Günümüz (2011)
“Yeter, dayanamıyorum, yapma artık“ diye bitkin bir çığlık attı Berna. Evimin bodrumundaydık. O bağırdıkça kendimden geçiyor, içimde oluşan o pislikçe coşkuya engel olamıyordum. Berna’nın kıçına soktuğum bira şişesini çıkarttım. Bira şişesini yarısına kadar sokmuştum ve şişenin ucundaki kanı, tanımlayamadığım parçacıkları ve ekstradan bir de domates kabuğunu seçebiliyordum. Şişeyi çıkarmamla Berna’nın, sanki ona hiç işkence etmemişim gibi, ayağa kalkması, bana dimdik ve boş gözlerle bakması bir oldu. Ellerindeki zincirler çözülmüştü hiç anlayamadığım şekilde. “ Eee Amo efendi, şimdi sıra bende “ dedi, elinde bıçak olduğunu tahmin ettiğim bir parıltı vardı. Bir anda karnıma soktu elindeki parıltıyı, hala ne olduğu tam anlaşılmıyordu. “Ahh” diye bağırarak uyandım.
Ebatları maksimum 6 kişiyi kaldıracak, dikdörtgen biçiminde yapılmış bodrumda Berna’yı zincirlediğim köşenin biraz ötesindeydim. Ona işkence yapmaktan yorulmuş ve uyuya kalmıştım. Berna da yorgunluktan bitap düşmüştü ancak hala oturduğu sandalyede dik durmaya çalışıyor, bana bakıyordu. “ Ziya abinin bu işin içindeki yeri ne? Bana doğruları söylemeden bu acın azalmayacak, işkence konusunda acımasızca bir acemiliğim olduğunu sende biliyorsundur. Şimdi, cevap verecek misin bana? “ dedim, sandalyeye zincirlediğim iki elini ovuşturarak, zincirin eline olan o kesici baskısını ve acısını azaltmaya çalışıyordum. “ Ziya abiyi tanımıyorum, ismen üst kademede biri olduğunu biliyorum. Bana emirleri veren - “ dedi yutkunarak. “ Evet, emirleri veren?? “ dedim merakımı onunda anlamasını belli eder şekilde. “ Melek Hanımdı. Senin artık bu iş için kalifiye olmadığını düşünüyor. Ziya abiyi öldürmeye çalışıyormuş gibi yapma planı da onun fikriydi. Sen, suikast düzenlediğin hedefinin çevresi ve üstleri Ziya abi den şüphelenmesinler diye onu da öldürmeye çalışmış gibi yaptığını düşünüyorsun, ancak bu plan daha önceden de Melek Hanım tarafından uygulandı, bu yaptığın, Ziya abiye de olan suikast denemesi, üst kademelerde senin onun ölümünü istediğin şekilde anlaşılacak, senin ölüm emrini getirecekti, ki nitekim de öyle olmuştur. Melek Hanım da beni oraya koydu işini hemen bitirmem için “ dedi, soluk alışında zorluk çektiğini hissediyordum. Yalan söylüyor olmalıydı, çünkü Melek Hanım 3 yıl önce öldürülmüştü. Ondan sonra, Ziya abi onun yerine geçmiş, artık üst kademenin verdiği görevlerin onun tarafından iletileceğini söylemişti. Beynim zonkluyordu artık, mantıklı düşünme yeteneğimi kaybediyordum. Kızın suratına baktım, acıdan gerçekten bitap düşmüştü ve artık ya ölmek yada kurtulmak istiyordu. Öylece suratına bakınca ne kadar güzel olduğunu tekrar farketmiştim. Onunla delicesine sevişme isteği belirdi zihnimde. Elimi saçına attım. “ Ne yapıyorsun, yeter artık bildiğim ne varsa söylüyorum zaten yapmaa “ diye bağırdı. “ Sadece kontrol ediyorum peruk mu gerçek mi diye “ dedim. Gerçek olduğunu anlayınca, hemen üzerine çullandım. Kendimi delicesine tatmin ediyordum. İşim bitince, saatime baktım. Halletmem gereken diğer işe gecikmiştim. Ufak bodrumdan çıkarak, onu inlemeleriyle ve daha da artan acısıyla başbaşa bıraktım.
Çevirdiğim numara açmayınca, telefonuma tekrar baktım. Yeraltı dünyasında yeni yeni kurulan, süper 3 lü diye isim çıkarmış olan 3 tane katilin oluşturduğu grubun telesekreteri gibi bişiyi arıyordum. Gruplarının ismindeki ergenik tınıyı yeni farkediyordum. Heralde bir grup kurarken, başına süper koyup yanına kişi sayısını koymak pek yaratıcılık istemiyordu. Numarayı tekrar çevirince, bu sefer karşımdan direk cevap geldi; “ Ne var bea “. “ Ppardon, ben Amo, sizinle konuşmak istiyorum. Çok önemli bilgiler var elimde sizin de kullanabileceğiniz, ayrıca bazı şeyler öğrenmem gerekiyor sizden, telefonda söylemem uygun olmaz “ dedim. “ Tamam, 2 saat sonra Beşiktaş sahilinde ol, fazla zamanım yok acele et. “ dedi, konuşmasından adının Şopar olduğunu tahmin ettiğim eleman. Sesimdeki titremeyi iyi ayarlamıştım, bir şey anlamamıştı.
Bir saat sonra arabamı Beşiktaş iskelesinde onun oturacağı en büyük ihtimalli bankın arkasına çektim. Bankı en iyi gören ağaçlardan birinin dibine girip yere çöktüm. Üzerimdeki ayyaş kıyafetiyle hiç de dikkat çekmiyordum. Yaklaşık yarım saat geçmeden, Şopar gelmişti. Sesimdeki titremeden ve konuşmamdan, ona saygı duyduğum ve ondan korktuğum imajını vermiştim ve o da bu yüzden tek başına gelmişti. Ayrıca en son yaptıkları işten sonra, kendilerini yenilmez zannediyorlardı. Bunun da verdiği bir kibir vardı. Tahmin ettiğim banka oturdu ve etrafını kesmeye başladı. Her ne kadar kibiri varsa da, buluşmaya yarım saat erkenden gelip etrafı kontrol etmekten geri de durmamıştı. Onun 4-5 metre arkasındaki ağacın dibinde, bir elimde şarap şişesi, diğerinde cebimde tuttuğum silahım bekliyordum. Buluşma saati gelince, silahımı cebimden çıkarıp namlusunu Şopar’ın ensesine doğru nişanladım. Ateşlediğimde gelen ‘pıt’ sesi ve Şopar’a değmesiyle, zıplaması bir oldu. Yaklaşık 3 saniye sonra, şopar ensesine yediği bayıltıcı iğneyle yere yığılmıştı. Hemen gittim yanına ve bir kolundan girip onu arabama doğru taşıdım. Sahilde bizi görenler iki ayyaş zannedeceklerdi, ki Şopar da büyük ihtimalle en son buraya gelmeden önce içiyordu. Nefesi yüzünden bende iki saniyelik bi durgunluk ve bayılma tehlikesi geçirmiştim. Ancak onu arabamın bagajına atmayı başarmıştım ve bunu yaptığımda, evde yine nasıl sapıkça bir şenlik çıktı diye sevincimden yerimde duramıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder