ama yoruldum ve yazmak istemiyorum su anda daha fazla, emin olun ki ben bu körpe yosmaları keyfim geldikçe, bakın net söylüyorum, evlerinden alıp evlerine bırakacağım.

kokunu kurutacagız bunların hep beraber, siz kafanıza takmayın esen kalın.
yalnızlığımdan değilde okumuşluğumdan yazmak istedim.biraz kendi dünyama çekildim.çok fazla iddaa var bu günlerde şudur budur odur. yaşımız ölüme doğru uzadıkça ben bunu böyle biliyorum deme katsayımız linnerden eksponasiyele geçerken değişen fikirlerimiz pek bir sıfıra yaklaşıyorlar.gece gece oturup babası ölmüş birinin baba özlemini dinledim gözlerim doldu. şu günlerde çok fazla aklımda yaşlandığım.annemin gözlerinin çevresindeki kırışıklardan ve babamın sakallarının beyazlamasından çok fazla duygu üretiyorum bedenimde. üzüntü korku ve o ölecekleri günü nasıl karşılayacağım düşüncesi.yok o değil evdeki civcivimizi bir kedi kaptı da içimden neler geçti nasıl bir anlık boşluk oluştu tarifsiz. ben de ölücem ve ölürüm ölürsün ölürüz. halbuki yaşayabilmek için tüm çabalarım.ee ne bok yicez? umarım siz de üzülürsünüz

Türkiye'nin Gerçekleri - 1

Uzaklarda, ufacık bir köyde kendi başına yaşayan yalnız bir demirci vardı. Köy ahalisiyle pek içli dışlı olmayan bu demirci hakkında kimsenin pek birşey bilmemesiyle beraber bir-iki konuşmasında da ağır başlılığıyla halkın saygısını kazanmış kırklı yaşlarda olduğu söylenen bir adamcağız. Bir gün, ormanda kestiği odunları sırtına yüklemiş sallana sallana köye dönerken arkasından sertçe birinin dürtmesiyle bütün odunları etrafa saçılmış. Bir hışımla arkasını döndüğünde kan ter içinde bir köylünün kendisini uyardığını görür: "Kaç ağam! Gitme köye! Haydutlar bastı, yakaladıklarını kesiyorlar, gördüklerini vuruyorlar! Kaç canını kurtar." Demirci odunlarının yere dökülmesiyle hiddetinden kabardığı için adamın ne dediğini dinlememiş kendisine en yakın duran oduna uzanıp, sırtına vuran köylünün kafasını yarmış. Dökülen odunlarını tekrar yüklendikten sonra sallana sallana köye yürümeye devam etmiş.

Sniper - Part 7


3 Yıl Önce (2008..)

“ Ne istiyorsunuz benden? “ diye sordu kendine gelince. Gözlerini açmamış olmasına rağmen odadaki keskin kan kokusunu hissedebiliyordu. Tahminine göre teşkilatın işkence yapılan odasındaydı. Bu oda da Artiz’in yaptığı işkenceleri hep merak etmişti. Söylediklerine hala cevap gelmemişti. Rahatsız edici kısa bir sessizlikten sonra gözlerini açtığında karşısında Artiz ve Ziya’yı gördü. Artiz her zamanki gibi siyah gözlüklerini takmış, tahta bir sandalye de oturuyordu. İçinde bulunduğu odayı da doğru tahmin etmişti, gerçekten de işkence yapmak istediği biri olduğunda onu getirdiği teşkilat odasıydı burası, duvarları kanlarla süslenmiş kare bir oda ve içinde odaya göre konumu ortalanmış, işkence yapacağı insanı oturtacağı sandalyeyle birlikte işkence aletlerinin olduğu ufak sehpa. Şimdi o sandalyede kendisi oturuyordu. “ Neden? “ diye sordu Melek, sesi hala soğukkanlı ve sakindi. Sanki o, Artiz ve Ziya’yı yakalamış konuşturmaya çalışıyor gibiydi. İkisinden yine cevap gelmedi. Artizden gözlerini çevirip Ziya’ya bakınca, işkence aletleriyle oynadığını gördü. İşte şimdi korkmaya başlamıştı. Çünkü Artiz’in işkence konusundaki fikirleriyle Ziya’nın bunu uygulayışındaki korkunçluğu tüm teşkilat, hatta diğer teşkilatlar bile bilirdi. “ Ziya abi neden? “ diye sordu, onlardan cevap gelmedikçe, sakinliğini kaybediyordu. Artiz oturduğu yerden “ Önce o değerli tırnaklarını çıkart, sonra başlayalım “ dedi Ziya’ya. Ziya elindeki kıskaçla Meleğin başparmak tırnağını tuttu. Bir saniyeliğine Melek’e baktı, ve çekti.

Altıncı tırnağında Melek artık çığlık atmaya başlamıştı. Elindeki son tırnak çekilirken yarı baygın haldeydi. Hala “ Neden “ diye sayıklıyordu. “ Artık başlayalım “ dedi Artiz ve kapıda bekleyen doktorları içeriye çağırdı.

Bir saat geçmişti, ve bu bir saat sonunda teşkilatın en dayanıklı ajanı olarak görülen Melek, teşkilatta işkence adına kürsüsü olan Artiz’in karşısında sadece ölmek istiyordu. “İnsanlarda parmaklar neden o kadar önemlidir bunu hiç düşündün mü Melek?” dedi Artiz sigarasını yakarken.  “Neden işkence yapılırken, bunun eğitimini almamış insanların bile bilinçdışı bir şekilde parmaklardan başladığını düşündün mü hiç?” diyerek devam etti. Açıkçası Melek’te parmaklardan başlamayı çok severdi ve bugüne kadar bu konuyla ilgili hiçbirşey düşünmemişti, şu anda da bunu düşünmesi imkansızdı. “İnsanlarda parmaklar onlar için herşeydir. Tüm aktivitelerini, yaşamını, herşeyini parmaklarıyla idame ettirir insanlar. Ve bu parmaklara herhangi bir zarar gelmesi durumu bile onları piskolojikman yaralar, ağır bir zarar gelmesi halinde ise o parmaklar işlevselliğini yüzde 70 oranında kaybeder. Bunun tek sebebi girdikleri piskolojik çöküntüdür. Yani senin parmaklarını şu anda tek tek koparıp tekrardan diksek, vereceğimiz zarardan hiçbir iz kalmasa bile o parmaklarla bir daha doğru düzgün bir şey yapamayacaksın.” dedi Artiz, sesi her zamankinden daha yavaş ve sakindi. Ziya ve doktorlar durmuş Artiz’in vereceği komutu bekliyorlardı. “Devam edebilirsiniz” dedi Artiz beklenen emri vererek.

Parmakları kesildikçe, ortaya çıkan sinirler ve kanlar arttıkça Meleğin çığlıkları kulakları sağır edecek boyutlara ulaşıyordu. Her parmağı farklı bir aletle kesiyordu Ziya. Artiz’in başka bir sapıklığıydı bu da. Her alet farklı bir acı yaşatacaktı ona. Bu işkenceyi sadece acı çektirmek istedikleri biri olduğunda yaparlardı. Eline bu sefer kalemi aldı. Uzun uzun kaleme baktı. Artiz’in Melek için özel olarak koydurttuğu bir aletti bu. İlk defa bir kalemle parmak koparacaktı. Meleğe tekrardan bir göz attı Ziya. Onunla birlikte gittiği görevleri düşündü. Ona ilk abi dediği zamanı, onu kızı gibi sevdiği zamanları hatırladı. Ona çektirdiği acı karşısında onun da gözünden bir damla gözyaşı gelmişti. Melek’te Ziya abiye bakıyordu artık, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, yanağından makyajı kendi kanıyla birlikte karışarak akıyordu. Abi yapma artık diyebilecek gücü kalmamıştı, kafasını iki yana çevirdi yalvarırcasına.

