Üstümde böyle boğuk bi hava... Kendimi kaldırmaya mecalim yok. Kim derdi ki bu kadar yağmur yağdıktan sonra bugün böyle sıcak olacak. Kim bilir belki meteoroloji demiştir de ben duymamışımdır. Off... İyiki ipodum yanımda en azından müzik dinliyorum. Baksana içeri insan kaynıyor. En iyisi hiç gözümü açmamak. Açsam biri hemen yer isteyecek. Teyze başımda duruyor. Git teyze vermiyecem yerimi. Hem zaten bırak kalkasım, gözlerimi açasım bile yok. Zar zor da nefes alıyorum. Böyle yerler geriyor beni. Hem kalabalık hem de gittikçe kalabalıklaşıyor. Ufff... Neyse derin nefes almazsam bi sorun yok gibi. Acaba ben de mi yarın maskeyle gelsem. Hem farklılık olur. Yok, uyucam ben. Zaten doğru düzgün de gidemiyoruz. İki adım git dur, iki adım git dur... Şu eylemsizlik bitrecek beni. Gerçi ayaktakilerin durum daha zor ya neyse benim yolum daha uzun. Yavaş yavaş içim de geçiyor. Çok muhtemel uyandığımda kendimi iyi hissetmiyecem; hatta uyurken de acaba durğı geçtik mi diye düşünücem hep ama yapabilieceğim bişe yok karşı konuklamaz bi uyku isteği bu. Göz uyumak ister ya yok, bu öyle değil, bedenim istiyor uyumak. Sanki bu basık ve nefes almakta bile zorluk çekilen yere tepki gibi uyu diyor. Uyu da hemen bitmiş gibi gelsin... Demek ki hayatın tamamı böyle geçse vücut uyu değil öl emrini verecek. İntihar mı ötenazi mi şimdi bilemeyeceğim ama kendimden geçiyorum onu biliyorum... Kulağımdaki müziğin sesi gittikçe derinden gelmeye başladı. Aracın dur kalkı sanki beşik sallıyor beni. Her şey uyu diyor bana uyu. Karşı koymıyacam.
Uyumuşum ama ne kadar olduğunu hatırlayamıyacam. Ama bir sarsıntı hissettiğim kesin. Kulağımdaki müziği artık derinden hissetmiyordum bangır bangır kulağımda vuruyordu. Futbol rüzgarıyla ipoduma yüklediğim Barcelona şarkısı çalıyordu. Şarkının bangır bangır olmasından çok sarsıntının geldiği yer bende merak uyandırmıştı. Tam bu belediyeden bir şey olmaz ne yolu yol ne otobüsü otobüs diyecektim ki. Bir tane daha hissettim. Bu yol yada araçla ilgili olamazdı. Gözlerimi hafifçe araladım. Dört kişilik bölümde oturuyordum ve ters gidiyordum karşımdaki adam elini dizime yaslamış beni sarsıyordu. Kısa boylu hafif kumral bi adamdı. Öteki elinin de baş ve serçe parmaklarını açıp kafasını da biraz eğerek bana doğru bakıyordu. Ronaldinho hareketi yapıyordu, her gol attıktan sonra yaptığı gibi. Heralde Barcelona havasına girmiş bana Ronaldinho işareti yapıyor sandım ama böyle düşünmem daha çok ortamdaki oksijen eksikliğindendi sanırım. Çünkü adam açık bi şekilde telefonun çalıyor demeye çalışıyordu. Ben de kulağım da kulaklık olduğu için duymamıştım. Çıkarır çıkarmaz. Sesi sinirini bozmuş olacak ki bana kapat artık şunu dercesine " Beşinci yada altıncı çalışı. " dedi. Ben de onaylarcasına kafamı salladım. Belki deanlıyorum demekiti bu kafa sallayış ama o anda sallamanın ne anlama geldiğinin pek de önemi yoktu. Zaten uykuluydum, zaten hala otobüsün içindeki hava basık ve üstüne üstlük biraz da nemlenmişti de ve en önemlisi hala bir arpa boyu yol gidememiştik. Telefonuma elimi uzattım. cebimin derinliklerinde olmalı idi. Evet ordaydı. Adama inat yavaş yavaş çıkardım. Gerçi artık o beni uyandırarak kendi sinirini bozmamın öcünü almış gibi benle ilgilenmiyordu ama eminim ilgilense bu yavaşlığıma sinirlenirdi. Telefonum artık çalmıyordu. Aldım baktım. Telefonuma bakmamla buz kesilmem bir oldu. Ama toparlanmam gerekiyordu. Toparlandım da o kalabalığı yardım. Üzerinde " Dur " yazan tuşa bastım. Durağın daha uzakta olduğunu görünce şoföre: " Arka kapıyı açar mısınız? " diye bağırdım. O adam beni uyandırmasa bu çağrıları ve öncesinde gelen mesajı göremeyecektim çünkü bir daha çalmadı telefonum. Beni uyandırmasa belki de geç kalacaktım. Belki uyanmasam ve o mesajı geç görsem her şey daha güzel olacaktı. O kısa boylu adam tüm hayatımı değiştirdi. Peki ya beni uyandırması tesadüf müydü?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder