Kendi Penceremden Baktım

Eskiden baktığım bir pencere vardı dışarıya. Engüzel özelliği ne soğuğ geçirirdi ne sıcağı orda oturduğum zaman dışarının bütün kötülüklerinden korunmuş hissederdim kendimi. Ama dedim ya eskiden orda otururdum. Şimdi ise aşağıdan o pencereye bakıyorum. Hem sıcak kavuruyor beni hem de her gece ayaz yiyiyorum. Üşüyorum iliklerime kadar ama asla ihmal etmiyorum, o eski pencereme bakmayı.

Hemen ucunda yazardı hiç anlamamıştım eskiden, gerçi toplasan o günler ne kadar geride ki? Evet, hatırlıyorum hemn ucunda yazıyordu, kim yazmış bilmiyordum, neden yazmış...
" Pencere,
En güzeli pencere.
Gökyüzünü izlersin
Dört duvarı göreceğine "

Yani tam olarak böyle olmasa bile buna yakın bir şeydi. Gayet açık ve netti. Fakat 3 duvarı görüp sadece tek bir yerden dışarı bakmanın daha güzel olacağını bilemezdim, dört bir yandan görmekten. Meğer görmek bakmak gibi değilmiş, hele izlemek gibi hiç. Şidi düşünüyorum ne yapmaya indim o pencerenin yanında bura. Otursaydım da izleseydim 3 duvarı. Bu merak niye o duvarın arkasındakiler de ne diye?

İşte anladınız sizde, birgün yapamadım hakim olamadım merakıma ve indim aşşağıya korumalı pencere kenarımdan ne var diye bakmaya diyer taraflarda. Oysa dışardan bakmak hiçbir zaman olmadı içinde yaşamak gibi. O kadar rahat olmadı hiçbir zaman dünya.

Oysa o zamanlar arzuluyduk hepimiz bir şeyler yapmaya bir şeyler başarmaya. Merdivenlerin 5 er 5 er çıkmaya. Çünkü kafdağındaydı başımız ama zannederdik yerde ayağımız. Bir an önce atıldık her şeye bıraktık geride pencere kenarı günlerimizi hatta zaman geldi dalga geçtik o günlerle. Dedik vay be bir zamanlar şu pencere kenarındaydk şimdi ise geldiğimiz yere bak. Evet geldiğim yere bakıyorum. Bir olduğum yerden bir de pencere kenarından bakıyorum. Birisinde üşüyorum canım yanıyor kavruluyorum, diğerinde huzurla yukarıdan bakıyorum hepsinde de aynı şeyi görüyorum.

Ama söz vermiştim kendime böyle olmayacak diye, vermiştim. Demiştim ben bu gördüğüm kavrulan yok olan adamlar gibi olmayacağım. Düşünmüştüm, neden böyleler diye bulmuştum da cevabı onlar ben ben de onlar değildim. Fakat atlamışım demekki bir noktayı: Hepi topu insandık ikimizde ve aynı vyolun yolcularıydık. Belki de gördüğüm o kavrulan yok olan adamdı peceremin kıyısına bu şiiri yazan. Ne dersin işte gençlik hevesi indim ordan aşağı, inme sakın inme diyorum pencereye bakıp sesimi duyan varsa ya da gören varsa beni diye ama nafile. Çünkü bugün gördüm kırmışlar penceremi kimse benim gibi gerçekleri kendi penceresinden göremesin diye ama onlar da unutmuşlar pencere kenarındaki şiirin pencerenin kendisinden çok daha fazla şeyi gösterdiğini.

Yalnızlaştım. Yabancılaştım

Yavaşça doğrulduğumda etrafımda kimsenin kalmadığını gördüm. Her şeyin kötüye gitmesine alışmıştım ama gittikçe yalnızlaşmaya alışmamıştım doğrusu. İnsanlar bana olan saygılarını kaybettikçe ben de onlara olan sevgimi kaybediyordum. Bu durdurulamaz bir durumdu, benim varlığımı hiçe sayan birini sevmem beklenemez. Onların beni neden hiçe saydığına gelecek olursak bu durum ancak başka bir öykünün konusu olabilir.

Ben de etrafımda kimse kalmamaya başladığında yapmam gereken şeyi yaptım. Elimi kaldırdım. Elimi kaldırdıktan sonra bir süre elime baka kaldım. Elimi kaldırabilmek bile bir mucize sayılmaz mıydı? Beni bu durumda gören garson ona seslendiğimi anlayıp yanıma gelmiş fakat neden uzun uzun elime baktığımı anlayamamıştı.

Ona dönüp : " Anlayamazsın. " dedim ve ekledim " Bir rakı kap gel koçum. " İnsanın yalız kaldığında yapması gereken tek şey olmasa bile ilk şey bu olabilir. Alkole sarılmak. Aynı denize düşerken yılana sarılmak gibi, aynı şarkıda dediği gibi " Benim en iyi dostum içkim. " Şarkıyı yarım kesmedim sadece devamını söylemek için çekmağımı bulmaya çalışıyorum. Gerçi daha rakı da gelmedi ama olsun devamını sigaramı yaktıktan sonra söyleyecem.

Kırıcı bir yapım olabilir bunu kabu ediyorum ancak kırılganımdır da aynı zamanda. Belki bu iki durum birbirini detekliyordur benim karakterimde. Alıngan ve kırılgan böyle olduğu için de sivri dilli ve umursamaz. İşte yanlışlığın başladığı yer de tam burası, insanın karakteri. Yaratılış yanlışlığı, zıtlıkların bir arada bulunması. Gerçi zıtlıklar birbirini çeker ama bu kural karakter için geçerli olması gerekmezdi. Bak ne kadar kolay kaldırdım daha demin elimi ve ne kadar rahat görüyorum rakı şişesini getiren garsonu. Hem zıtlıkların karakterimizde bir arada olması hem de kolaylıkla yaptığım el kaldırma ve garsonu görme de yaradılıştan. O zaman şuan masama gelen rakıyı karakterimdeki zıtlıkları biraz olsun susturmak için içtiğimde bu durum yaradılışıma etki edeceğinden görüşümün de bir süre sonra bozulması kaçınılmaz olacak. Belki iki belki üç garson görmem normal sayılacak.

" Benim en iyi dostum içkim, sigaram. " Çünkü çakmağımı buldum sigaramı yaktım. Karşıdaki sigarı içilmez tabelası sorun çıkarmasın diye ödemem gereken cezayı da masa üzerinde hazırladım. Fakat değişen bir şey yok hala git gide yalnızlaşan hatta çevresine yabancılaşan bir insanım. Yine de eski iki dostla birlikte olmak insanı çakırkeyif yapıyor, keyiflendiriyor.

Yaradılışımı bozucu bu iki etken iç organlarımla temas ettikçe, görmem bozuluyor elimi rahat kaldıramaz hale geliyorum ki bu beni mutlu ediyor. Çünkü içimdeki zıtlıklarda bu iki etken sayesende kolkola, kucak kucağa dolaşıyorlar. Ne kadar rahat sonrasını düşünmeden yaşamak.

Dakikalar geçtikçe, her şeye yabancılaşıyorum. Kendimi kendimden soyutluyorum. Bei kendilerinden soyutlayanlara hak veriyorum, veriyorum ki kendimi kendimden soyutluyorum. İki ben yaratıyorum bu gece biri uçuyor göklerde umarsız yarından habersiz, öteki yerinden kalkamaz durumda. Aslında hep bunların ortası bir tane "kişi" olmak istemiştim ama kaderimde iki kişi yaşamak, biriyle göklerde kral diğeriyle karada sürünmek varmış.

Yalnızken içmenin en sevdiğim yönü gecenin köründe biri sizi eve taşırken asla yalnız olmazsınız. Galiba biri beni eve taşıyor. Çünkü yıldızların gözümün üzerinden geçip gittiğini görebiliyorum.

Balkon Konuşması

Buradan dünya toplumunun büyük çoğunluğu olan opportünist insanlara sesleniyorum:Tanrı'ya inanın,çünkü eğer yoksa zaten ceza almayacaksınız,fakat varsa inanmamak çok zararınıza olacaktır.Eğer inanırsanız,öbür taraftaki sorguda dosyanıza "inanıyor" yazdırmış olabileceksiniz.Nasıl olsa bunların hepsi evrak üstünde.Her şeyiniz evrak üstünde dilekleriniz,geleceğiniz,aşkınız,aileniz...Eğer evraklarınız olmazsa doğa sizi olduğu haliyle kabul edecektir,ama devlet için artık ölüsünüzdür.İşte bu nedenle devlet doğaya üstünlük kurmuştur,onun reel varlıklarını bile yok sayarak.Ve işte bu yüzden seçim haritasının pembeleşmesini izlemeyi japon kiraz ağaçlarının açmasını izlemeye yeğlersiniz.Çünkü hakim olan her renk içimizden birilerinin evraklarının yanmasına neden olacaktır.Oysa ben hiçbir çiçek bahçesinin sararmasının kimseye zarar veremeyeceğini inanıyorum.İnanmıyorsanız sarı çiçeğe sorun.
fotoğrafları atıcam, finaller bitsin.
öperim