Çingen Devleti'ne doğru; Çarçur edilen öfke

“Bizim çocuklarımız askere gitmiyor mu! O zaman devlet almasın bizim çocuklarımızı askere. Biz de gidip Çingen devleti kuralım!”
Kucağında “Roman havasına” çoktan başlamış, battaniyeye sarılı bir bebek, saçları ‘tehcir karışığı’ genç, Roman kadın kameraya, ne kamerayı ne de dinleyeni umursamadan çürümüş bir sakızı tükürür gibi fırlatıverdi bu cümleleri:
“Biz de gidip Çingen devleti kuralım!”
Önceki gece, mağdurunun deyişiyle “Çingensin deyip” çay vermedikleri için Manisa’nın Selendi ilçesinde başladı olaylar. Romanların mahallesine saldırıldı, evler ve arabalar yakıldı. Küçük bir Ermeni ‘tehciri’, küçük bir 6-7 Eylül olayları, küçük bir Maraş Katliamı gibi...

Rıza ve tehcir
Olayın içinde ‘Şen Romanlar’ olmasına rağmen hiç de şen değildi sahne. Romanlar gecenin bir yarısı arabalarla Gördes ilçesine kaçırıldı. 80’e yakın Roman, çoluk çocuk, bir gece Gördes’in ortasına bırakıldı ve Şen Romanlar Derneği’nin yeni yapılan inşaat binasında ve çevredeki evlerde kaldılar. Daha da fenası, evlerinden gönderilirken kendilerine “Selendi’den kendi rızamızla ayrılıyoruz” diyen bir belge imzalatılmaya çalışıldı. Kimisi imzaladı, kimisi direndi. Dün öğle saatlerine kadar bu konuyla ilgilenen bir ‘devlet büyüğümüz’ yoktu.

Ekmek ya da çay
Şimdi kameralar Romanlara çevrilecek. Mağduru delirme anında gösteren kameralar failin hazırlığını büyük bir olasılıkla konu etmeyecek. Oysa biz kameraları şimdi o kahveye, ‘Çingenlere’ çay bile verilmeyen kahveye çeviriyoruz... Ve bu arada ekliyoruz:
Bu köşede, Kürtlere ev vermeyenlerin çok yakında ekmek de vermeyebileceklerinin daha önceki gün telaffuz edildiğini ekleyelim. Demek sandığımızdan da yakınmış alacakaranlık yarın...

Düşmanımız ‘çingenler’!
Kahveye dikiyoruz gözlerimizi... Kim var orada? İşsizler, işlerinden atılmış olanlar, yarın işlerinden atılma korkusuyla her gün daha az güvence ve daha az ekmek karşılığı çalışanlar. Öfkeliler. Bir düşman arıyorlar. Bu iş Allah’tan gelmediğine göre, henüz yeni oy vererek başa getirdikleri parti ‘Müslüman hak yemez’ muskasıyla baştan günahsız olduğuna göre, Başbakan yoksulluğun kendi suçları olduğunu söylediğine göre, kimse onlarla değil ama herkes Ergenekon'la ve balistikleşmiş meselelerle ilgilendiğine göre, işsiz kalma korkusu bile sigortalanıp satılabildiğine göre...
Suçlu kim? Bakalım etrafımıza. ‘Çingenlerden’ başkası olamaz! Onlar buraya gelince bozulmadı mı her şey? Biraz daha bakalım... Kürtler! Onlar şehre geldiğinden beri ekmek biraz daha bölündü. Edirne’ye gelen öğrenciler? Kesinkes onlar bozuyor her şeyi. Vicdani retçiler, feministler, solcular, insanın kafasını karıştıran sendikacılar, grev yapan demiryolu işçileri...
Başbakan yalan mı söyleyecek? Doktorlar, eczacılar, TEKEL işçileri... Evet evet, herkes Ergenekoncu, herkes müşrik ve herkes düşman olmalı. Yoksa ben niye aç kalayım ki? Evet evet kesinlikle bir düşman olmalı ve düşman içimizde. Bu kahvede! Orada duruyor. Dövelim.

Öfkenin adlileşmesi
Açlığın öfkesi ADLİLEŞİYOR. İktidarın var gücüyle saldırdığı işçi ve işsiz örgütleri zayıfladıkça bir linç haberi daha ekleniyor bültenlere. Manisa’da, Mersin’de hükümet konağına yürümeye başladı insanlar... İktidar, örgütleri yok etmeye çalışıyor ve hiç korkmuyor:
Pek yakında öfke, masaya oturup kavga edebileceği bir ‘kitle’ olmaktan çıkıp her yerden saldıran bulanık bir toz bulutuna dönüşecek... İktidar kendisinin tek yumuşak karnı olan işçi mücadelelerine bel altından vuruyor. Ama TEKEL işçilerine vuranlar, sendikaları boğanlar günün birinde, bugün sadece biraz daha ekmek isteyen kederli işçileri çok özleyecek.

By Ece Temelkuran

Hiç yorum yok: