Foto

"Ayrıntılara takılmak istemem ama elimde değil." demiş İlhan abi bi şarkısında. Ben de aynısını diyorum şu an ve hatta bu duruma neden takıldım ben de bilmiyorum. Takıldığım şey şu güzelim bloga da adını veren keshanenin fotosudur. Öncelikli olarak keshane orası diil. Orası deniz manzarası sadece. Onun arka tarafı gören bi foto olmalı idi. Eğer yoksa elinizde ben bi gidişimde çekim. Ayrıca o balıkçının orda ne işi var? Balıkçısız keşhane olur mu demeyin sakın çünkü saçmalamış olursunuz. Hadi biri orda dursa sigara içse anlıacam. Balık tutuyor. Ya da blogun adını keshanemerdivenlerindenhikayeler.blogspot.com ( lütfen blog ne tartışmasına girmeyelim ) olarak deiştirelim. İşte o zaman bu foto cuk oturur. Ama derseniz ki Acılı sinir yapma hiç olmayacağına bunu koyduk. Eyvallah gözümsünüz derim. Yine de aslında bu fotonun uzakatan belki ama yakından keshane ile bi alakasının olmadığını , hele balıkçının hiç olmadığını belirtmek istedim. Ayrıntılara takılmaka istemezdim ama elimde olmadı. Beni raatsz eden şeyi sizle en samimi yazımla ve duygularımla paylaşmak istedim. Teşekkür ederim.

Hangisi,nasıl ve niçin?

Yasama-Yürütme İlişkileri…

Dünya üzerinde şu anda tam 195 ülke var.(Kaynağına göre değişmekte)
Demek ki, 195 farklı siyasal rejim var!

Hadi her birini teker teker inceleyelim…

Bok varmış gibi.

CUMHURİYETLER
başkanlık rejimleri
parlamentoya bağlı başkanlık rejimleri
yarı-başkanlık rejimleri
parlamenter rejimler
Anayasanın sadece bir partiye izin verdiği rejimler

MONARŞİLER
parlamenter rejim uygulayan Anayasal monarşiler
parlamentosu güçsüz yetkilere sahip rejimler
mutlak monarşiler



Montesquieu’nün “Kanunların Ruhu” adlı eserinde ortaya koyduğu üç erk’in birbiriyle ilişkisine göre 4 ana siyasal rejim oluşur:

Meclis hükümeti
Parlamenter rejim
Başkanlık rejimi
Yarı-başkanlık rejimi

Meclis Hükümeti

Yasama, yürütme ve yargı Meclis’te toplanmıştır.
Kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler birliği vardır.

Fransa’da 1793-1795 arasında,
Türkiye’de 1921-1924 arasında saf, 1924-1961 arasındaysa saf olmayan şekilde uygulanmıştır.
Halen İsviçre’de uygulanmaktadır.

Meclis Hükümeti
Yürütme organı bağımsız değildir.
Hükümet üyeleri teker teker Meclis tarafından seçilir ve istendiği zaman görevden alınabilir.
Hükümet, tamamen Meclis’e bağlıdır.

Demokratik mi?

Parlamenter Rejim

1200’lerden itibaren gelişen bir süreçte İngiltere’de ortaya çıkmıştır.
Pragmatik bir gelişimi vardır. Bir başka deyişle, şartlar gerektirdiği için ortaya çıkmıştır.
Tersinden söylersek, oturup - düşünülüp yaratılmış, belirli ilkelere uygun olarak tasarlanmış bir yapı değildir.

Genelde hükümet,
Cumhurbaşkanının, seçimlerden çıkan sonuçlara göre Meclis’te çoğunluğu sağlama ihtimali olan kişiyi Başbakan ataması ve
Onun da bakanların listesini Cumhurbaşkanına onaylatmasıyla oluşur.
Hükümet oluştuktan sonra Meclis’ten güvenoyu istenir.

Parlamenter Rejim

Ancak günümüzde, siyasal partiler nedeniyle sorun yaşanmaktadır.
Katı ve disiplinli siyasal partiler nedeniyle yürütmenin üstünlüğü egemen olmaktadır.

Başkanlık Rejimi

Erklerin mutlak ayrılığı vardır.
Yasama-yürütme,
Birbirlerinin içinden çıkmaz.
Birbirlerine karşı sorumlu değildir.
Birbirlerinin işine karışamaz.

Checks & balances sistemi
İlk ve en önemli örneği ABD’dir.
1787 Anayasasının kurucu babaları tarafından bulunmuştur.
Amerika kıtasının geri kalanında bundan türemiş türev sistemler işler.

Başkanlık Rejimi

Tek iletişim olanağı: Başkanın mesajları!

Sistem tıkanmaya açıktır.
Başkan: veto Meclis: bütçe kanunları
Bunu,
Disiplinsiz parti sistemi,
Sistem üzerindeki uzlaşma,
Sık yapılan seçimler engeller.

Diğer ülkelerde sürekli iç savaş veya diktatörlüğe sebep oldu.

Yarı-başkanlık Rejimi

Fransız hukukçu Maurice Duverger tarafından tasarlanan bir sistemdir.
İki büyük sistemin birleştirilmesiyle elde edilmiştir.

Parlamenter rejim
+
Başkanlık rejimi

Yarı-başkanlık rejimi

Klasik uygulaması Fransa’da görülür.
Özellikleri:
Devlet Başkanı genel oyla seçilir.
Devlet Başkanı’nın kendine özgü yetkileri vardır.
Hükümet, Parlamento’ya karşı sorumludur.

Sistem, iki büyük rejim arasında sürekli gider gelir ve bir bir denge oluşturur.
Devlet Başkanıyla Parlamento aynı partidense başkanlık rejimi
Farklı partidense parlamenter rejim

Mutlu Aşk Yoktur

insan her şeyi elinde tutamaz hiçbir zaman
ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
mutlu aşk yoktur

********************
hayatı bu silahsız askerlere benzer
bir başka kader için giyinip kuşanan
ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
onlar ki akşamları aylak kararsız insan
söyle bunları hayatım ve bunca gözyaşı yeter
mutlu aşk yoktur

********************
güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
içimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
ve hemen can verdiler iri gözlerin için
mutlu aşk yoktur
********************
vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
en küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
mutlu aşk yoktur
********************
bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
bir tek aşk yoktur yaşayan gözyaşı dökmeksizin
mutlu aşk yoktur ama
böyledir ikimizin aşkı da
********************
Louis Aragon

hay aq

Her türlü kombinasyonu denedim bu loto bana niye çıkmıyor aq
Param hep azalıyor neden artmıyor aq
Bu sayısalın butonlarına basıp toplarını çeken hatunların elini skim
Düzgün basın lan şu butonlara kaltaklar sökerim elmasınızı
Yeter aq çok ciddi isyanım var bu duruma
İNSAN OLUN LAN İNSAN ADAM GİBİ BASIN ŞU BUTONLARA adam gibi sayıların olduğu toplar gelsin elinize benim yazdığım sayılar gelsin yoksa çok ciddiyim kendi toplarınızı elinize yüzünüze veririm.Atarlarım üstümde çok fena basarım valla stüdyonuzu.ŞŞT kızlar şaka diyorum ya ben size öyle küfreder miyim hiç hadi elinize bileğinize kuvvet bari bu hafta çıkarttırın bana bişeyler hadi ballarım benim.artık çıkmassa harbiden skicem haa.

Bacaklar!

Bacak seviyordu, evet yanlış duymadınız, bacak! Kimileri buna " fetiş " diyordu, kimileri " takıntı ", kimileri " sapıklık ". Ancak o, bacaklardan vazgeçemiyordu. Pürüssüz, şeftali tüyü kadar bile tüy olmayan, yumuşacık bacaklar.
Bacakları farketmeden önce, o da herkes gibi normal sevişiyordu. Tabi bu normal, ruh hallerine göre değişirdi. Ateşli, şehvetli, erotik... Çok fazla kız arkadaşı vardı. Hepsini yönetebiliyor, hatta bazen 3lü 4lü yapıyordu. Ancak bir gün, 3lü yaparken, onların farkına vardı, bacakların. O kadar sevmişti ki onları, sevişmeyi bırakıp bacakları okşamaya başladı. Kız arkadaşları, sırf bu huyu yüzünden bıraktılar onu teker teker. Yeni kız arkadaş edinmeye çalıştı, ancak tanışır tanışmaz bacaklarına yapışınca onların, aşağılayıp, hor görüp bıraktılar onu. Onlar giderken arkalarından bakıp, " Orospular sizi, bacakların kıymetini bilmiyorsunuz " diye şaşırmayla karışık küfür ederdi. Kız arkadaş edinememeye başlayınca, çıldırma noktasına gelene kadar dayandı bacaksızlığa. Ancak çıldırma noktasına gelince, girdiği ilk gay-bar'da, gördüğü ilk bacağın yanında aldı soluğu. Gay-bar'dakiler onu çok sevdiler ve
onu, aralarına aldılar. Ancak zamanla gayler bile onun bu bacak sevgisinden usandılar. Yine kovulmuştu bu huyu yüzünden. Zaten işinden atıldıktan sonra para kazanmadığı için evden de atılmış ve sokaklarda kalıyordu, bir de gay-bardan kovulması tam olmuştu. Sokaklarda dilenmeye başladı aç kalmamak, midesine birşeyler indirebilmek için. Tabi bu sırada bacak sevgisi de dinmemişti. Kendi bacaklarını sevmek, okşamak istiyordu çoğu zaman dilenirken. Ancak bunu yapamazdı. Çünkü onun bacakları protezdi. Bu yüzden, belki de kendisinde bacak olmadığı için çok seviyordu bacakları. Hani insan kendisinde olmayanı ister mantığından. Kışı sokaklarda dilenerek atlattıktan sonra, soğuk günler geçince, daha bi canlandı. Artık tekrar bacaklara gereken önemi gösterebilirdi. Ve o meşum gün geldi çattı. O gün, dilenirken, onları gördü. Sarışın kadının biri mini etek giymiş, karşı kaldırımdan geçiyor, altındaki bacakları da apaçık görülüyordu. Kadın eski sevgililerinden birine benziyordu, ancak onu tanımaya zaman harcayamazdı. Bu onun için, uzun zamandır beklediği şenlikti. Hemen doğrulup, koltuk değnekleriyle yürümeye başladı. ( Protezleriyle tam basamadığı için, koltuk değnekleri vardı ) Yolun karşısına geçerken, ona doğru yaklaşan, frenleri patlamış arabanın kornasını duymamıştı. Ve o arabanın altında, can verirken, tek üzüldüğü şey, en son gördüğü o bacaklara dokunamamış olmasıydı.
2 dakika önce
Eski Ev Sahibi: " Peki biz frenleri boşalttık ya, araba ona çarpmassa? Ya arabayı farkedip beklerse? "
Eski sevgililerinden biri: " Bacak merakı buna engel olucaktır güven bana. Sen ( eski sarışın sevgiliye dönüp ) onun dikkatini çekebilecek misin? "
Eski sarışın sevgili: " Evet, benim bacaklarım aramızdakilerden en güzeli, bana güvenmiyorsan sen deneyebilirsin "
Eski sevgililerinden birdiğeri: " Benimkiler en güzel diyorsan öyledir, hadi git artık, arabanın sahibi bindi arabaya, şimdi geçicek yoldan " der, ve sarışın ex-sevgili yoldan geçer.
Onlar, bacakseverin eski hayatından insanlardı. Kiracıya borcunu ödeyemediğinden, sevgililerini de sinir edip, sonradan hep rahatsız ettiğinden( bacakları yüzünden ) düşman olmuşlardı.

Not: Bu üstteki yazıyı, dota'da oyuna girip dolmasını beklerken doğaçlama olarak yazdım. Bu kadar güzel doğaçlama saçmayalacağımı bilmiyordum. Oyunumuz dolduktan sonra, host o kadar sevmişti ki, bitirmemi bekledi 10 dakika. Bence diğer oyuncular, ben bitirdikten sonra ayakta alkışladılar, ama ipneliğine beğenmemiş gibi yaptılar. Hepsi ipne onların.
Not2: Dota; internet üzerinden, 10 kişiyle oynanan bir warcraft haritası, 10 kişi oyuna girdikten sonra genelde başlanıyor ve oyun başlamadan önce, herkesin yazı yazabildiği ortak bir chati var. Tabi chatte yazma olayı insanların üşenip üşenmemesine bağlı olunca, amınakoyuyorlar gördüğünüz gibi.

Çok Sevdik Be Abi !

Yapayım mı Ece Temelkuran'dan birkaç copy paste daha?

Zor İbadet

Bir an durup görebilselerdi kendi yüzlerini, artık kimse onları şu anda, burada, bunu yaparken mutlu olduklarına inandıramazdı. Ama alışveriş merkezlerinde bunca çok ayna, aynalı cam, camekân olmasına rağmen, enteresandır, kimse bakmaz kendi yüzüne... Çünkü yüzlerimizde yine de yazar düşkünlüğümüz.
Meşhuuur İstinye Park Alışveriş Merkezi'ne gittim ilk defa. Yılbaşı öncesi. Bol bol Noel Baba'lar vardı. Pamuktan sakalları, yüzlerinden ancak bir kadersizlik gibi sarkan adamlar... Ne kadar bol kullanılsa da esmer etlerin yoksulluğunu örtmekte çaresiz pamuklar... Bilekleri kırıla kırıla salladıkları çanların bastıramadığı Doğulu, varoşlu aksanlar. Mahallesine Noel Baba hiç uğramamış oğlan çocukları büyüyünce onlardan Noel Baba yapmışlar.

Konfeti bombası
Derken bir patlama. Bu semtin tepelerinde olsak şimdi, başka semtlerin tepelerinde, bir molotofkokteyli olabilirdi bu, bir bomba. Üstgeçitlerin yapılmadığı anayol kenarı mahallelerden birinde olsak bir araba bir çocuğa çarpıp gitmiş olabilirdi. Ama nasılsa burada, alışveriş tapınağının güvenli, emniyetli duvarları içindeyiz, kimse dönüp bakmıyor bile patlama sesine. Buraya bela giremez. Parasını verdik, bu duvarlar koruyacak bizi nasılsa...