Doktorlar tek tek kesilen parmaklara müdahale ettikten sonra, kesilen sol ele müdahele etmekte pek zorlanmadılar. Her parmağın kesiminde  “ Yine bayıldı, adrenalin iğnesini getirin “ dedi doktorların başında duran adam. Odada ki sandalyenin yerinde artık ameliyat düzeneği  kurulmuştu, hem işkence için, hem de o anda müdahale için muhteşem bir ortam hazırlanmıştı.

İkinci saatin sonunda, kol ve bacakları olmayan Melek bir yandan diğer yaraları yüzünden kan kaybediyor, diğer yandan ünite ünite kan alıyordu. Ağaç budar gibi kollarını bacaklarını kesmişlerdi resmen. Artiz altıncı sigarasını yakmış, ortasından tutarak bir dede gibi içmeye devam ediyordu. İkinci nefesini aldıktan sonra, “ Sen Kha’yı harcadın “ dedi oturduğu yerde. Ziya hala ayakta, elinde testereden sonra tuttuğu yıldız başlı tornavidayla komedi filmlerindeki absürt karakterler gibi duruyor, bir yandan da gelecek yeni komutu bekliyor, ‘ Yıldız başlı tornavidayı işkence konusunda kullanmak nedir amınakoyim ‘ diye düşünüyordu. Melek ise işkenceden dolayı hiçbirşey duyamayacak haldeydi. “ Sen beni öldürmeye çalıştın. Sana hiçbir zararım olmadığı halde, seninle hiçbir şekilde yolumuz kesişmeyeceği halde, geldin beni  de öldürmeye çalıştın. “ dedi, sinirlenmişti besbelli. “ Son kısma geçebilirsin artık “ diyerek son komutunu verdi Ziya’ya. Doktorlar geri çekildi, Ziya elindeki tornavidayı bırakarak silahını çekti, susturucusunu taktı ve Meleğin kafasına iki tane sıktı.

Sniper - Part 6

Günümüz (2011) 
“Yeter, dayanamıyorum, yapma artık“ diye bitkin bir çığlık attı Berna. Evimin bodrumundaydık. O bağırdıkça kendimden geçiyor, içimde oluşan o pislikçe coşkuya engel olamıyordum. Berna’nın kıçına soktuğum bira şişesini çıkarttım. Bira şişesini yarısına kadar sokmuştum ve şişenin ucundaki kanı, tanımlayamadığım parçacıkları ve ekstradan bir de domates kabuğunu seçebiliyordum. Şişeyi çıkarmamla Berna’nın, sanki ona hiç işkence etmemişim gibi, ayağa kalkması, bana dimdik ve boş gözlerle bakması bir oldu. Ellerindeki zincirler çözülmüştü hiç anlayamadığım şekilde. “ Eee Amo efendi, şimdi sıra bende “ dedi, elinde bıçak olduğunu tahmin ettiğim bir parıltı vardı. Bir anda karnıma soktu elindeki parıltıyı, hala ne olduğu tam anlaşılmıyordu. “Ahh” diye bağırarak uyandım.
 Ebatları maksimum 6 kişiyi kaldıracak, dikdörtgen biçiminde yapılmış bodrumda Berna’yı zincirlediğim köşenin biraz ötesindeydim. Ona işkence yapmaktan yorulmuş ve uyuya kalmıştım. Berna da yorgunluktan bitap düşmüştü ancak hala oturduğu sandalyede dik durmaya çalışıyor, bana bakıyordu. “ Ziya abinin bu işin içindeki yeri ne? Bana doğruları söylemeden bu acın azalmayacak, işkence konusunda acımasızca bir acemiliğim olduğunu sende biliyorsundur. Şimdi, cevap verecek misin bana? “ dedim, sandalyeye zincirlediğim iki elini ovuşturarak, zincirin eline olan o kesici baskısını ve acısını azaltmaya çalışıyordum. “ Ziya abiyi tanımıyorum, ismen üst kademede biri olduğunu biliyorum. Bana emirleri veren - “ dedi yutkunarak. “ Evet, emirleri veren?? “ dedim merakımı onunda anlamasını belli eder şekilde. “ Melek Hanımdı. Senin artık bu iş için kalifiye olmadığını düşünüyor. Ziya abiyi öldürmeye çalışıyormuş gibi yapma planı da onun fikriydi. Sen, suikast düzenlediğin hedefinin çevresi ve üstleri Ziya abi den şüphelenmesinler diye onu da öldürmeye çalışmış gibi yaptığını düşünüyorsun, ancak bu plan daha önceden de Melek Hanım tarafından uygulandı, bu yaptığın, Ziya abiye de olan suikast denemesi, üst kademelerde senin onun ölümünü istediğin şekilde anlaşılacak, senin ölüm emrini getirecekti, ki nitekim de öyle olmuştur. Melek Hanım da beni oraya koydu işini hemen bitirmem için “ dedi, soluk alışında zorluk çektiğini hissediyordum. Yalan söylüyor olmalıydı, çünkü Melek Hanım 3 yıl önce öldürülmüştü. Ondan sonra, Ziya abi onun yerine geçmiş, artık üst kademenin verdiği görevlerin onun tarafından iletileceğini söylemişti. Beynim zonkluyordu artık, mantıklı düşünme yeteneğimi kaybediyordum. Kızın suratına baktım, acıdan gerçekten bitap düşmüştü ve artık ya ölmek yada kurtulmak istiyordu. Öylece suratına bakınca ne kadar güzel olduğunu tekrar farketmiştim. Onunla delicesine sevişme isteği belirdi zihnimde. Elimi saçına attım. “ Ne yapıyorsun, yeter artık bildiğim ne varsa söylüyorum zaten yapmaa “ diye bağırdı. “ Sadece kontrol ediyorum peruk mu gerçek mi diye “ dedim. Gerçek olduğunu anlayınca, hemen üzerine çullandım. Kendimi delicesine tatmin ediyordum. İşim bitince, saatime baktım. Halletmem gereken diğer işe gecikmiştim. Ufak bodrumdan çıkarak, onu inlemeleriyle ve daha da artan acısıyla başbaşa bıraktım.
Çevirdiğim numara açmayınca, telefonuma tekrar baktım. Yeraltı dünyasında yeni yeni kurulan, süper 3 lü diye isim çıkarmış olan 3 tane katilin oluşturduğu grubun telesekreteri gibi bişiyi arıyordum. Gruplarının ismindeki ergenik tınıyı yeni farkediyordum. Heralde bir grup kurarken, başına süper koyup yanına kişi sayısını koymak pek yaratıcılık istemiyordu. Numarayı tekrar çevirince, bu sefer karşımdan direk cevap geldi; “ Ne var bea “. “ Ppardon, ben Amo, sizinle konuşmak istiyorum. Çok önemli bilgiler var elimde sizin de kullanabileceğiniz, ayrıca bazı şeyler öğrenmem gerekiyor sizden, telefonda söylemem uygun olmaz “ dedim. “ Tamam, 2 saat sonra Beşiktaş sahilinde ol, fazla zamanım yok acele et. “ dedi, konuşmasından adının Şopar olduğunu tahmin ettiğim eleman. Sesimdeki titremeyi iyi ayarlamıştım, bir şey anlamamıştı.
Bir saat sonra arabamı Beşiktaş iskelesinde onun oturacağı en büyük ihtimalli bankın arkasına çektim. Bankı en iyi gören ağaçlardan birinin dibine girip yere çöktüm. Üzerimdeki ayyaş kıyafetiyle hiç de dikkat çekmiyordum. Yaklaşık yarım saat geçmeden, Şopar gelmişti. Sesimdeki titremeden ve konuşmamdan, ona saygı duyduğum ve ondan korktuğum imajını vermiştim ve o da bu yüzden tek başına gelmişti. Ayrıca en son yaptıkları işten sonra, kendilerini yenilmez zannediyorlardı. Bunun da verdiği bir kibir vardı. Tahmin ettiğim banka oturdu ve etrafını kesmeye başladı. Her ne kadar kibiri varsa da, buluşmaya yarım saat erkenden gelip etrafı kontrol etmekten geri de durmamıştı. Onun 4-5 metre arkasındaki ağacın dibinde, bir elimde şarap şişesi, diğerinde cebimde tuttuğum silahım bekliyordum. Buluşma saati gelince, silahımı cebimden çıkarıp namlusunu Şopar’ın ensesine doğru nişanladım. Ateşlediğimde gelen ‘pıt’ sesi ve Şopar’a değmesiyle, zıplaması bir oldu. Yaklaşık 3 saniye sonra, şopar ensesine yediği bayıltıcı iğneyle yere yığılmıştı. Hemen gittim yanına ve bir kolundan girip onu arabama doğru taşıdım. Sahilde bizi görenler iki ayyaş zannedeceklerdi, ki Şopar da büyük ihtimalle en son buraya gelmeden önce içiyordu. Nefesi yüzünden bende iki saniyelik bi durgunluk ve bayılma tehlikesi geçirmiştim. Ancak onu arabamın bagajına atmayı başarmıştım ve bunu yaptığımda, evde yine nasıl sapıkça bir şenlik çıktı diye sevincimden yerimde duramıyordum.

Sniper - Part V

7 Sene Önce (2004..)- Hastane

Kha’yı bıraktığım yerde buldum. Onların bu yaptıkları ihanete anlam veremediğimden, sinirim ekstradan artıyor, köpürüyordum. ‘ Neden bu kadar manasız bir şey yaptılar, benden boşanmak isteseydi elbette boşanırdım, çocukluk ve en yakın arkadaşlarımdan olan Kha, nasıl böyle bir şey yapabilir, nasıl sevdiğim kadına o gözle bakabilir ‘ gibi sorular aklımın içine sıçıyordu. Kha’nın gözlerinin içine baktım, gözlerim ‘ Neden? ‘ diye bağırıyordu. Bana baktı. “ Noldu Ahmet? “ dedi. “ Ananın amı oldu amcık “ diyip bir anlık şehvetle, pantolonuma sıkıştırdığım silahı elime alıp ona doğrulttum. Doğrultmamla elinin kendi pantolonunun silah olan yerine gitmesi bir oldu. Hani derler ya gözünü kırpmadan, o pozisyonda hızlıca ateş ettim. Yakınındaki koltukta oturduğumdan, göğsüne hiza alabilmiştim anca. Kha’nın gözleri, korku ve şokla karışık ihtiras ve şehvete sahipti adeta bir pembe diziyle yarışırcasına. İkinci mermiyi ateşlediğimde, vücudu dengesini kaybedip yere düştü. Bu mermiyle birlikte içime bir rahatlık, bir memnuniyet dolmuştu. Kanımdaki töre, adam öldürme karşısındaki canilik, güce karşı olan istek kendini öne çıkarıyordu. O gazla zaten bir el daha sıkmam içten bile değildi, ki sıktım. Üçüncü mermi de Kha, artık cansızdı. Kha’nın cansız vücudunun karşımdaki gerçekliğini farkettikçe, eski halime dönüyor, ‘ ne yaptım ben ‘ moduna geçiyordum. Elimdeki silahı fırlattım, yeni yeni boş olduğunu farkettiğim koridora. Sinem’in doktoru ve Kha’nın da arkadaşı olan doktor, koşar adım yanıma geldi “ Başaracağını zannetmiyordum, ama tabi ben vücut doktoruyum, zihin doktoru değilim. Buyur bu yönden gideceğiz, Embi ve Melek otoparkta seni bekliyorlardır şimdi. “ dedi kolumdan çekiştirerek.
Otoparkta, bindiğimiz asansörün kapısı açıldığında, gerçekten de karşımda onların beklediğini gördüm. “ Sınavı geçtin, aramıza hoş geldin “ dedi Embi. “ Film replikleriyle mi konuşuyorsun artık “ diyip azarı bastı ona Melek. Embi, utancından pembeleşmiş yanaklarını belli etmemek içinde olsa gerek, hafifçe başını öne eğdi. “ Silahını yukarı da mı bıraktın, yoksa getirdin mi “ diye devam etti Melek. “ Ben, ben, bıraktım, unutmuşum “ dedim kekeleyerek, hala şoku atlatamamıştım. “ Sana söylemiştim, ne kadar zekasına güvensekte, hiç kimse ilk seferde başaramaz “ dedi Melek bana doğru bakmaya devam ederek, yine Embi’ye söylüyordu sanırım. “ Buyrun, silah burda, benim işim de bitti sanırım Melek Hanım, yukarıda ilgilenmem gereken bir ceset var bildiğiniz gibi “ dedi Doktor. “ Gidebilirsiniz “ dedi Melek. Bana göz kırptıktan sonra, asansöre tekrar bindi Doktor, yüzü gülüyordu yeni bir arkadaş edindiği için. “ Size, yeni isminiz olarak Amo’yu öneriyoruz. Beğensenizde beğenmeseniz de bu şekilde hitap edeceğiz, sonra anabacı yapmayın aramız bozulmasın “ dedi Embi, Melekle birlikte arabalara doğru hareket etmeye başlamışlardı. Bende peşlerinden yürüdüm. Sesi otoparkta yankılanarak, sanki söylediklerini aklıma kazımam gerekiyormuş gibi geliyordu. “ Bu gerçekten de senin ilk görevindi, şimdi sana bir paket vereceğiz, gizli kimliğinle ilgili herşey bu pakette “ dedi Embi, yavaş adımlarla yanına geldiği golf marka arabanın bagajından aldığı sarı zarfı bana uzatıp. “ Açmana şimdi gerek yok, 2 gün sonra eğitime başlayacaksın. “ diyerek devam etti. “ Tabi bunun ne eğitimi olduğunu merak ediyorsundur, bizim katilimiz olacaksın, sana öldür dediğimiz insanları, ki genellikle bunlar Yahudi-İsrail-Amerika üçgenindeki kötüler veya topraklarımızda zulüm yapanlar olurlar, öldüreceksin. Aldığın eğitim seni buna en iyi düzeyde yetiştirecek. Kabul etmezsen, işlediğin cinayet yüzünden hapse düşersin. Hapiste de, zaten hayattan bir beklentisi kalmamış, en az 4 defa ağırlaşmış müebbet yemiş bir mahkum tarafından şişlenip ölürsün, tabi öncesinde defalarca sikildikten sonra. O yüzden düşünüp taşın ve kararını buna göre ver. 2 gün sonra seni evinden alacağız. Eğitim merkezinde, bu ülkede katil olabilmek için alabileceğin en iyi eğitimlerden birini alacaksın, eski terörle mücadele özel timlerinde çok iyi katiller yetişirdi, köylüler olsun, çoban olsun, kadın olsun, silahsız olsun, bebe olsun, kimi öldür desek, tereddüt etmeden, neden diye sormadan öldürürlerdi “ dedi Embi, sesinde o günlere duyduğu özlem belli oluyordu. Melek bu sırada zaten arabaya binmişti. Embi de sürücü koltuğuna geçtikten sonra “ Onlar gibi emir komuta zincirine bağlı olmayacaksın ama, çünkü seni bir makine gibi değil de, daha çok Dextervari yetiştireceğiz, mantığına da zaten uyacak yapacakların. 14. sezonunu da çekmeye başlamışlar, Dexter bu sefer yakalanabilir diyorlar ama inanmıyorum tabi, kaçın kurası adam “ dedi. Son dediklerine anlam veremedim ama, önceki dediklerini gerçekten de aklıma kazıdım. Onlar arabayla giderken, ellerime bulaşmış Kha’nın kanı ile bir başıma kalmış, hastanenin otoparkında bu işten nasıl çıkacağımı düşünüyordum.

Sniper - Part IV

Günümüz (2011)

Suikastı gerçekleştirdiğim çatının alt katındaki, önüme ilk çıkan odadan içeri girdim. Eğer kaçmadıysa, yansımalardan gördüğüm buradaki sniperı da görebilecektim. Tahminen kadındı, 25-30 yaşları arası, 1.70 boylarında. Silahını tutuş biçiminden ustalığa geçiş döneminde olduğunu zannediyorum. Oda da, en uzaktaki pencerelerden birinin açık bırakılmış olduğunu gördüm, acemice bir hataydı, arkasında en ufak bir iz bile bırakmamış olması gerekiyordu, öğretilen ilk 3 kuraldan biriydi bu. Ustalığa geçiş dönemi olduğu konusunda yanılmış olabilirdim, ama onu küçümsemedim, bu da diğer bir kuraldı, rakibinizi, hedefinizi asla küçümsemeyin. Pencereye doğru adım adım ilerledim. Bu ofis odası da, diğer ofis odaları gibi masalar, arkalarında o masaya sahip olan, çalışanın oturduğu sandalye, masanın diğer tarafında da müşteriler için konulmuş ikişer tane sandalye ve ortalarındaki ufak bir masadan oluşuyorlardı. Açık olan pencere, en sondaki masanın yanındaydı. Yaklaştıkça, arkasında aceleyle bırakmış olduğu diğer eşyalarını görebiliyordum. İçi boş, büyük ihtimalle yanına aldığı ufak silahı için bir çanta, yerdeki mermi kovanları, sniperının dürbün kısmı ve çantasının içindeki birkaç dosya. Açık pencereden dışarı baktım, neredeyse benim açımla aynı açıya sahipti, hatta daha bile iyi konumda olduğu söylenebilirdi. Dışarı da, tahmin ettiğim gibi öldürdüğüm hedefimin cesedi hemen kaldırılmış, korumalar ve Ziya abi ortadan kaybolmuştu. Sanki az önce bir suikast gerçekleştirilmemiş gibiydi, ancak korumaların olduğum binaya girdiklerinden ve arama yaptıklarından emindim. Bunları düşünürken, arkamda gezinen biri olduğunu farkedememiştim. Sırtıma silahın namlusu geldiğinde artık herhangi bir şey yapmam için çok geçti. “ Yavaş yavaş sırtını bana dön, seni öldürmek istemiyorum, ani bir şey yapma ve ikimiz de burdan sağ çıkalım “ dedi, bir kız sesi. Arkamı yavaş yavaş döndüm, elinde silahı bana doğrultmuş, 25 yaşından büyük olmayan, güzelliğiyle gerçekten birçok insanı büyüleyebilecek, siyah özel görev üniforması içinde olan bir kızla karşı karşıyaydım. Uzun siyah saçları ve hafifçe yapılmış makyajıyla adeta bir mankendi. Böyle birine nasıl olur da gafil avlandım gibi sexist bir düşünce geçti bir an aklımdan. “ İşini bitirmek istemiyorum, ancak patronlarım bana, seni öldürürsem yerine benim geçebileceğimi söylediler. Bu da yaptığın son işti, bir nevi teminattım aynı zamanda da. “ dedi, sesindeki belli etmemeye çalıştığı titremeyi alabiliyordum. “ Şimdi, teşkilattaki en iyi katillerden biri olduğun için, ikimizi de bu işten canlı çıkaracak bir şey düşünmeni istiyorum, sana dostluğumu gösterdim, bana aynı şekilde davran ve nezaket göster “ “ Patronların sana, benim güzel kızlara olan zaafımı da söylediler sanırım, sana zarar vermeyeceğimi düşündüğüne ve silahını kafama doğru değilde vücuduma doğru tuttuğuna göre “ dedim -öldüğünden emin olmak istiyorsanız silahınızı her zaman hedefinizin kafasına doğru tutun - Gülümsedi. “ Bana güvenmen için, silahımı şimdi sana uzatıyorum, sebebsiz yere kimseyi de öldürmeyeceğini biliyorum “ dedi, elindeki 9mm silahı ters çevirip bana uzatarak. Elime aldım, namlusunu ona doğru uzattım, gözlerinde onu öldürmeyeceğimi bilen bir rahatlık görüyordum, ki gerçekten de onu sebepsiz yere öldürecekte değildim. Silahı ona geri uzatarak “ Alabilirsin, aşşağıya inerken lazım olabilir, benimki bana yeter “ dedim. Eline aldı ve konuşmaya başladı; “ Şimdi, korumalar yanlış saymadıysam 8 kişiler- “ “ Yanlış saymadın, ama karşı binanın içindekilerle birlikte toplamda 12 kişiler “ “ Peki, korumalara karşı bir çıkış planın olduğunu zannediyorum, tabi Polat Alemdarvari çıkıp 12 ye 1 çatışmaya girmeyeceksen “ “ Evet vardı, ama kaybettiğim zamanı göz önüne aldığımda, artık o planı kullanamayız. Seninle birlikte aşşağı katlara ineceğiz, 3 alt katta polis üniforması var, herzaman bir B planı yaparım, onu giyeceğim, sonra seninle birlikte en alta ineceğiz, eğer onlardan biriyle karşılaşırsak, Ziya abinin polisin içindeki adamıymış gibi yapıp, seni konuşturmaya onun yanına götürdüğümü söyleyeceğim, giriş katında, girişin sol tarafındaki ufak odaya gireceğiz, o odaya girdiğimizde yerdeki ipe dikkat et, kapının arkasındaki bomba düzeneğine uzanıyor o ip, tabi hala oraya girmemişlerse, kapıyı kapatıp seni konuşturmaya çalışıyormuş gibi yapacağım, sonra kapının karşısındaki dolabın arkasındaki gizli çıkıştan kaçacağız, eğer başta onlar bizle birlikte odaya girmeye çalışırlarsa koşarak o dolaba ulaşıp kaçmaya çalışırız bomba patlamadan, sormak istediğin bir şey var mı? “ Kız, söylediklerim karşısında nefessiz kalmıştı adeta, belki öldürmek işinde benim yarım kadar şey biliyor olabilirdi, ancak plan kurma işinde pek de eğitilmemiş olduğu bu etkilenmesinden belliydi. “ Tamam haydi “ diyebildi. Kat çıkışına geldiğimizde, asansörlerin bizim katımıza ulaşmasına 11 kat kaldığını gördüm, merdivenlerden hızlıca aşşağıya yöneldik. 3 kat aşşağıya geldiğimizde, kat girişindeki danışma masasının alt çekmecisine yerleştirdiğim üniformayı üzerime hızlıca geçirdim. “ Yahu, senin adını öğrenemedim? “ dedim pantolon kemeriyle uğraşırken. “ Şule, Jale, Selma, Berna ne farkeder, nasıl olsa gerçek isimlerimizi kullanmıyoruz “ dedi. “ Şule mi, ha o en son çaktığımın adıydı “ dedim, Şule’nin sıcak olduğu kadar büyük olan göğüslerini hatırlayıp. Benden uzaklaşmasın, bir yere gitmesin diye dolaba kapatmıştım, ancak sonra böyle bi güzelliğe yaptığım bu sapıkça hareketi, ona aldığım çiçeklerle telafi etmiştim, ama mezarına. Onu dolaba kapattıktan sonra, ailemin evime gelip 3 gün boyunca evde kalması, onun açlık, susuzluk, nefessizlikle boğuşmasına sebep olmuş, temiz havası bitince de ölmesini getirmişti.
Merdivenlerde karşılaştığımız korumalara yalanımızı yutturmuş, en alt kattaki sorgu odasına çekilmiştik. Attığım feryatlara, bağırmalara, tehditlere, odanın içindeki masa, koltuk, sandalye ve dolaplara vurarak yaptığım efektler dahil oluyor, dışarıdakilere mutluluk şöleni veriyor, “ Polisin içinde de bizim adamlarımız var, güçlüyüz biz “ düşüncesi aşılıyordu. Geçit olan dolabı buldum, kapısını açtım, çıkış yolu artık gözüküyordu. İçeriye adımımı attığımda, Berna’nın arkamdan, bu sefer kafama dayadığı silahını hissettim. “ Beni buradan çıkardığın için teşekkür ederim Amo, yoksa gerçek adın olan Ahmet’i mi kullanmalıydım, silahı sana ilk verdiğim de bana geri vermemeliydin, o kadar da zeki değilmişsin ha mal “ dedi iyice çirkinleşerek. Tetiğe bastığında, silahın boş olduğunu gösteren klik sesiyle irkildi. “ Mal mı, dirty talk yaparken daha güzel kelimeler bulursun dimi bana “ dedim, arkama döndüğüm de, buz kesmiş suratını gördüm, “ Silahını bana hiç vermemeliydin, şimdi, senin gibi güzel bir kızın ölmesi çok yazık olacak, ama belli de olmaz, belki öldürmem “ diyip, kelepçeleri, bu sefer ellerini sırtında birleştirip tam kapattım . Geçitten, onu biraz da sürükleyerek kolundan tutup çıkarttım. Onu çıkartmak zor olmadı, korkudan şoka girmiş ve titriyordu. Çıktığımızda, onu, parka bıraktığım arabamın bagajına attığım gibi evin yolunu tuttum.

Sniper - Part III

7 Sene Önce (2004..)

Doktorun Odası

“ Tamam Melek Hanım planlanan şekilde ilerleyeceğim, yalnız ben Kha’ya kadının hamile olduğu yalanını söylediğimde ya o Ahmet’e bir şey söylemezse? “ “ Sen merak etme, onlar çok yakın arkadaş, Kha direk gidip ona iletecektir. “ dedi Melek, soğukkanlıydı. Doktor nedensiz bir şekilde ürkmüştü. Teşkilatın birini harcamak istediğinde gerçekten yapabileceğini ve kuracakları planların önüne geçilmeyeceğini artık daha iyi biliyordu. “ Tamam ben sizi tekrar haberdar ederim Melek Hanım. “ diyerek kapattı telefonu Doktor, haberi vermek için koridora yönelmişti.

Koridor

“Karın üç aylık hamileymiş “ dedi Kha. Aklıma ilk gelen, doktor köşelerinde harcadığımız zamanlar oldu; üç ayrı doktordan aldığımız, üçünde de, kısırlığımı onaylayan doktorların, mutlulukla imzaladıkları raporlar ve doktorların herbirinin “ Maalesef çocuğunuz olamaz “ demeleriyle karımın yüzünde oluşan hayal kırıklığı. Nasıl olmuştu diye düşüncelere girmeye gerek kalmadan anlamıştım. Yıllardır tanıdığım, en yakın arkadaşım olan Kha yapmıştı bunu. Başka kimse olamazdı, çünkü geçirdiği kaza da benden de önce, ilk o bulmuştu karımı ve benden sonra evimize en fazla giren çıkan oydu. Sanırım karıma da.
Daha sakin düşünebiliyordum. Başta dikkatimi çekmeyen eline gözüm kaydı. Sargılı olduğunu yeni fark ediyordum. “ Noldu sen de mi kaza geçirdin “ dedim. Elini farkettiğimi anlayınca daha da geri götürerek, “ İş kazası ya, o kadar mühim değil “ dedi. Zihnim, bir Çağhan Irmak filmi görmüşcesine düşüncelere dalıp, gözüme, Kha’yla Sinem’in aynı arabada olduğu görüntülerini getiriyordu. Ama sinirlenemiyordum Kha’nın suratındaki saf ifadeye ve onca yıllık dostluğumuza bakınca, olamaz diyordum hala. Telefonum çaldı. “Ahmet, seninle konuşmak istediğimiz şeyler var, hastaneden çık, yolun direk karşısındaki Cafe’ye gel, Kha’ya belli etme, karının hayatı buna bağlı” dedi diğer uçtaki ince kadın sesi. Garip bir şekilde sakin kalmıştım, kadının son dediğine rağmen. Kafasını eğmiş üzgün bir şekilde bekleyen Kha’ya “ Sigaran var mı, şu anda ihtiyacım var gerçekten “ dedim. Kha kafasını bana çevirip, “ Tekrar başlamak için gerçekten uygun bir zaman, ama ben de bırakmıştım, hatırlıyorsun “ dedi üzgün bir gülümsemeyle. “ Ben aşşağıdan alıyorum, bişi istiyor musun “ dedim. “ Yok, gerek yok “ dedi tekrar başını aşşağıya eğerek. Hala bir de utanmadan benimle böyle muhabbet edebiliyordu, beni resmen sırtımdan bıçaklayan ve zamanında kardeşim dediğim bu adam. Hastaneden çıktım, yolun karşısındaki Cafe’ye doğru adımlarımı hızlandırdım. İçeri girdiğimde, en sondaki masa da oturan bir kadın bir erkek, bakışlarını bana çevirip ısrarla baktılar. Diğer dolu olan 2 masa da bir aile ve sadece bir erkek oturduğundan, en mantıklı görünen bir kadın bir erkeğin masasına oturmaktı. Karşılarına geçtim, erkek olanı saçlarını özenle jöleleyip hafif havaya kaldırmış, giydiği tişörtle birlikte, apaçilikle marjinallik arasındaki ince çizgide kalmış bir görüntü sergiliyordu. Yanındaki kadın da ondan 3 veya 4 yaş küçük duruyordu, gözlerinde sinsi bakışlar vardı. Daha ufak gibi görünmesene rağmen, daha dominant bir görüntü sergiliyor, burada herşeye ben karar veririm havası yayıyordu etrafa. “ Bizi süzmen bittiyse konuşalım artık, ne bahane sundunuz fazla zamanımız var mı geri dönene kadar “ dedi ince fakat baskın sesiyle kadın. “ Sigara alıcam dedim, açıkcası umrumda değil zaman meselesi, beni tanıdığınıza, yanımda Kha’nın oturduğunu bildiğinize ve onu da tanıdığınıza göre burda beni aşan olaylar görüyorum. Ne istiyorsunuz, daha da önemlisi karımla ilgili ne biliyorsunuz? “ dedim. Erkek olan, “ Öncelikle tanışalım, ben Embi, kız arkadaşım da Melek “ dedi, uzun ve iri elini uzatıp. Aklıma, eli bu kadarsa siki kesin çok büyüktür bu piçin denklemi geldi, ama bu düşünceyi hemen attım, sonuçta batıl bir inançtı bu. Merhabalaşma faslı bittikten sonra, “ Şimdi, doğrusunu söylemek gerekirse, karınla ilgili bildiğimiz birçok şey var, ancak bunların içinde onun hayatını kurtaracak herhangi bir şey yok ve büyük ihtimalle onu kaybedeceksin “ dedi Melek, sesi ne titriyor, ne herhangi bir duyguya kapılıyordu, karımın hayatının onun umrunda olmadığı açıkça görülüyordu. Elini çantasına attı, içinden, devlet kademelerinde kullanılan, sarı büyük bir dosya çıkardı, üzerinde top secret yazısı eksikti birtek. Bana uzattı. “ Bu dosyayı Temeci’den aldık. Temeci’yi ilerde tanıyacaksın büyük ihtimalle. İçinde Kha ile Sinem’in fotoğrafları var, ki sana bunları göstermemize gerek yok sanırım, sen de anlamışsındır. Dosyanın içinde bir de silah var gördüğün gibi, sizin oraların yöntemiyle mendile sarılı vermiyoruz ama anlamışsındır bununla da ne yapacağını, Kha’nın işini bu silahla bitireceksin. İşini bitirmeden önce, etrafta kimsenin olmadığından emin ol, onun suratına da fazla bakma, anlaşılabilir, göğsüne ateş etme, kafasına nişan al eğer tamamiyle öldüğünden emin olmak istiyorsan, tek mermi yeter, ki bir İbrahim Tatlıses olduğunu zannetmiyorum Kha’nın, mermiye kafa attıktan sonra yaşasın, işini bitirdikten sonra da Sinem’in doktoru seni güvenli bir şekilde oradan çıkarıcak, silahınla birlikte bizim yanımıza, otoparka getiricek, sonrasını geldiğinde konuşuruz. Biliyorum bir anda böyle bir şeyle karşına geldik, ancak şunu bil ki, Sinem’de, Kha’da artık senin karın veya arkadaşın değil, onlar seni kandırdı ve sana ihanet ettiler. Bu şekilde bir ihanet elbette cezasız kalmamalı, ve bu cezayı senden başka hiçkimse vermez. Sana, bu işteki en büyük paya sahip olan Kha’yı öldürme, sonrasında da hiçbir şekilde ceza almama imkanı sunuyoruz. Bir daha bu fırsatı yakalayamassın, silahı yanına al yolda düşünürsün “ dedi Melek. Aklıma düşünceler gelmeden önce, silahı pantolonuma sıkıştırıp Cafe’den çıktım. Bu işin bu şekilde ciddileşmesini geçtim, insan öldürmeye kadar varması karşısında şok olmuştum. İçimden Kha’yla konuşmak geçiyordu, ama yaptığı şeyi kabul etmeyeceğini biliyordum, sonuçta kimse kabul etmezdi, ve tek başına kaldığı için inkar etmesi daha kolay olacaktı.
Hastaneden içeri girdim. Merdivenlerde, hala aklımda bir fikir yoktu. Sonra Kha’yla Sinem’in fotoğrafı geldi gözümün önüne, ilk defa gördüğüm bir yatak odasının ilk defa gördüğüm bir yatağında sevişiyorlardı. Sinirlenmiştim, öfke kontrolü derslerimi hatırladım, ancak o ikisinin görüntüsü gözümün önüne geldikçe başka bir şey düşünemiyordum, fotoğrafla bu yaptıklarını görmeseydim belki de yapacağım şeyi asla yapmazdım.

