Blogun amaçları,yararları,sınırları hah bi de edebiyatı

Merhaba genç edebiyat ateşiyle tutuşan blog yazarları,
Sizleri en derin saygı ve sevgilerle selamlamadan önce ilk yazıyı hatırlatmak istiyorum.

http://keshanedenhikayeler.blogspot.com/2009/02/onsoz.html

Herşey bir yana dün gece yıllığı bitirdim ilk defa.Baya baya bayaymış.

Küfür üzerine
Bu konuyu kontrol etmek zor zira öyle bloglar var ki millet seks yaptığını yazıyor,'o gece buna verdim,dün gece Topoşcan bana kaydı' diyor,ha bu arada cidden alınmayın edebiyatsa 'ağ günlüğü' diyelim biz bu 'blog'a en güncel çeviri oymuş çünkü.

Sonuç olarak iyi gene de bu ortam için Semih the 'Amusingshadow' Şengölge'ye teşekkür ediyorum ve kendi adıma böylesine müstesna bir ortamı oluşturdukları için eyvallah diyorum.

Mr. Edward Moore Ted Kennedy



Güle Güle Bay Kennedy

Kennedy ailesinin makus ve lanetli tarihinde abisi JFK'den sonra fark yaratabilmiş ikinci kişidir.ABD'de sağcısı ve solcusu herkes tarafından sevilen bu insan yabancılar için geliştirdiği kucaklayıcı politikalarla da uluslararası düzeyde bir yer edinmiştir.Fakat Azrail yetkisini kullandı.

Toprağın bol olsun.

E yeter!

bu blog artık nihayete ermiştir. İnsanların ne edebiyatı kaldı ne de hikayesi. Anlamıyorum ki sadece küfür edip rahatlamak için kullanılan bir yer haline çevirdiniz. Okusa birileri şok olur. Herkese açık bi blogta bu kadar küfür ediosunuz ona bişeler buna bişeler yapıosunuz, ondan sora buranın bi de reklamını yapıosnz. Doğru düzgn hiç mi yazı yok var tabi ama içine ettiniz bloğun bi yazı koyup birine okutulabilecek bi blog olmaktan çıktı. Herkes birbirine küfredio sora gülüo. Bu mu geldiğimiz nokta? Yani sevgiliniz, anneniz, babanız okusa hiç mi yüzünüz kızarmaz. Yazdıklarınızı bi okuyun ya dönüp yazdıktan sora... Bi de ilk günlerdeki yazılara bakın... Bi sorun yoksa devam edin bişe diemiecem ama ben artık daa fazla yazacaımı sanmıorm!!!

Bu ne lan!

Hep sikiş sokuş olmuş oralar biz hala buralarda kendi kendimizi bafiliyoruz.
Ey adi dünya bu mu lan adaletin?!
Gün olur devran döner; horoz domalır tavuk siker!..

Marksist Bakış

Arkadaşım ''Hadi oğlum başka ne yapacaz,mal gibi oturuyoruz burada gidip bakalım,hem güzel kızlar vardır ortama falan bakarız.'' dedi.Ne zamandır heveslendiğimiz fakat hep bahaneler üreterek gitmekten vazgeçtiğimiz Marksist Bakış'a bu kez gitmek için and içmiş gibiydi.Ben ise limonatamı tembel tembel yudumlarken Kızılay'da dolanan hatunları kesmek istiyordum.Arkadaşın ikna çabalarına en sonunda dayanamayıp "Tamam lan hadi gidelim"dedim.Hesabı ödeyip mekandan çıktık,biraz yürüdük,sola döndük,bi işhanına girdik,asansör 5.katta durdu."Ne de çabuk geldik lan" diye düşünürken mekanın açık kapısından içeri baktım.Mutfaktan kokusu her yere yayılan bir tencere dolusu salçalı makarna ile karşılaşmayı hiç beklemiyordum.Açıkçası orada bir mutfakla karşılaşmak bile yeterince enteresandı.Bir an ayakkabıları çıkarmaya yeltendim yerdeki halıları gördükten sonra fakat harekete geçen elim bi eleman tarafından tutuldu.Tokalaştık.Sırayla herkesle tokalaşıp tanıştıktan sonra "Niye geldiniz?" imalı bakışlara "Bir arkadaş söylemişti de bilgi almaya geldik" diyerek cevap verdik.Neyin bilgisini alıyorsak?Sanki turizm acentesi amına koyiim.Bizi pencere dibinde iki sandalyeye oturttular ve tanışma ayağından çok bir kendimizi tanıtma evresine girdik.Bu arada sofrayı kuran kızlar "Siz de ister misiniz?" diye sorup duruyorlardı.Biz de otlakçı konumuna düşmemek için "Yok biz almayalım,afiyet olsun." diyerek sözde gururu koruduk.Bir de odaya yeni gelen bile yemeğe davet ediyor yemeğin yapımında hiçbir söz hakkı olmamasına rağmen.Cola falan da ikram ettiler,biz de arkadaşla "Ulan bunlar bizi oruçlu falan sanacak bari cola içelim" şeklinde bir bakışmadan sonra içeceği kabul ettik.Colayı hışımla içen arkadaşım bir anda bir gazla soru yağmuruna tutmaya başladı odadakileri,ben ise çoktan dalmıştım başka diyarlara.Odanın bi içerisinde göz gezdirdim.Elemanlar aile ortamını yakalamışlardı ama hep bir şeyler eksik gibiydi.Herkes ciddi olma peşindeydi odadaki.Kimse mizahtan,taşaktan nasibini almamış gibiydi.Tamam oraya ciddi meseleler konuşmaya geliyorsun da hepimiz aşağı yukarı aynı yaşlarda gençleriz.Ben bilmiyor muyum sanki buradaki kimliğinle dışarıdaki aynı.Sanki kış geceleri yeni girdiğin yatağa alışmak için yorganın içine osurmak vasıtasıyla yatağı ısıtmayan bir insansın sen.Şimdi burada tribe girmenin alemi nedir??Bir de sırf bu yüzden 5 dakikalık sessizlikler oluyor konuşmanın ortasında.Herkes "Şimdi nereden girsem de akıllarını alsam bu gençlerin?"diye ciddi konular düşünmeye başlıyor.Halbuki biz ilk geldiğimizde desen bize"Ooo yoldaş kaynanan seviyormuş otur gel eki eki.." falan daha içten bir ortam kurma şansı doğabilir.2 saat kadar oturduk velhasıl.Ben artık iyice otomatiğe bağlamış ota boka kafa sallarken en sonunda arkadaş da sıkılmış olacak ki kalktık.Asansörden indik,dışarı çıktık ve hayatın yalan olduğuna bir kere daha karar verdik.

Akşam da Şener Şen'in "Namuslu" filmini izledim keyfim yerine geldi neyse ki.Şener Şen bir başka hacı...

Bir ve Sıfır

Ayağındaki iki numara büyük terlik ve elinde sonuna yaklaşmış purosuyla, iki kolu dizlerine dayalı öne eğilmiş durumda otururken kapıdan içeri bir melek girdi.
-Acınası görünüyorsun. dedi

Adam gülümsedi.Hiç öyle hissetmese de öyle gözüktüğünü biliyordu.Meleğinse, nefes almak ve ölümlü olmanın dayanılmaz çekiciliği karşısında kendine bu kadar acımasız davranan bu insanı küçümsemekten başka bir şey gelmiyordu elinden.Kendi sonsuzluğunun sakin, tahmin edilebilir ve amacı belli var oluşundaki tutku ve heyecan eksikliği bu acınası adama karşı dahi farklı bir çekim hissetmesine neden oluyordu.Yaşadığı sevginin tatminkarlığından vazgeçip nasıl da bilinmezliklerin içine atlamak isterdi? Belki de birkaç "Allah Yılı" içinde Yüce Varlıklar Surası'ndan terfi alır ve bu deliliğin nasıl birşey olduğunu yaşayarak tecrübe ederdi.

Adam hissiz oturuyordu.Purosunu söndürdü.Onca yıl yaşadıktan sonra şimdi bir de melek çıkmıştı karşısına.Onun yanında tam olarak ne yapması gerektiğini biliyor, en güzel nasıl yaşayabileceğini hissedebiliyordu.Ama kimi zaman sadece uzanıyordu.Kalkıp mutlu olmak zor geilyordu.Ha ha.Belki sakinliği tercih.ediyordu.Sonunda beklediği "soru"nun oluşmak üzere olduğunu hissetti.

-Hazır mısın?
-İnsan her gün ölmüyor ya.Biraz heyecan var tabi.

Sanırım adı azraildi.Hiç de öyle eli oraklı, kuru kafalı,cüppeli birşey değilmiş.Hatta çok farklı bir çekiciliği var.Teninin rengi bana yaklaşınca renk değiştirdi.Onun dışında insandan pek bir farkı yok.

-Bana kendi formunu gösterebilir misin?
-Buna iznim yok.

Sanırım ölmeden önce meleğe bir ders verebilirdi.

Cit-röen

Ne istiyosunuz lan benden?Kondürüm yok arayamıyorum arasam sövcem sizlere hasır altından.Herkes kendi dünyasının ütopyalarının peşinden koşmakta ben hala ancuk uncuk takılmaktayım the deep of bohemian durumlardayım.Neler olmuş neler ben yokken dürümler gelmiş hakedene haketmeyene yerler silinmiş bal dökülüp yalanmış artiz le ozi de yazmış aslan olmuş.artizinki bu arada müthiş olmuş.Freshlik kavram değiştirmiş anlam değiştirmiş ,sofralara meze olmuş.Ben ise aynı yerimde sekmekteyim.Onu geçtim bi de daha 4-5 yıl daha ankaradayım.olacak iş mi arkadaş?seco totem yaptı billahi azizim.

Kaçamaklar kuçamaklar peşindeyim ve önceliklerimi belrleyebildim mi bilmiyorum.Hani herşeyi zamana bırakman gereken zamanlar vardır ya...Hani bişeyler belli olmadan bişeyler olmadan ne yapacağını bilemessin o yüzden beklemeye alırsın kendini basarsın stand-by a abandone abandone beklersin.O gün o buraya çağırır bugün buraya gidersin sonra onu bunu yaparsın.kafana göre takılırsın.Ancak olması gereken bu değildir.Bi plana bi amaca belki de bi çakallığa bi punduna ,kumpasa ihtiyacın vardır.ama beklersin beklersin gelmez.hani derler ya karı kız bulmak için 'olum sen aramıycaksın arayışta olmıycaksın o an o seni bulur zaten ' diye.Nah bulur arkadaşım nahh.

Bu arada paso şarkılar falan yazıyorum.Yazılmış şarkıları değiştiriyorum.Biraz küfürlü tarzda beni bilirsiniz sonuçta hani...E hadi sevgiler saygılar.dürüm istemem kendi dürümümü kendim alırım yerlerinizi falan da silmem işerim.freş.YES Mİ?

En nihayetinde

O artık bir Freshman.

Garip bir öykü

Aklında tek bir soruyla o odadaydı. Sonucu ne olursa olsun bu sorunun cevabı öğrenmeliydi. Ve bunu yapacaktı da.
Sıradan bi sorgu odasıydı. 4 duvarlı, hiç penceresi olmayan, yanlızca bir kapıyla dışarıyla bağlantısı bulunan; ki odanın tavanında bulunan lambanın elektriği bile bu kapıdan geliyordu, ve o lambanın altındaki sandalyesiyle gayet sıradan bi sorgu odasıydı burası.
İkiside zorlu geçen sorgudan sora yorgun durumdaydı. Artık aklındaki sorunun cevabını almanın zamanının gelmiş olduğunu düşündü ve gözgöze gelmeyi bekledi. Beklediği bakışmayı yakalayınca hiç bekletmeden "Bilgiyi nerden aldınız?" diye sordu. Karşısındakinin en az kendisi kadar yorulmuş olacağını düşünüyordu. Fakat yanılmıştı. Sorgu memuru "Burda soruları ben sorarım." diye kükredi ve tüm gücüyle çenesine bir yumruk daha indirdi. Artık ağzında kanın tadını alamıyordu. Uzun kanamalardan sonra artık dili kanın tadına alışmış ve farklı bir his vermiyordu. Dilin bu kadar alışmış olmasına sebep olan kanlar çoktan ağzının içinde pıhtılaşmıştı bile.
Şimdi hiç çaresi kalmamıştı. Eğer memurun daha fazla üstüne giderse ölme yada bayılma tehlikesi çok yüksekti; bu riski göze alamazdı. Almamalıydı. En iyisi zaman kazanmaya çalışmaktı; artık rahat kontrol edebildiği formuna dönüşmeden önce elinden geldiğince beklemeliydi. Zihnindeki ses buna onu söylüyordu. Kendini kontrol edebilmeye başladığından hemen sonra başlamıştı bu sesler, kendi sesi olmadığı apaçıktı; hiç bilmediği, görmediği, hatta duymadığı şeylerden bahsediyordu. Neler yapabildiğini bildiğini, kendisi gibi birçoklarının var olduğundan bahsediyordu. Hatta bazen ne yapması gerektiğini söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Buraya da o sesi dinlediği için düşmüş olduğu geldi aklına. Bu aklını kurcaladıkça gözünü kan bürüyordu, sesin sahibini eline geçirince neler yapıcağını hayal ediyordu. O'nu dinlememeyi, sesi duymamayı çokça denemişti, ama herseferinde başarısız olmuştu. Şimdi ses ona beklemesi gerektiğini söylüyordu. Yardım yoldaydı. Kendi kendine sabırlı olmayı tekrarladı: sabretmeliyim, sabretmeli... sabre....
O sırada zihnindeki ses "Hayır! Sakın! Dayanmaya çalış! Durdur onu herşeyi mahvediyorsun!" dedi ama o bunların çok sonra farkına varıcaktı....


devamı haftaya arkadaşım

Sınırlar


Bu hayatın bu tarafını sevmiyorum.Her konuda bir ölçüt var.İşte bu yüzden herşey sahte.Hani nerede özgürlük?Aman burada o salak tanımı '.. başkasının özgürlüğünün başladığı yerde seninki biter..' akla getirmemeli.Bu dünyada bir insanın elde etmek isteyebileceği kavramların hacmi ve değeri bu evreni aşamayacağına göre neden herşeyin belli teamüller çerçevesinde ölçütlere indirgenmesi ilginç değil midir?


İstediğin her şeyi
Ona anlatmalısın
Bir neden varsa eğer
Bu elin içinde saklı.

Kırılgandır bu topraktaki her şey
Düşmesi kolay
Sen onu fırlatınca
Her şey bitti.

Bu şehir
Nereye gitsem bildiğim yüzler
Hepsi kendi farklı ortamlarında.

Yeraltından uçarken,gözlerim kapalı
Hiçbir şey duymuyorum,hissetmiyorum.

Zaman;mutsuzluk dolu kalplerle çevriliyken hep aynı kalmış.

Ulaşılmaz rüyalar
Nasıl yaşanırlar?
Ben zamanın dışına taşarken
Yavaş akarlar.

Bildiğim yüzler artık yok
Hepsi bozulmuş
İtin iti yediği bu dünyada
Herkes birlik olmuş kapılara hücum ediyor.




Yanlış birşey yapmadım.Belki yaparım ama cezası benim.

Post-Modernizm


Yaşlanıyorum

Bağırmak zor geliyor
Galiba büyüyorum
Islık çalamamaksa sokakta
Ben yaşlanıyorum

Kaçmaksa sevmekten
Utanmaksa eğlenmekten
Yaşamamaksa eğer
Ben yaşlanıyorum

Bitirmekse sevişmeyi
Bırakmaksa özlemeyi
Beklemekse; yalnızca ebediyeti
Ben gidiyorum

Sonsuza Dek

Güneş batarken bana gelsen
Gelirken gülümsesen
Gülümserken seyretsem
Sonsuza dek

Geceleri dans etsek
Ederken dilesek
Kalmayı birlikte
Sonsuza dek

Sevsek, versek kendimizi
Uyanmadan rüyadan
Sayamasak hayatı
Sonsuza dek

Cehennem

Kelimelerin terk ettiği yerde
Güzelliği aydınlatırdı kalbimi
Yıllar geçse de hala ilham veriyor
Mutlu kııyor yaşamımı

Tek hatırladığım gülen güzel yüz
İnci dişler ve küçük bir gamze
Sevgiyle bakan gözleri
Yıllar geçse de ilham veriyor

Şimdi ne oldu ona acaba
Belki evli, çocukları var
Ya da lanet sarhoş ezdi güzelimi
Bilmiyorum bilebilecekken

Ama izin vermiyor gururum aramama
Yüzüme telefonu çarptığı andan beri
O da aramaz, tanırım dedim ya
Söyleseydi nedenini keşke

Ama onu özlemiyorum
Ne zaman istesem yanımda hayali
Dedim ya olamaz hiç bir gerçek hayal gibi
En güzelidir düşlemek rüyalarda

Ama her kadında olduğu gibi
O da fazla ilgiye dayanamazdı..
Yalanda söylerdi, hatta kötülükler yapardı!
Görmezden geldim,hayallerimin hatırına

Onu anlatamadım hala!
Ama suç benim mi ki?
Hangi şarkı onun kadar güzel olabilir!
Seni tanıdığım için çok mutluyum, beyaz diken...

acel

zifiri karanlık gecede herşey acele, doğru ecele
yedin içtin toplasan ne çıkar, hayatını hecele
birkaç yalnız harf, yarım kalmış kelime
geriye bırakamadığın bir yarım kafiye
yalan kipler kişiler, çokça sözde özne
birikmiş hepsi yanlış zaman yanlış yerde
cümleler kısa, aynı, aynı, aynı ama moda
ah be bora kardeşim, soktun yine beni moda

arada bir tanıdık cümleler çıkar karşına
başı, sonu belli, virgülü atlanmamışda!
yeni fikirler üretirken iki cümle, o da ne
üçincü bir cümle gelmiş, paragraf mı olduk ne!
bu kadar kelimeden topu topu çıkan üç cümle
beklemezse yeni ölüyü mezar,koş sende cümle
yıllar sonra okudum bu sözleri ben gene
hiçbirşey değişmemiş buna bora da dahil ben de

Paralel Evren

ÇOK UZUN LAN BU, OKUYAMAM DİYENLER: ÖNCE BİRİNCİ BÖLÜMÜ OKUYUN, YARIN ÖBÜR GÜN DE İKİNCİYİ OKURSUNUZ...

1. Bölüm

"Akşam Beyoğlu'na gider miyiz?" diye sordu arkadaşım, hem Fransızca sınavının efkarını dağıtırız. Cezayir'den gelip Fransızca'yı çok iyi bilmesine rağmen her sınav çıkışı bizimle birlikte efkar dağıtırdı. Nevizade'de bira-sigara-çerez üçlüsüyle geçirilen keyifli bir akşam düşüncesini unutmaya çalışarak "olmaz" dedim. Akşam yatakhanece operaya gidilecekti. Nuri'nin yüzündeki mutsuz ifade, gelmek istemediğinin habercisiydi ama Nazlı'nın da geleceğini öğrenmek bu isteksizliği bir anda giderdi. Son matematik dersinin bittiğini belirten zille birlikte ayaklandık. Sıkıcı ve bir okadar da yorucu geçen bir günün ardından bastıran eve gitme isteğini ne yazık ki bugün de görmezden gelip, yatakhanedeki geniş ama adamı bir okadar da darlayan salonuma doğru hareketlendim. Yolda Nuri ile çevirdiğimiz Star Wars muhabbetini, Samuel L. Jackson'un "Feel the force motherfucker" cümlesini o gür sesiyle söylemiş olması gerektiği konusunda uzlaşarak bitirdik. Ve sonunda dört sene boyunca üst dönem baskısıyla, yönetimin anlamsız yasaklarıyla, kendi dönemimdekilerle ettiğim kavgalarla artık iyice nefret ettiğim yatakhaneye geldik. Her gün evimin Silivride olmasına lanet ettiğim bu dört sene boyunca okulumu değiştirmeyi bile düşündüm. Babamın müdürü olduğu okula yakın olmak için tercih edilmişti Silivri, benim çektiğim zorluk yok sayılarak. Taşınalım dedim, Beylikdüzü'ne bile razıydım ben, her gün gider gelirdim okuldan eve, evden okula ama çabalarım sonucu değiştirmemişti. Şimdi üst dönemsiz, nispeten daha rahat bir yatakhanedeydim ve burdaki günlerimin ÖSS sıkıntısıyla birlikte tarih olmasına az bir zaman kalmıştı. Şu anki sıkıntım olan yeni yıkanmış saçlarıma şekil verememem ise pek geçecek gibi durmuyordu. Kısa saça dönüş yapayım artık dedim kendi kendime. İşim bitince Nuri'yi de alıp aşağı, servislerin yanına indim. Gözlükleri ve uzun, kıvırcık ama bonus olmayan saçlarıyla tam Amerikan sit-com'larından fırlamış gibiydi. Servislerin yanında kapıların açılması için beklemeye koyulduk. Şehirlerarası otobüs boyutlarında, önlerinde sarı kırmızı harflerle GS yazan bu servisler, daha çok Galatasaray'ın deplasman otobüslerine benziyordu. Servise bindikten sonra, kurnazca hazırlanmış bir stratejiyle Nuri Nazlı'nın yanına oturdu, ben de onların arkasına cam kenarına. Benim yanımda ise Samsun valisinin oğlu Berk vardı. Veya Cenk, isminden pek emin değilim. Benimkisi suskun bir yolculuk olacağa benziyordu, çünkü Berk/Cenk iPod'undan, son seste Linkin Park dinlemeye başladı. Nuri'nin ise pek susmaya niyeti yoktu anlaşılan. Nazlı'yla muhabbeti kurmuş, sinema üzerine konuşuyorlardı. Bir ara Nazlı Nuri'ye "Yönetmen Numan Sencer Ceylan'la bir akrabalığınız var mı?" diye sordu. Ben Nuri'den "Evet babam olur kendisi, hatta onun göbek adı Bilge olduğu için diğer adımı da Bilge koymuş" gibi bir kolpa beklerken o "hayır" dedi. Belli ki bukadar yüksekten uçmak istemiyordu, "bizimkisi soyadı benzerliği" diye de ekledi. Konu birden Sencer Ceylanın filmlerine gelmişti. Nazlı'nın çok sevdiği bu filmlerden Nuri pek hoşlanmazdı ama şimdi, izlerken yarısında uyuyup sonunu başkalarından duyduğu, hakkında yapılan yorumları e-sözlükten okuduğu bu filmler hakkında harıl harıl birşeyler anlatıyordu kıza. Ben de sohbetin sonuna kadar dayanamayıp, rahatsız edici "A Place For My Head" müziği eşliğinde kafamı cama yasladım. Uyumuşum. Servis şoförünün "Geldik" diye bağırmasıyla uykumun en güzel yerinde uyandım, sayende gelemedik dedim adama ve arabadan indim. AKM'nin önündeydik. Sadece bizim lise gelmemişti anlaşılan. Etrafımız liselilerle çevriliyken biz uzun saçlarımızla üniversiteli havası yaratmaya çalışıyorduk. Birkaç tanıdık sima da vardı bu liselilerin içinde. Dershaneden tanıdığım "Ben günde en fazla on onbir soru çözerim, o da Türkçe" diyerek götünden sallamanın en güzel örneklerinden birisine bizi inandırmaya çalışıp her sınavda derece yapan kıza bile rastladım. Ama esas ilgimi çeken Gençlerbirliğii altyapısından kaçıp gelmiş gibi kırmızı siyah formalarla gezen, yaklaşık on onbeş kişilik bir grup oldu. Hepsinin arkasında anlamsız lakaplar yazıyordu ama o lakaplar ve numaraların altında ise hep aynı şey: YATILI


2. Bölüm

Verilen ilk arada bir şeyler yemek için salondan çıktım. Nuri için geri dönecektim ama o şimdi yiyordur yiyeceğini diye vazgeçtim. 2. perdenin başlamasına beş dakika kala geri dönüyordum ki kapıda onu gördüm. 5 senede gittiğim üçüncü Carmina Burana'nın ikinci perdesini boş verip sohbete başladım onunla. Doğudan gelmiş olmalıydı, şivesinden belliydi. Sordum, Sivaslıymış. Oyun başladı ama biz muhabbete devam ettik. "Benim babam şöför, valı şöförü", dedi. "Sivas valısının şöförüydü ama o valı Samsun'a atanınca babam işinden oldu. İstanbol'a geldik biz de, şimdi embilans şöförü babam. Ama ben onun gibin olmayacağam. Astronot olup çok para kazanacağam". Son bölümde hafif gülümseyinve ben, lafını aniden kesti. Lise muhabbetine döndük sonra. Ben lisemle artistik yapayım diye "Galatasaray Lisesi'ndeyim ben" dedim. Bana küçümser gibi baktıktan sonra "Ben de Kabataşlıyım" dedi. Meğer bizim formalıların arkadaşıymış yatakhaneden. "Senin niye forman yok" diye sordum. Lise 1'de yatılı olmuş, aralarına pek almıyorlarmış bunu. Forma da yaptırmamışlar. Tam yatakhanelerin nekadar da kötü yerler olduğundan bahsedecektim ki "herşeye rağmen çok mutluyum orada" dedi. Konunun yatılı muhabbetine geleceğini anlayıp, Embilans'ı orada biraktım ve Carmina'ya geri döndüm. "Yatakhanede çok mutluymuş", hayatında görmediği lüksü orada gördü de ondan. Aslında nekadar bakımsız yerler olduğunu farkedemiyor tabi. Sonra gözlerim tekrar onu aradı. Karanlıkta olsak bile pek zorlanmadım onu bulmakta. Kırmızı formalı bir gürahan hemen dışında oturmuş, esmer bir çocukla konuşuyordu. Kabataşlıların bir kızmı uyuyor, geri kalanları da birbirleriyle konuşuyorlardı zaten. "Mekan seçiminde pek başarılı değiller" dedim kendi kendime. Nuri ise görünürde yoktu, bu gece bana anlatacağı çok şey olacaktı. Opera bitiminde çıktık AKM'den, hava kararmıştı ama Taksim hala ışıl ışıldı. Okula kadar yürüyeyim en iyisi dedim cebimden bir deve çıkarırken. Ben yavaş yavaş zehirlenirken bir gürültü koptu hemen arkamda. Embilans ve arkadaşları okulları ve yatılılıkla ilgili marşlar söylüyorlardı AKM'nin önünde. Ne var yatılı olmakta bu kadar dedim, biz beş yıldır niye farkedemedik güzelliğini. Biraz daha izleyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Kalabalık bir gruba bakıp alay edercesine gülen birisi olarak pek hoş karşılanmadım tabi. Beni ilk farkeden Embilans'ın esmer arkadaşı, formada yazılana göre Eşkiya Baran oldu. Yanıma gelip "ne gülüyosun lan yavşak!" diye bağırdı. Bir anlık şaşkınlıktan sonra soğuk kanlılığımı hiç bozmadan "sanane" dedim. Kıvırcık saçlı Altıntaşak "Artiz misin lan sen" diye sordu bana. Aslında benden bir cevap beklemeyen bu sorular karşısında ne yapacağımı bilmiyordum ama bu soru o an için bir soru değildi zaten benim için. Sıçtığımın resmiydi. Bağırıp çağırıp giderler diye düşünüyordum ki Embilans beni göt edercesine, bir saat önceki muhabbetimizi hiçe sayıp, arkadaşlarına kendisini kabullendirme düşüncesinin de verdiği gazla "cevap ver ulan" diyip cevabımı beklemeden sağ gözüme sağlam bir yumruk attı. Esas resim buydu işte. Birisi ilk hareketi yapmıştı ve gerisi zincirleme reaksiyon gibi gelecekti. Ve geldi de. İnce bir yapıda olmasına rağmen O.K. Dasti'nin çılgın tokatları, futbolla alakası pek yokmuş gibi görünen Küçük Messi'nin tekmeleri, boynundaki Everton atkısıyla Şalgam'ın beni boğmaya çalışması ve hatta ufak tefek, gözlüklü birisi olmasına rağmen saçımdan çeken Gollum... Hepsi o ilk yumruktan sonra geldi. Ama en çok da iri yarı vücuduyla Borb'un yumrukları yaktı canımı. Hayatımın en uzun ve acı verici yarım dakikası, çevredekilerin müdahalesiyle son buldu. Beni servise bindirdiler. Bilincim açıktı ama sinirden kendimi kaybetmek üzereydim. Taksim'in göbeğinde bir avuç "anarşiye meraklı" öğrenci tarafından dayak yemiştim. Nuri geldi yanıma, ne olduğunu sordu. Olayı anlattım, "hadi biz de toplanıp onları dövelim" demesini bekledim ama demedi. Pek ilgilenmiş gibi gözükmüyordu. "Senin iş ne oldu?" diye sordum, "olmadı" dedi sadece. Kısa bi suskunluğun ardından "Kafası karışıkmış, ben anamıyorum ki..." diye başlayıp kadınlar hakkındaki tüm klişeleri kullanarak devam etti. Benimse kafam başka yerdeydi. Tekrar yediğim dayağı düşündüm. Fakat bu sefer yapılan haksızlığı değil. Nasıl bukadar çabuk organize olabildiler diye merak ediyordum. Birisi benim onlara güldüğümü görmüş, diğerleri de hiç düşünmeden arkadaşlarının arkasından gelmişti. Sürü psikolojisi buydu heralde ama hoşuma gitmişti. Yanındaki insana gözün kapalı güvenmek. Benim yanımdaki insan ise yediğim dayağa rağmen hala kendi sikinin derdindeydi. Sonunda yatakhaneye vardık. Binaya baktım ve anında nefret ettim, yani gerçekten nefret ettim. Kendimi buraya ait hissetmiyordum ama evde olmak da istemiyordum. İçimde, aslında olmam gereken yerde değilmişim gibi bir his vardı...

Amo'nun Başlattığı, Yazıdan Sonraki Not Ekolü: Aslında biz bu başka türlü tanışsaydık ne olurdu fikrini Sencer'le beraber Tekirdağ'da beyin fırtınaları kopartırken düşünmüştük. Ama ben tez canlı gibi hemen gelip hikayesini yazdım, bloğa da koydum. Sonra da dedim ki kendi kendime iyiki böyle olmamış. İyki Kabataş'a gelmişim de Allah'ın siktir ettiği yer Büyük Çekmece'de oturduğum için yatılı olmuşum. İyki varsınız ulan!!!

Çok ayıp

Çok mu ayıp yaptıklarımız anlamıyorum ki... Yani sorarım size çok mu ayıp benim burda boş yazdığımı bildiğim halde insanların bunu okuyacağını ve üstüne kafa yoracağını düşünüp gülümsüyor olmam? Çok mu ayıp yorgun argın otobüsün birinde otururken bir yaşlı binince arkadan yükselen yavrum kalkıp yer versene sesine sen kendi işine bak demek? Çok mu ayıp ailenin karşısına çıkıp ben bunu istemiyorum demek? Çok mu ayıp kendi evimizde çıplak dolaşmak? Çok mu ayıp hak edene küfretmek? Çok mu ayıp tursitler gibi pervasız yaşamak? Çok mu ayıp canın istediğinde sigara içmek? Çok mu ayıp nomal birayı fıçıya tercih etmek? Kim koyuya bu ayıp kavramını? "Toplumun" kendisi... E toplum kim ben, sen... E o zaman ayıp değil çünkü bence normal... Yok ayıp! Neden? Çünkü öyle!! Ne demek öyle??? Neyse zorlama da yapma işte... Allah allah durum gittikçe ilginçleşiyor. Ne demek zorlama da yapma işte? Bak hala uzatıyorsun... Ya uzatmıyorum sadece evimde çıplak dolaşmak istiyorum. Olmaz öyle şey! Nasıl bişe? Çıplak dolaşman. Nedenki? Ayıp! Nasıl ayıp, kime göre ayıp? Topluma göre... Ya anlamıyorum ki toplum bizsek ayıp olan ne...?