Daha da daha da!
Alışveriş merkezi herkesin kendini olduğundan daha zengin hissetmesi için tasarlanmış gibi. Orta ve üst-orta sınıfın alışveriş etmesi için ayrı bir bölge var, üst sınıfın alışverişi için ayrı bir mıntıka. Bu ikisinin yakınlığı sayesinde hem daha zenginler daha da zengin hissedecek kendini, hem daha az zenginler daha çok zenginlerle birlikte aynı yerde olabildikleri için daha zengin. Yiyene tadından yenmez bir köfte!
‘Halk süsü’ verilmiş bir bölümü de var alışveriş merkezinin. Manavlar en cilalı elmalarıyla, şekerciler eski zaman lokumlarıyla ve kahveler, sanki o kahveleri herkes içebiliyormuş gibi, vicdan azapsız içilebilsinler diye. Giderek normal hissedersin burada. Herkes senin gibiymiş gibi sanki. Sanki herkes bu lokumlardan yiyebiliyormuş gibi, herkes zaten böyle yaşıyormuş gibi. Çünkü hep sana benzeyen insanlar var içeride. Ne güzel, ne güvenli. O tasarım işi kilimleri aldığında, sanki onları Ümraniye'den, üç vasıta değiştirip gelen temizlikçi kadın süpürmeyecekmiş gibi. O çaputçudan çaputçuya çekiştirilen çocuklar Küçükarmutlu’dan gelen genç kızlara baktırılmayacakmış gibi.

Butik Guantanamo
Kimse düşünmüyor mu bu tezgâhtar kızları ve oğlanları? Bütün bir gün, sırf insanların kalp atışları hızlansın ve böylece bir anksiyete içinde daha çok ve daha hızlı alışveriş edebilsinler diye çalınan yüksek sesli, hızlı müzikleri bu insanlar bütün gün dinliyorlar. Biliyorsunuz değil mi? Guantanamo’da bir işkence türü bu.

Naylon torbaların insanları
Şimdi bu insanlar o torbalarını doldurup, torbalardan en pahalı mağazaya ait olanı dış tarafta duracak şekilde tutarak (!) sitelerden aldıkları dairelerine gidecekler. Hemen hemen aynı dizileri izleyip hemen hemen aynı biçimde bitkin ve düşkün hissedecekler kendilerini. Aldıkları her şey, daha eve gelmeden pörsümüş olacak, tuhaf bir biçimde sırf onlara ait oldukları için değersiz. O nesneler çünkü, o tapınaktan koparılıp alındıktan sonra artık yanar döner ışıklarını, ürettikleri haz ve sahip olma hıncını salgılamaz olacaklar artık. Mekke'den getirilmiş taş gibi yersiz ve yurtsuz olacaklar.
Görebilseler tam o anda yüzlerini, nasıl bir eteğinden peşinden gözleri dönerek koştuklarını ve dünyanın en önemli şeyiymiş gibi bir pantolona yapıştıklarını... Korkarlardı. Bu tapınaktaki bu ibadetin ne çileli olduğunu görselerdi... Bu tanrıyı reddederlerdi.

by Ece Temelkuran

Çingen Devleti'ne doğru; Çarçur edilen öfke

“Bizim çocuklarımız askere gitmiyor mu! O zaman devlet almasın bizim çocuklarımızı askere. Biz de gidip Çingen devleti kuralım!”
Kucağında “Roman havasına” çoktan başlamış, battaniyeye sarılı bir bebek, saçları ‘tehcir karışığı’ genç, Roman kadın kameraya, ne kamerayı ne de dinleyeni umursamadan çürümüş bir sakızı tükürür gibi fırlatıverdi bu cümleleri:
“Biz de gidip Çingen devleti kuralım!”
Önceki gece, mağdurunun deyişiyle “Çingensin deyip” çay vermedikleri için Manisa’nın Selendi ilçesinde başladı olaylar. Romanların mahallesine saldırıldı, evler ve arabalar yakıldı. Küçük bir Ermeni ‘tehciri’, küçük bir 6-7 Eylül olayları, küçük bir Maraş Katliamı gibi...

Rıza ve tehcir
Olayın içinde ‘Şen Romanlar’ olmasına rağmen hiç de şen değildi sahne. Romanlar gecenin bir yarısı arabalarla Gördes ilçesine kaçırıldı. 80’e yakın Roman, çoluk çocuk, bir gece Gördes’in ortasına bırakıldı ve Şen Romanlar Derneği’nin yeni yapılan inşaat binasında ve çevredeki evlerde kaldılar. Daha da fenası, evlerinden gönderilirken kendilerine “Selendi’den kendi rızamızla ayrılıyoruz” diyen bir belge imzalatılmaya çalışıldı. Kimisi imzaladı, kimisi direndi. Dün öğle saatlerine kadar bu konuyla ilgilenen bir ‘devlet büyüğümüz’ yoktu.

Ekmek ya da çay
Şimdi kameralar Romanlara çevrilecek. Mağduru delirme anında gösteren kameralar failin hazırlığını büyük bir olasılıkla konu etmeyecek. Oysa biz kameraları şimdi o kahveye, ‘Çingenlere’ çay bile verilmeyen kahveye çeviriyoruz... Ve bu arada ekliyoruz:
Bu köşede, Kürtlere ev vermeyenlerin çok yakında ekmek de vermeyebileceklerinin daha önceki gün telaffuz edildiğini ekleyelim. Demek sandığımızdan da yakınmış alacakaranlık yarın...

Düşmanımız ‘çingenler’!
Kahveye dikiyoruz gözlerimizi... Kim var orada? İşsizler, işlerinden atılmış olanlar, yarın işlerinden atılma korkusuyla her gün daha az güvence ve daha az ekmek karşılığı çalışanlar. Öfkeliler. Bir düşman arıyorlar. Bu iş Allah’tan gelmediğine göre, henüz yeni oy vererek başa getirdikleri parti ‘Müslüman hak yemez’ muskasıyla baştan günahsız olduğuna göre, Başbakan yoksulluğun kendi suçları olduğunu söylediğine göre, kimse onlarla değil ama herkes Ergenekon'la ve balistikleşmiş meselelerle ilgilendiğine göre, işsiz kalma korkusu bile sigortalanıp satılabildiğine göre...
Suçlu kim? Bakalım etrafımıza. ‘Çingenlerden’ başkası olamaz! Onlar buraya gelince bozulmadı mı her şey? Biraz daha bakalım... Kürtler! Onlar şehre geldiğinden beri ekmek biraz daha bölündü. Edirne’ye gelen öğrenciler? Kesinkes onlar bozuyor her şeyi. Vicdani retçiler, feministler, solcular, insanın kafasını karıştıran sendikacılar, grev yapan demiryolu işçileri...
Başbakan yalan mı söyleyecek? Doktorlar, eczacılar, TEKEL işçileri... Evet evet, herkes Ergenekoncu, herkes müşrik ve herkes düşman olmalı. Yoksa ben niye aç kalayım ki? Evet evet kesinlikle bir düşman olmalı ve düşman içimizde. Bu kahvede! Orada duruyor. Dövelim.

Öfkenin adlileşmesi
Açlığın öfkesi ADLİLEŞİYOR. İktidarın var gücüyle saldırdığı işçi ve işsiz örgütleri zayıfladıkça bir linç haberi daha ekleniyor bültenlere. Manisa’da, Mersin’de hükümet konağına yürümeye başladı insanlar... İktidar, örgütleri yok etmeye çalışıyor ve hiç korkmuyor:
Pek yakında öfke, masaya oturup kavga edebileceği bir ‘kitle’ olmaktan çıkıp her yerden saldıran bulanık bir toz bulutuna dönüşecek... İktidar kendisinin tek yumuşak karnı olan işçi mücadelelerine bel altından vuruyor. Ama TEKEL işçilerine vuranlar, sendikaları boğanlar günün birinde, bugün sadece biraz daha ekmek isteyen kederli işçileri çok özleyecek.

By Ece Temelkuran
finallerde hepinize başarılar dostlar
Burak K

Öyle bir kafa düşünelim ki huzurlu bir uyku uyayabilmek için 2 gün boyunca uyuyamış.Evine ,aslında kendi evi olmasa da ev kodadıyla bilinen yere, donerken otobuste kestırebilmiş birazcık o kadar. Sonrasında gereksiz yemek yemiş sigara içebilmek için yürüyüşe çıkmış tek başına.


Okuyup dinleyerek yazarak geçen saatlerin ardından 12 olmadan olduğu yere sızmış.Ama mutluluğu gözlerinden okunuyormuş göz kapaklarının engellemelerine rağmen.


Yatmış ölü kurbağa gibi bir tane çekyatta. Yastığını yanına aldığı için mutlu bir şekillde kapatmış gözlerini. Kafasında gezen 40 tane tilki özgür bıraktığını düşünerek dalmış gitmiş uykuya daha saat geceyarısına varmadan.


Gözlerini açtığında tek duyduğu şey kendine büyük bir nefret olmuş gece 3 te. En ufak bir detayı bile hatırlıyor olmasına rağmen uyanmadan öncesiyle ilgili, tek dikkat ettiği yer o büyük patlamanın öncülerinde içeriye kaçanları fark ettikten sonra yaşadıklarıymış. Hemen sonrasındaki o gümbürtüde duvarda resimleri yerinden sarsılıp tavandan yere düşen parçalar. Aptal gözlüklü adamın biraz evvelki askerlerin ve polislerinde mi haberi olmadığını sorgular bağarışlarıyla ilgisi başka yöne kaymış. Merdivenin en üst basamağından duran 5 yaşlarında yakışıklı olaylara aldırıp etmeden kafasına göre takılan veleti görmesiyle büyükçe bir sarsıntıyla çatırdayan binada çocuk merdivenlerden yuvarlanmış.


Yatarken tek istediği bu gece savaşmakmış ama öyle olmamış yine. Fakat bu kez herkes için herşey için çaba göstermeden açmış gözlerini uzun süre sonra.Defalarca ölmüş binbir şekilde. Her seferinde başka bir geceyi bölmüş. İlk kez bu kadar kızmış kendine. Sırtının bu kadar terlemiş olduğuna dahi inanamamış buz gibi odada. Yorganına sarılmış bulmuş kendini uyandığında. Pes etmemiş ama gücü kalmadığını bile bile de çabalayamamış bu sefer.


Son olarak bu kafanın benim tarafımdan taşındığını düşünün sabahın altısında biterken diyceklerim.Ama hala kendime olan kızgınlığımı yenebilmiş değilim.

fahişe gibisiniz lan

Açılmış oyulmuş bi yaram olduğundan gocunduğumdan gücendiğimden yazmıyorum bu yazıyı.aralık ayında Amo kardeşimin yazdığı ne saçmalıyor lan bu yazısında da buna benzer bir sikerim lancılık gördüm.Dürüm değil porsiyon sana kardeşim.

Olay şu:Face'ten beni biri eklemiş girdim baktım kimdir bu diye bi tane kız izmirdeymiş falan filan bilgilerinde bu yazıyo.bir tane de fotoğrafı var kızın güzel bişey ama sanki google dan arattırılıp bulunmuş tarzda bi fotoğraf.dedim bu profil kesin çakma.daha önce hangimiz görmedik ki bi sürü çakma profilleri kız kılığına girip abaza hunting olaylarını.neyse günlerden bir gün facebook chatte gördüm bunu dedim ki:arkadaşım çakma fotolarla naapmaya çalışıyosun gözünü seviyim necisin ya dedim.dedi ki:o foto çakma falan değil ben gerçek bi insanım gayet dedi.sonra baktım gerçekten gerçekmiş ve benim izmirden bi arkadaşımın tanıdığıymış falan ondan gördüm merak ettim ekledim dedi.ben bi üzüldüm utandım şimdi.özür dilemeler toparlamaya çaışmalar falan çok hard girdim galibalar neyse kız birden çıktı facebooktan.neyse dedim freş takıl alp sen dedim.sonra başka bi zaman girdiğinde bi daha özür diledim ve herneyse dedim chat i kapattım iç ne cevap falan bişey yok.

kıza eleştiri:arkadaşım tamam yapmışız bi hata da biz de görmüş geçirmiş adamız seni de onlardan sandık kusura bakma.da sonra niye hani siklememe havalarındasın pipimantarı seni.kimsin necisin ne bu dünya sikimin ucunda havaları boklu bebe.

özeleştiri:tamam bi hanzoluk yapmışsın ama özürünü dilemişsin daha nabıcan.kız güzel tamam da "lan bununla belki ilerde bişey çıkar" davranışları içinde değilim ki böyle olmak yanlış öyle düşündüğün kimseyle bi sik çıkmaz arkadaşım.hani ah işitmeyelim diye bi özür olayına girmişiz karşılaştığımız tavıra tribe bak senin gibileri ukraynada seks işçisi diye satıyolar lan.arıca elimi sallasam ellisi bu konuda ciddiyim odtüde keyfim yerimde kız arkadaşım yok ama çorahatım harbiden.neyse.

bi sürü siklemez jullietten birisi belki o da.hani dedim ya açılmış oyulmuş bi yaram yok gocunduğum gücendiğim yok diye.var aslında.ama hani kız beni siklemedi falan diye değil.bu türk kızının genelinin nasıl bir yetişme tarzı var ki bi artislikler bi "allahı gelsin lan"cılıklar içindesin.ukrayna yunanistan ispanya makedonya rusya almanya hollanda bir çok kızla tanıştım kız burda türk kızlarına basmasına rağmen güzelliğiyle değil mütevaziliğiyle fethediyodu gönlünü.e şimdi senin götün niye bu kadar kalkık ben buna üzülüyorum nolucak genelinizin hali.yoksa çükümün sünnet edilmiş parçasısın lan çöpe atsan ne olur üniversite avlusuna gömsen ne olur.üzerine alınmaması gerekenler alınmasın ama alınması gerekenler oturup özeleştirilerini yapsınlar sonra da odalarına gidip ağlasınlar.

Ne Saçmalıyor Lan Bu? - 2 - Revenge Of The A.M.O.

( Başlık Star Wars göndermesi değil, Transformers göndermesidir. Hemen dümbük gibi başka şeyler düşünmeyin diye sizin için açıklıyayım dedim )

-" Ne yani, şimdi sen diyorsin ki, tren gitsin, 10 tane iyi kalpli hristiyanı ezsin, 3 tane iyi kalpli müslimanı ezeceğine? "
-" Evet, böyle diyorum, gavur değil mi, ölsün "
-" Peki, onların dinini bilmeseydin, bir tarafta 10 tane iyi insan, diğer tarafta 3 tane iyi insan var, hangisini kurtarırdın? "
-" 10 tane iyi insanda kesin bi yamuk vardır, 3 tanesini kurtarırdım "
-" Salak mısın lan, yamuk falan yok, hatta soruyu düzelteyim, bir tarafta 10 tane iyi müsliman, diğer tarafta 3 tane iyi müsliman, hangisini kurtarıcaksın? "
-" 10 tane iyi müslimanı kurtarırdım "
-" Yani, karar vermende din gibi soyut birşey etkili oldu. İnsan hayatının kutsallığı falan desem mal mal bakıcaksın suratıma değil mi? Neyse, sen, 10 kişi kurtarıcağına, 3 kişi kurtardın. Diğer taraftaki 10 hristiyan belki çok iyi işler başarıyordu. Çok iyi kalplilerdi. Fakirlere yardım ediyorlardı. Ama sen gittin, 3 kişiyi seçtin, sırf dinleri başka diye. Bu durumda, ya sen katilsin, yada dinler katil. Ve dünya da senin gibi insanlar çoğalırsa, din, en tehlikeli şey haline gelir "
-" Ne yani, sen gidip 3 müslimanı, 10 hristoya tercih mi edicen? "
-" Ben, 10 insanı, 3 insana tercih edicem. Etiketlerine bakmıyorum. Eğer kurtarabileceksem, o treni 3 insanın olduğu yöndeki raya devam ettiririm ve diğer raydaki 10 insanı kurtarırım. Sonuçta hepsi iyi insanlar, eğer kötülük yapan insanlar olsalardı, o zaman düşünürdüm "
-" Ya o 10 insan içinde, senin anana babana küfretmiş biri olsa? O zaman ne yapıcaksın? "
-" Diğer 9 u için değer, kurtarırım onları, eğer çok fazla kinlenirsem küfür edene, gider döverim, canına niye kastedeyim ki, sırf küfür etti diye. Ama, ailemden birine falan zarar vermeye çalışırsa, işte o zaman kurtardıktan sonra onları, gider onu diğer yoldaki trenin raylarına iterim "

Bu diyalog gerçekten yaşandı. Karşımdaki insan, onun için en büyük değer din olarak yetiştiği için, ona asla dediklerim anlamlı gelmiyordu, ki gelmesini de beklemiyordum. Bu yazdıklarımdan da dinsiz, ateist biri olduğumu falan düşünmeyin. Müslimanım bende, ancak insan hayatını bu kadar hiçe sayarcasına bir müsliman değilim. İnsan hayatı kutsaldır bence. Sırf başka dinden diye, iyi insanların ölümünü istemem.

Bir insanlar topluluğu düşünün. O insanlar topluluğunun çok önemli bir düşünce veya bir fikire sahip olduğunu düşünün. Bu şeyler o kadar önemli ki onlar için, başkalarına inandırmaya çalışıyorlar ve bunun doğrultusunda, inanmayanları öldürüyorlar. Günümüzdeki tüm güçler, bunu uygulamaya çalışıyorlar aslında. Tüm savaşlar, zenginleşmek ve din yaymak için yapılıyor. Geçmişteki örneklerimize bakarsak, hristiyanların haçlı seferleri veya müslimanların cihatları gözümüze çarpıyor. Sadece din için konuşuyorum, ancak bu şekilde, bir fikre bir insan canından daha fazla önem verme olayı milletler için de söz konusu. Aşırısına milliyetçilik deniyor. Bana yanlış geliyor bu tür durumlar. Sorarsan bana, farklı milletten iyi bir insan mı, bu topraklardan adam öldürmüş bir insan mı, iyi insanı kurtarırım. İnsanlığın yararına iş yapmak isterim. Yani sonuç olarak, evlilik yanlıştır.

Ahlak Üzerine Deneme

Abazalık ve Türk kültürü.Türk sinemasında yansıması kolayca görülebildiği gibi, Türk erkeklerinin sürekli kadın peşinde koştuğu tiplerin komedisinin yapıldığı bir bir sinemadır Türk sineması.Hatta evli erkekler bile konuya dahil olmuşlardır.Sinemamızda gösterime giren ve seyirciye erişmeyi başarmış filmler de çapkınlığı yapanlar büyük çoğunlukta erkeklerdir ve genelde de başarısız olurlar ya da iş üstünde yakalanırlar.Kadın aldatmaz mı?Çapkınlık yapmaz mı?Ya da çapkın erkek toplumdan saygı görürken kadın neden kaşar oluyor?
Bunların hiçbiri erkeğe bir üstünlük sağlamazken, tersine bir çıkmaza sürüklemektedir.
Eski türk kabilelerinde bir zamanlar anaerkil düzen varken bu seviye bir ataerkilliğe geçis sanırsam
islamiyetin kabulüyle başlamıştır.
Yeni düzende kadın geri plana atılmış, örtülmüş; diğer bir deyişle elmanın diğer yarısının
üstüne bez çekilmiştir.
Bununla birlikte kadın bir şekilde ulaşılması bazı şartlara dayalı bir hale getirilmiştir.
Televizyondan ve sinemadan takip ettiğimiz kadarıyla bir eve gelin giden kız sadece
kocasının değil, diğer aile fertlerinin de isteklerine karşılık vermek durumunda kalabilmektedirler.
Bu kültürün tahmin edilememiş sonucudur abazalık.Bu terimin kapsamında fizikselden
çok manevi bir cinsler arası uzaklık olduğunu savunmaktayım ve yukarıda saydığım her şey ahlak yapısının bir sonucudur.


Ege'nin İngiltere Maceraları Vol. 1


Ege bir gün alkolün kucağına kendini bırakır ve kendini mapushane köşelerinde bulur. Oysaki Ege domuz gribi olduğundan beri hiç bir vaka yaşamamış İngiltere'de kendini rehabilitasyona almıştır.


Sonrasında içkiye töbe ettiği söylense de sözünü yine tutmadığı İsviçreleri bilimadamları tarafında tespit edilmiştir. Şimdiler de Ege'nin Alman yarini metroda nasıl kaybettiği kulislerde üzüntüyle tartışılmaktadır.



Keşhaneyi Özledim

Vallahi özledim,her şey daha basitti lan sanki...Şimdi deve yükü kitap okumak zorundayım yarın finallerim başlıyor,öss zamanı bu kadar çalışsaydım galatasaray'ı kazanırdım şerefsizim,hani kapağı üniversiteye atınca bitiyordu her şey? BÜYÜK YALAN... artık hem eşek gibi çalışmak zorunda kalıp hem de çok özlediğim kardeşlerimden uzakta yaşıyorum,büyük haksızlıklar var...dert ortağım yoldaşım alp te odtüden gelemiyor,hem burada hem değil.gösterip de vermiyor gibi pezevenk,neyse umarım en ufak hasarla atlatıp bu sınav dönemini yanınıza geleceğim kardeşlerim...

Anladın mı dedi

Bir sürgün kasabasıydı bir eski zamandı Hazirandı. Çocuktum evden kaçmıştım gelip ona sığınmıştım. Birgün aksilik oldu annem beni buldu. Suphi kaçıp kayboldu. Kasaba çalkalandı olay oldu ben sustum kanım dondu. Polisler onu bana dönüp baktı. Anladın mı dedi, anladım dedim anladım. Ve o günden sonra hiçbir zaman hiçbir yerde hiç ağlamadım.

Benim Suphiye benzeyen hiçbir yanım yok! Hem de hiç. Ben ne susarım ne de bir elimde daskapital durur ne de diğerinde kenevir tohumu. Ama ağlatır beni bu şarkı, ağlatır ya hem sadece bu şarkı diil Yusuf Hayaloğlunun şarkıları ağlatır. Yusufta mı sorun yoksa bende mi? Bilemem tabi ama sanki bir sigara yaksam odayı tüm dumanla doldursam çözüm olacakmış gibi gelir. Bir şeylere küfrederdi hep. "Bildiklerini dedi yüzleştir hayatla ve sınamaktan korkmadoğruyla yanlışı o zaman ayırabilirsin ve onu anlayabilirsin" Bu ne demekti. Ben bunu dinlerken ağlardım. Belki farklıydı onun sölemek istedikleriyle benm anladıklarım ama ağlardık. Yusuf geçerdi karşıma anladın mı derdi. Anladım derdim anladım. Belki anladıklarımz farklıydı ama bunun ne önemi vardı? Tek bir farkı vardı, o bir daha ağlamadı; ben ağladım. Bir sigara yaktım. Sonra baktı bana " ah ulan semih " dedi. Demesi yetti. Hiçbir türk filmi yaratmazdı bende bu etkiyi. Söyle be Yusuf baba dedim söyle. Ne kolay söylediler. Sanki koskoca bir maden ocağını kafama geçirdiler.

Anladım dedm anladım. Bundan daha iyi anlayamazdım.

yoğun istek üzerine

Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür ve Bir Orman Gibi Kardeşçesine...:
-lan kısrak amjııı