Sniper - Part II

7 Sene Önce (14.02.2004..)

Uzun bir aradan sonra ilk defa büyük bir proje bağlamıştık. O gün, mutluluktan havalara uçacaktım. Çünkü bu projeye yaptığım yardımlar sayesinde, terfi edip bir üst kata çıkabilmem artık daha yakındı. Patronum izin verdi, eve erken geldim. Daha hava kararmamıştı. “ Canım ben geldim “ diye seslendim. Ses yoktu. Alışverişe gitmiş olmalıydı. Buzdolabından bir şişe bira aldım. Öğrencilik günlerimden beri büyük bir istekle dilediğim şeylerden biriydi bu; eve geldiğimde, kapısı bira dolu buzdolabımın olması ve o buzdolabından hergün biramı içebilmek. Salona geçtim, hem iş arkadaşım, hem de yakın arkadaşlarımdan biri olan Kha’nın bana hediye ettiği Beethoven cdsini açtım, bilgisayarımda listemi oluşturdum ve dinlemeye başladım. Gerçekten benim için kötü bir deneyimdi. Gıy gıy gıy, müziği zevk falan vermediği gibi, kafa şişiriyordu da. Tek tanıdık gelen ve sevebildiğim parçayı, ” kardeş olun ey insanlar “ ritmiyle mırıldandım. Bitince direk kapattım. Ahmet Kaya ve Cem Karaca hariç, başka müzik dinleyemeyecektim sanırım. Televizyonda, önceki gün ünlü bir işadamının suikasta uğradığı, suikastı gerçekleştiren kişinin yaralı olarak kaçabildiğini, o kadar polis ve koruma varken kaçabilmesindeki sorumsuzluğu ve ölen iş adamının nasıl yeraltı dünyasındaki güç dengelerinde oynama yaptığı tartışılıyordu. Açıkçası zerre sikimde değildi. Telefonum çaldı. Arayan Khaydı. Telefonu açıp kulağıma götürünce, bağırışıyla irkildim. “ Hemen Balkan hastanesine gel. Sinem yoğun bakımda! “ Kan beynime fırlamıştı. Böyle mutlu bir günde bu nasıl olur diyordum. Sanırım bu da benim bencilliğimdi; hala kendi mutluluğumu düşünmem. Hastaneye ulaştığımda 20 dakikalık yolu 7-8 dakikada aldığımı farkettim. Koşarak hastaneye girdim, karımın katına çıktığımda, kapısında Kha’nın beklediğini gördüm. “ Çok kötü bir kaza geçirmiş “ dedi, farkedemediğim elini arkasına doğru saklayarak. “ Nasıl olmuş, nerde olmuş, durumu nasıl, onu görmek istiyorum “ diyerek onu sorulara boğdum. “ Doktorlardan duyduğuma göre, arabasıyla alışverişten eve dönerken yandan hızını kesmeden yola giren bir araba ona çarpmış. Araba onun kapısını göçertmiş, onu da sıkıştırmış. Getirdiklerinde direk yoğun bakıma almışlar. Doktorlar- pek umutlu değiller “ dedi. Son cümlesini söylerken sesi titriyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, beynim zonkluyordu. Oturdum koridordaki hastane sandalyelerine. Düşüncelerim, onun varlığı olmadan hayatımın bir cehenneme döneceği üzerine yoğunlaşıyordu. Onun ölmesi demek, neşe kaynağımın, hayatımın anlamının, herşeyimin yok olması demekti. O kadar büyük bir şoktu ki bu benim için, gözyaşlarım resmen içimde birikiyor, dışarı akmıyor, beni boğuyordu. “ Allahtan burda ki doktor benim tanıdığım da, hemen haber verdi bana, seni aradım “ dedi Kha. Onu duyamıyordum bile. Öylece oturdum orda.
Doktoru geldiğinde yaklaşık yarım saat olmuştu. Doktor, Kha’ya dönüp “ Senin arkadaşın mıydı “ dedi. “ Evet, arkadaşımın da karısıydı “ dedi beni gösterip. “ Geçmiş olsun, elimizden geleni yapıyoruz, ancak fazla umutlanmayın, yaşaması bir mucize olur ve yaşasa bile belden aşağısı tutmayacak “ dedi eski türk filmlerinden çıkmış bir replikle, tabi bunu demesiyle artık dayanamayan gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Yaşlarımı belli etmemek için ve egomdan gelen bir uyarıyla, tuvalete doğru yöneldim. Ben yönelirken doktorun Kha’ya “ Sen nasılsın, iyi old.. “ dediğini duydum. Elimi yüzümü yıkayınca biraz olsun açılmıştım. Tuvaletten çıktım ve Kha’yı bıraktığım yerde sandalyelere otururken buldum. “ Ahmet, sana bu haberi ben vermek istemezdim ama, doktor çocuk bekliyorlar mıydı diye sordu. Sinem 3 aylık hamileymiş. “ Bunu demesiyle gerçekten bir yeşilçam filminde olduğum ve bununla birlikte bir rüyada olduğum düşüncesi geliyordu aklıma, ama acı o kadar yoğundu ki, öyle olmadığını biliyordum.

Sniper

Günümüz (2011)

Ipodumda, Beethoven'ın en aşina olduğum ve en sevdiğim eserlerinden 9. senfonisi çalmaya başlamıştı, ve ben hala hedefimi bekliyordum. Gelirken birşeyler içebilmek için birkaç yere uğradım, bu yüzden onların girişlerini göremedim. Ziya abi disiplinsizliğim yüzünden hep kızardı bana, ama beni biraz olsun anlayan yegane insanlardandı. Hem onun için yaptığım onca işten sonra, kızsa da sadece disiplinli olmam için kızacaktı. Tekrar dragunovumun dürbününden baktım, kapıda değişen hiç birşey yoktu. 2 kapı görevlisi, biri köfteci, diğeri mendil satan serseri görünümlü iki sivil polis ve tam altımdaki katta yine kapıyı gözetleyen diğer keskin nişancı. Onu karşıdaki plazanın yansımasından gördüğümü anlamamıştı. Bu yüzden bu bana büyük bir avantaj veriyordu. Şimdiye kadar girişi gözetlemekten başka birşey de yapmamıştı. Amacının ne olduğunu merak ediyordum, o yüzden onu halletmek için acele etmedim. Ayrıca onu öldürmek için gitsem, büyük ihtimalle konuşturamayacaktım, en azından şimdi niyetinin ne olduğunu görebilecektim. Ben bunları düşünürken kapıda hareketlenme başlamıştı. Arasına fazlaca beyaz düşmüş saçlarıyla, siyah takımının içine giydiği sade mavi gömleği, açık mavi kravatı ve parlayan kravat iğnesiyle hafif pezevenkleri andıran, hafif de şık gösteren Ziya abi ve her haliyle ondan daha heybetli olduğu belli olan, yine takım elbiseli ve biraz uzun boylu hedefim dışarıya, plazanın girişine çıkmışlardı. Dürbünümü, hedefimin kalbine doğru nişanladım. Eskiden olsa içimden sayardım, cesaret alıp işi yarım bırakmadan hedefimi öldürmek için. Ama şimdi gerek yoktu. Tetiğe bastım, ardından zaman kaybetmeden 2 el daha çenesinin altına ateş ettim. Plazanın önünde, ilk atışımla birlikte korumalar çatılara nişan almışlardı. İkinci atışımdan sonra yerimi anladılar ve taramaya başladılar benim bulunduğum çatıyı. Hemen Ziya abiye nişan aldım. Etrafında korumalardan bir ordu vardı artık. Tetiğe bastım. Ziya abinin hemen önündeki, artarda duran iki koruma yere düştü. Ziya abi artık yere uzanmıştı, ona mermilerimin isabet etmediğimden emindim, önceden bunun alıştırmasını ve planını yapmıştık. Artık Ziya abi üzerine kapanan korumalarla 300 filminde, son sahnedeki kalkanlı savaşçıların duruşlarına benziyordu. Dayandığım taştan seken mermiyle birlikte kendimi geri attım. Ipodum yere düştü. Artık aşşağıdan gelen çığlıkları, kargaşayı duyuyordum. Hemen dragunovumu çantama attım. Atar atmaz, çatıya açılan kapının gerisinden gelen patlama sesiyle irkildim. Bu kadar hızlı çatıya gelemezlerdi, bu binaya da adam yerleştirmişlerdi. Geniş çatıda, kapının önünde duran camdan alana baktım. Camın altındaki kat hafif saydam bir şekilde görülüyordu. 9mmyle iki el ateş edip camı kırdım ve hemen aşşağı kattaki –artık daha net görebiliyordum- salona benzeyen, geniş bir yere açılan boşluğa atladım. “ Ahh “ diye inledim, ayağım burkulmuştu. Hemen kendimi toparlayıp ayaklandım, ve ayışığının aydınlattığı oda da, önümdeki kapıdan içeri girdim.

İÇERDE

Pencere, en iyisi pencere;
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa;
Dört duvarı göreceğine.

Orhan Veli
Ocak ayına inat, güneş gökyüzünde son bir umutla parıldıyordu. Bulutların arasından süzülen ışık huzmeleri işletme fakültesindeki öğrencilerin üzerine düşüyor, onlarda tatlı bir mayışmaya sebebiyet veriyordu. Okula sınavlardan önce ders çalışmaya gelmiş, ama kıyafetlerine bakacak olursanız güzellik yarışmasına katılmak üzere olduklarını sandığınız kızlar ve keten pantolon, gömlek, kazak üçlüsünden vazgeçemeyen, İngiliz beyefendilerinden hallice erkekler birbirleriyle derslerden bahsediyorlar, konu birkaç dakika içinde kariyer hedeflerine kayıyor ve bu hedeflere varmak için yapılması gereken şeylerin listesi çıkarılınca muhabbet başa dönüyor, gene dersler hakkında konuşuyorlardı. Öğrencilerin bu tozpembe tutumu, anne babalarına çocuklarının başarılı bir iş hayatı sonunda şirketlerin peşinden koştuğu bir genel müdür veya küçük bir dükkânla başlayan ama yıllar sonra holding sahipliğine kadar yükselen bir iş adamı olacağı hayalini kurduruyordu. İşletmenin insanları, ailelerinden aldıkları bu gazla derslerine daha bir gayretle asılıp en yüksek notları almak için birbirleriyle tatlı bir rekabet içine giriyorlardı. Sınavların ciddiyetine henüz varmamış alt sınıflar, okulun juniorları ise hangi ülkenin kızları daha güzel diye hummalı bir tartışmanın içine girmişti. Sözü her alan bir diğerine en güzel kızların Türk kızları olduğu dip notunu düşerek veriyor, ortamdaki Türk kızları da bu yavşaklığın farkındaymışçasına hafiften sitem ederek gülüyorlardı. O sırada kampüsten içeri bir öğrenci daha girdi. Elinden hiç düşürmediği şemsiyesinden destek alarak, insanın kanını donduran bu samimiyetsiz ortamdaki sahte arkadaşlık bağlarını koparırcasına hızla yürüdü. Son finaline girmek için gelmişti okula. Sonra, niye öyle yaptı hiç bilmiyorum, cebindeki paralara baktı. Bir an düşündükten sonra tekrar cebine koydu onları. Hepsi yirmi beş liraydı. Usulca açtı binanın kapısını, merdivenleri çıkmaya başladı. Bir dakika sonra ikinci kattaydı. Sınav başlamak üzereydi. Sınıfa doğru yürümeye başladı. Duvarları boyayan işçiler onu görmemişti. Yanındaki kızlara yavşayan eleman da görmemişti. Pek samimi olmadığı arkadaşı bile ona bakmış, fakat görmemişti. Sınıfın kapısını iki kere çaldıktan sonra açtı. İki adımda bir şemsiyesini yere vurarak, ağır ağır girdi içeri. Sınav başlayalı birkaç dakika olmuş olmalıydı. Öğretmen olacak lavuk, yüzüne bakmadan bir kağıt uzatıp oturmasını işaret etti. Öncesinde heyecandan titreyen elleri, gördüğü bu muamele karşısında sinirden kaskatı kesildi. Yüreğinde tereddüt namına hiçbir şey kalmamıştı artık. Kalbi bütün vücuduna öfke pompalıyor, gördüğü insanlardan, onların seslerinden, kokularından, bu okulun havasından tiksiniyordu. Yıllardır içinde biriktirdiği nefreti kusma günüydü bugün. Öğretmenim diye geçinen bu hıyar kendisiyle o kadar ilgilenmiyordu ki kağıdı uzattığı eli hala havada bekliyordu ama o bunun farkında değildi. Beriki sımsıkı tuttuğu şemsiyesini kaldırıp var gücüyle bu tıknaz ele vurdu. Hemen ardından paltosunun cebinde sakladığı altıpatlarını çıkarıp sınavı bekleyen koyunlara doğrulttu. Sonunda bir nebze de olsa dikkatleri üzerine çekmeyi başarabilmişti. Kalabalıktan gelen sağır edici sessizliği bozmak için bağırdı: “Sikerim sınavını, ben bırakıyorum okulu!” Öğretmen denen denyo olanca görmüş-geçirmişliğiyle “Neden böyle yaptığını biliyorum evlat, sakin ol” dedi. Bizimki, ulan ben ne yaptığımı bilmiyorum sen niyesini nasıl biliyorsun, diye geçirdi içinden belli belirsiz. Yaptığının bir nedeni olması gerektiğini ilk kez orada düşündü. Demek ki bütün bu olanlar, bütün yaşadıkları, hissettikleri boşuna değildi. Ortada bir neden vardı ve bu o kadar barizdi ki öğretmen olduğunu zanneden şu deniz anası bile bunun farkındaydı. Düşündü. Vücudu huzursuzca kıpırdandı. Ve sonunda içinden geçenleri sesli bir şekilde kendine itiraf etti: “Oğlum ben aslında zenne olmak istiyordum. Bi baksanıza güzel dans ediyor muyum.”

Cevabını Duymaya Korktuğumuz Sorular

Kol saatine uzandı. Kol saatine gereksiz bir kıymet verdiğini düşünürdü herkes. Biraz süzdükten sonra koluna takarken,
eğer bir gün beni anlatan bir yazı yazılırsa ilk iki kelimesi "kol saati" olsun isterim.
diye düşündü. Erkenden hazırlanmaya başladığı iyi olmuştu. Böylece duşta bolca vakit geçirebilmiş ve şimdi çırılçıplak durmuş kol saatine bakıyordur. Bu hep böyle olmuştu ve hiç bir zaman yadırgamamıştı giysilerinden önce kol saatini takmayı.
Elini attığı her işte başarılı olduğu herkesce aşikar olan bu adam bir tek zaman ve aşk işlerine dokunmamıştı. Aşk kendisine hiç birşey ifade etmemişti henüz, zaman ise fazla ilahi geliyordu kafa yormak için. Bu ikisinin hayatındaki boşluğunu kol saati dolduruyordu işte. Anlamsız biçimde onu severken gelip geçmesini seyrediyordu. Zaten aldığı duyumlara göre de doğru yapıyordu.
Üstünü giyinmeye başladı yavaşça, her zaman olduğu gibi yine bir iş toplantısı için hazırlanıyordu ve ne giymesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Müşterisi olduğu kuru temizleme firması gerçekten kıymetini iyi biliyordu ve hizmette kusur etmiyorlardı. İki gün önceden bu iş için seçtiği giysileri hazırlayıp göndermişti ve bu sabah tam vaktinde elindeydiler. Giyindi ve çıktı.
Her zamanki güzel arabası, aynı yollar, iş yeri, toplantı odası, yüzler ve sonuç. Hepsi de aynıydı. Gününü güzel kılan tek şey bile aynıydı: kol saati. Onu yakından tanıyanlar zamanla bu hastalıklı kol saati sevdası yüzünden onun hasta olduğunu düşünüp, bir uzmanla görüşmesini tavsiye ederek yavaş yavaş silinmişlerdi hayatından. Geri kalanlar bir elin parmaklarını geçip geçmediği bile muallaktı ki kimlerin kalıp kimlerin gittiğini bilmiyordu. Aklına gelen isimler çocukluğunun, öğrencilik hayatının birer anıları gibiydi ki bu isimlerin hepsi çıkmıştı hayatından artık. Onlar giderken götürdükleri zamana bakmıştı kol saatinden. Başlarda benzerliği farkedememişti ama kol saatine olan saplantısının farkına vardıkça durumun o kadar da garip olmadığını düşünmüştü. Bu insanlar bazen yeni bir arkadaş bazense bir sevgili sayesinde çıkmışlardı hayatlarından, daha sonra araları bozulunca geri dönmüşlerdi tabi. Ne giderken ne de döndüklerinde onlara sitem etmişti. Bu çok sıkça rastlanılan birşeydi ve bu tür davranışlarla mücadele etmek yerine onları kabullenmek ve ayak uydurmak daha akıllıca gelmişti. Ancak aynı davranışı kendisi yaptığında kızılacağını düşündü çünkü bencilce bir davranış olduğu gün gibi ortadaydı. Kendisi kol saatine aynı ilgiyi gösterince bunun temelli bir ayrılık olacağı hiç aklına gelmemişti, ama gelse bile sorun olacak değildi. O bir yola çıktığında yolun zorluklarının olacağını ve kaybedeceklerini göze almaya alışıktı. Kol saatinin avantajı olduğunu bile düşünmekteydi böyle durumlarda. Terkedilme, kandırılma, aldatılma gibi kasıtlı durumlar imkansızdı. Bir kol saatinin size ne kastı olabilirdi ki? Hatalarda insana özgü durumlardı ve bunlardan da soyutlamıştı böylece. Hoşuna gitmeyen bir durum olma ihtimali azdı; görünüşünü zaten beğendiği saati ancak durabilir ya da yavaşlayabilirdi. Çözümü ise bunu bilmekten daha basitti: pili değiştir. Halbuki bir insanla uğraşmanın sıkıntısı akıl almaz boyutlara varabilirdi. Düzeltmeye uğraşması bir dertken başarısız olma ihtimali yüksek, kabul etmeye çalışması ayrı dertken üzüntü kaçınılmazdı. Tercih artık yapılmıştı.
Gerçekçi yapısının O'nun en önde gelen özelliği olduğu pek az kişice bilinen bir gerçekti. Gerçekçiliği uç seviyelerde yaşadığından dışarıya pek uçarı, hayalci görünmesi garipsenecek birşeydi işte. Oysa kimse üzerinde durmaya bile değer görmeyip geçmişti. Acaba bu hayatta kimse kendisine gerçekten değer vermiş miydi? Vermemiş olsa ne olurdu ki? Bunu düşünmeninde bir anlamı yoktu. Mutlu olmaya ihtiyacı yoktu ancak bu sorunun cevabı onu üzebilirdi de.