Paralel Evren

ÇOK UZUN LAN BU, OKUYAMAM DİYENLER: ÖNCE BİRİNCİ BÖLÜMÜ OKUYUN, YARIN ÖBÜR GÜN DE İKİNCİYİ OKURSUNUZ...

1. Bölüm

"Akşam Beyoğlu'na gider miyiz?" diye sordu arkadaşım, hem Fransızca sınavının efkarını dağıtırız. Cezayir'den gelip Fransızca'yı çok iyi bilmesine rağmen her sınav çıkışı bizimle birlikte efkar dağıtırdı. Nevizade'de bira-sigara-çerez üçlüsüyle geçirilen keyifli bir akşam düşüncesini unutmaya çalışarak "olmaz" dedim. Akşam yatakhanece operaya gidilecekti. Nuri'nin yüzündeki mutsuz ifade, gelmek istemediğinin habercisiydi ama Nazlı'nın da geleceğini öğrenmek bu isteksizliği bir anda giderdi. Son matematik dersinin bittiğini belirten zille birlikte ayaklandık. Sıkıcı ve bir okadar da yorucu geçen bir günün ardından bastıran eve gitme isteğini ne yazık ki bugün de görmezden gelip, yatakhanedeki geniş ama adamı bir okadar da darlayan salonuma doğru hareketlendim. Yolda Nuri ile çevirdiğimiz Star Wars muhabbetini, Samuel L. Jackson'un "Feel the force motherfucker" cümlesini o gür sesiyle söylemiş olması gerektiği konusunda uzlaşarak bitirdik. Ve sonunda dört sene boyunca üst dönem baskısıyla, yönetimin anlamsız yasaklarıyla, kendi dönemimdekilerle ettiğim kavgalarla artık iyice nefret ettiğim yatakhaneye geldik. Her gün evimin Silivride olmasına lanet ettiğim bu dört sene boyunca okulumu değiştirmeyi bile düşündüm. Babamın müdürü olduğu okula yakın olmak için tercih edilmişti Silivri, benim çektiğim zorluk yok sayılarak. Taşınalım dedim, Beylikdüzü'ne bile razıydım ben, her gün gider gelirdim okuldan eve, evden okula ama çabalarım sonucu değiştirmemişti. Şimdi üst dönemsiz, nispeten daha rahat bir yatakhanedeydim ve burdaki günlerimin ÖSS sıkıntısıyla birlikte tarih olmasına az bir zaman kalmıştı. Şu anki sıkıntım olan yeni yıkanmış saçlarıma şekil verememem ise pek geçecek gibi durmuyordu. Kısa saça dönüş yapayım artık dedim kendi kendime. İşim bitince Nuri'yi de alıp aşağı, servislerin yanına indim. Gözlükleri ve uzun, kıvırcık ama bonus olmayan saçlarıyla tam Amerikan sit-com'larından fırlamış gibiydi. Servislerin yanında kapıların açılması için beklemeye koyulduk. Şehirlerarası otobüs boyutlarında, önlerinde sarı kırmızı harflerle GS yazan bu servisler, daha çok Galatasaray'ın deplasman otobüslerine benziyordu. Servise bindikten sonra, kurnazca hazırlanmış bir stratejiyle Nuri Nazlı'nın yanına oturdu, ben de onların arkasına cam kenarına. Benim yanımda ise Samsun valisinin oğlu Berk vardı. Veya Cenk, isminden pek emin değilim. Benimkisi suskun bir yolculuk olacağa benziyordu, çünkü Berk/Cenk iPod'undan, son seste Linkin Park dinlemeye başladı. Nuri'nin ise pek susmaya niyeti yoktu anlaşılan. Nazlı'yla muhabbeti kurmuş, sinema üzerine konuşuyorlardı. Bir ara Nazlı Nuri'ye "Yönetmen Numan Sencer Ceylan'la bir akrabalığınız var mı?" diye sordu. Ben Nuri'den "Evet babam olur kendisi, hatta onun göbek adı Bilge olduğu için diğer adımı da Bilge koymuş" gibi bir kolpa beklerken o "hayır" dedi. Belli ki bukadar yüksekten uçmak istemiyordu, "bizimkisi soyadı benzerliği" diye de ekledi. Konu birden Sencer Ceylanın filmlerine gelmişti. Nazlı'nın çok sevdiği bu filmlerden Nuri pek hoşlanmazdı ama şimdi, izlerken yarısında uyuyup sonunu başkalarından duyduğu, hakkında yapılan yorumları e-sözlükten okuduğu bu filmler hakkında harıl harıl birşeyler anlatıyordu kıza. Ben de sohbetin sonuna kadar dayanamayıp, rahatsız edici "A Place For My Head" müziği eşliğinde kafamı cama yasladım. Uyumuşum. Servis şoförünün "Geldik" diye bağırmasıyla uykumun en güzel yerinde uyandım, sayende gelemedik dedim adama ve arabadan indim. AKM'nin önündeydik. Sadece bizim lise gelmemişti anlaşılan. Etrafımız liselilerle çevriliyken biz uzun saçlarımızla üniversiteli havası yaratmaya çalışıyorduk. Birkaç tanıdık sima da vardı bu liselilerin içinde. Dershaneden tanıdığım "Ben günde en fazla on onbir soru çözerim, o da Türkçe" diyerek götünden sallamanın en güzel örneklerinden birisine bizi inandırmaya çalışıp her sınavda derece yapan kıza bile rastladım. Ama esas ilgimi çeken Gençlerbirliğii altyapısından kaçıp gelmiş gibi kırmızı siyah formalarla gezen, yaklaşık on onbeş kişilik bir grup oldu. Hepsinin arkasında anlamsız lakaplar yazıyordu ama o lakaplar ve numaraların altında ise hep aynı şey: YATILI


2. Bölüm

Verilen ilk arada bir şeyler yemek için salondan çıktım. Nuri için geri dönecektim ama o şimdi yiyordur yiyeceğini diye vazgeçtim. 2. perdenin başlamasına beş dakika kala geri dönüyordum ki kapıda onu gördüm. 5 senede gittiğim üçüncü Carmina Burana'nın ikinci perdesini boş verip sohbete başladım onunla. Doğudan gelmiş olmalıydı, şivesinden belliydi. Sordum, Sivaslıymış. Oyun başladı ama biz muhabbete devam ettik. "Benim babam şöför, valı şöförü", dedi. "Sivas valısının şöförüydü ama o valı Samsun'a atanınca babam işinden oldu. İstanbol'a geldik biz de, şimdi embilans şöförü babam. Ama ben onun gibin olmayacağam. Astronot olup çok para kazanacağam". Son bölümde hafif gülümseyinve ben, lafını aniden kesti. Lise muhabbetine döndük sonra. Ben lisemle artistik yapayım diye "Galatasaray Lisesi'ndeyim ben" dedim. Bana küçümser gibi baktıktan sonra "Ben de Kabataşlıyım" dedi. Meğer bizim formalıların arkadaşıymış yatakhaneden. "Senin niye forman yok" diye sordum. Lise 1'de yatılı olmuş, aralarına pek almıyorlarmış bunu. Forma da yaptırmamışlar. Tam yatakhanelerin nekadar da kötü yerler olduğundan bahsedecektim ki "herşeye rağmen çok mutluyum orada" dedi. Konunun yatılı muhabbetine geleceğini anlayıp, Embilans'ı orada biraktım ve Carmina'ya geri döndüm. "Yatakhanede çok mutluymuş", hayatında görmediği lüksü orada gördü de ondan. Aslında nekadar bakımsız yerler olduğunu farkedemiyor tabi. Sonra gözlerim tekrar onu aradı. Karanlıkta olsak bile pek zorlanmadım onu bulmakta. Kırmızı formalı bir gürahan hemen dışında oturmuş, esmer bir çocukla konuşuyordu. Kabataşlıların bir kızmı uyuyor, geri kalanları da birbirleriyle konuşuyorlardı zaten. "Mekan seçiminde pek başarılı değiller" dedim kendi kendime. Nuri ise görünürde yoktu, bu gece bana anlatacağı çok şey olacaktı. Opera bitiminde çıktık AKM'den, hava kararmıştı ama Taksim hala ışıl ışıldı. Okula kadar yürüyeyim en iyisi dedim cebimden bir deve çıkarırken. Ben yavaş yavaş zehirlenirken bir gürültü koptu hemen arkamda. Embilans ve arkadaşları okulları ve yatılılıkla ilgili marşlar söylüyorlardı AKM'nin önünde. Ne var yatılı olmakta bu kadar dedim, biz beş yıldır niye farkedemedik güzelliğini. Biraz daha izleyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Kalabalık bir gruba bakıp alay edercesine gülen birisi olarak pek hoş karşılanmadım tabi. Beni ilk farkeden Embilans'ın esmer arkadaşı, formada yazılana göre Eşkiya Baran oldu. Yanıma gelip "ne gülüyosun lan yavşak!" diye bağırdı. Bir anlık şaşkınlıktan sonra soğuk kanlılığımı hiç bozmadan "sanane" dedim. Kıvırcık saçlı Altıntaşak "Artiz misin lan sen" diye sordu bana. Aslında benden bir cevap beklemeyen bu sorular karşısında ne yapacağımı bilmiyordum ama bu soru o an için bir soru değildi zaten benim için. Sıçtığımın resmiydi. Bağırıp çağırıp giderler diye düşünüyordum ki Embilans beni göt edercesine, bir saat önceki muhabbetimizi hiçe sayıp, arkadaşlarına kendisini kabullendirme düşüncesinin de verdiği gazla "cevap ver ulan" diyip cevabımı beklemeden sağ gözüme sağlam bir yumruk attı. Esas resim buydu işte. Birisi ilk hareketi yapmıştı ve gerisi zincirleme reaksiyon gibi gelecekti. Ve geldi de. İnce bir yapıda olmasına rağmen O.K. Dasti'nin çılgın tokatları, futbolla alakası pek yokmuş gibi görünen Küçük Messi'nin tekmeleri, boynundaki Everton atkısıyla Şalgam'ın beni boğmaya çalışması ve hatta ufak tefek, gözlüklü birisi olmasına rağmen saçımdan çeken Gollum... Hepsi o ilk yumruktan sonra geldi. Ama en çok da iri yarı vücuduyla Borb'un yumrukları yaktı canımı. Hayatımın en uzun ve acı verici yarım dakikası, çevredekilerin müdahalesiyle son buldu. Beni servise bindirdiler. Bilincim açıktı ama sinirden kendimi kaybetmek üzereydim. Taksim'in göbeğinde bir avuç "anarşiye meraklı" öğrenci tarafından dayak yemiştim. Nuri geldi yanıma, ne olduğunu sordu. Olayı anlattım, "hadi biz de toplanıp onları dövelim" demesini bekledim ama demedi. Pek ilgilenmiş gibi gözükmüyordu. "Senin iş ne oldu?" diye sordum, "olmadı" dedi sadece. Kısa bi suskunluğun ardından "Kafası karışıkmış, ben anamıyorum ki..." diye başlayıp kadınlar hakkındaki tüm klişeleri kullanarak devam etti. Benimse kafam başka yerdeydi. Tekrar yediğim dayağı düşündüm. Fakat bu sefer yapılan haksızlığı değil. Nasıl bukadar çabuk organize olabildiler diye merak ediyordum. Birisi benim onlara güldüğümü görmüş, diğerleri de hiç düşünmeden arkadaşlarının arkasından gelmişti. Sürü psikolojisi buydu heralde ama hoşuma gitmişti. Yanındaki insana gözün kapalı güvenmek. Benim yanımdaki insan ise yediğim dayağa rağmen hala kendi sikinin derdindeydi. Sonunda yatakhaneye vardık. Binaya baktım ve anında nefret ettim, yani gerçekten nefret ettim. Kendimi buraya ait hissetmiyordum ama evde olmak da istemiyordum. İçimde, aslında olmam gereken yerde değilmişim gibi bir his vardı...

Amo'nun Başlattığı, Yazıdan Sonraki Not Ekolü: Aslında biz bu başka türlü tanışsaydık ne olurdu fikrini Sencer'le beraber Tekirdağ'da beyin fırtınaları kopartırken düşünmüştük. Ama ben tez canlı gibi hemen gelip hikayesini yazdım, bloğa da koydum. Sonra da dedim ki kendi kendime iyiki böyle olmamış. İyki Kabataş'a gelmişim de Allah'ın siktir ettiği yer Büyük Çekmece'de oturduğum için yatılı olmuşum. İyki varsınız ulan!!!

5 yorum:

orkun dedi ki...

artiz bu zamana kadar neden yazmadın hayretler içersindeyim.çok şey hakettin oğlum. güzel olmuş lan!

Adsız dedi ki...

buraya bişi yazcam sonra semih dicekki kafa yormuş millet suratımda entel bir gülümseme var ama olsun olsun kafa yormuş olalım.artizim süper olmuş.aslında ileride bunları bir kitapçıl bile yapabiliriz.

Adsız dedi ki...

helal olsun güzel olmuş. artizde galiba giriş yaptı en sonunda. bide embulansı isimleştirmek sanki biraz uykusuzdaki yazılara benzio. Ama en sonunda uzun yazı yazan kardeşlerime birinin daha eklenmesi beni mesut ve bahtiyar etti :)

K. dedi ki...

mutlu oldum lan.. internetim bozuk oldugu için net ortamlarından uzaktım ama donunce gorduklerım aldı goturdu estı gurledı mutlu ettı

Kha dedi ki...

go go yankees