Niye ofluyorsun?

Niye ofluyorum biliyor musun? Çünkü sen yorgun ama daha çok sıkkın ve düşünceli şekilde yere bakarken parmaklarının arasından dudaklarına götürdüğün sigarayla,akşam güneşi yüzüne vururken denizden esen rüzgarın saçlarını öne doğru düşürmesiyle dünyanın en güzel tablosunu oluşturuyorsun ve ben bu tabloyu bozacağımdan öyle çok korkuyorum ki kalbim iki kuvvetli duyguyu aynı anda kaldıramıyor.Nefes alamıyorum.Sırf sana uymak için yaktığım sigaradan boğulan ciğerlerimin arasından göğsümü umarsızca tekmeleyen kalbim bana doğru bağırıyor:"Artık Söyle!!"

Böyle demeyi çok isterdim..Olmadı..

34

İstanbul denilen bir garip şehir...Bünyemi yeniden canlandırdı adeta.Aklıma sürekli yapılması gereken şeyler getiriyor,hayatın hala dolu dolu olduğunu,daha çok yaşanmışlıklarımın olacağını söylüyor bana 7 tepeli manzarasıyla...İnsanlar hep soruyor bana"Neden İstanbul'a yatay geçiş yapmıyorsun?" diye.."Okulumu seviyorum" diyorum onlara,geleceğimi İstanbul'a tercih ettim..Hakikaten Mülkiye benim için apayrı bir yere sahip olsa da gelecek kaygısı ben de bir göt korkusu yaratmış durumda..Çünkü eğer şimdi İstanbul'da okusaydım yaşımın verdiği heyecanla bohemliğin dibine vurmuş "anı" yaşıyor olabilirdim..Okul pek umrumda olmayabilirdi..Fakat ileride şimdi yaşamış olacağım vurdumduymazlık götümde patlayabilirdi.Çünkü İstanbul'un bazı insanlara karşı ne kadar kahpeleşebileceğini gözlerimle gördüm ben ve bu mavi gözlü esmer güzelinin tokatını yiyen insanlar yanaklarındaki kızarıklığı ömür boyu taşırlar.Ben denyo Ankara'ya işte bu tokatı yememek için gittim.İleride başım dik bir şekilde bu güzel şehrin koynuna girebileyim diye..Ankara'ya dönmeden önce aldığım bu "sabret" busesi de ileride her şeyin çok daha güzel olacağı konusunda cesaretlendirdi beni..

Not:İstanbul'u benimle yaşayan bütün arkadaşlarıma ve kardeşlerime teşekkür ediyorum.

Ölüm

Sizce de ötenazi yasal olmamalı mı? Ben mesela ölemke istiyorum şimdi sizce de bu benim hakkım olmamalı mı? Biri beni öldürsün... Peki ya daha kaç kere ölücem?

Soğan Ambalaj

-Şinoya her gidildiğinde " biri şinodan komisyon alıyor ama " lafı, bitttt.
Kampanyator : Ivan Divandakor

-Amonun yaşadığı her olaydan sonra koşa koşa gelip bloga yazması, azalarak bit.
Kampanyator : Catastorphe

-Her tenis, golf, jetski muhabbeti geçtiğinde embiye yüklenilmesi, devammm.
Kampanyator : Sıkkın Sikici

-Şehir dışında oturan kardeşlerimize, günün akşamında yatılı tayfayla birlikte
yapılan aksiyonları ballandıra ballandıra anlatmak, direk bit ( Adamların
canı çeker beyler, ayıptır yaptığımız )
Kampanyator : Gurbetçi ama sikicide

-Öss ye giren kardeşlerimize hemen " abi nasıl geçti sınav gelio musun itüye / yıldıza / koça "
gibi soruların sorulması , taze bitti. ( Adamlar iyi geçti mi söyler zaten, moral bozmaya gerenk yok )
Kampanyator : Öss götünde patlayan genç

-Her burgerkinge girdiğimizde, Amoyla ilgili " zaten senin damarlarından
mayonez akıyor " denmesi, bitsin artık be olm.
Kampanyator : ' Nez mayo giyerse ne olur ' gibi bir espriye ( espri bile degil aq )
hala gülen çocuk

-Her gidilen barda yeni içkilerin de denenmesi , ( Hep bira olmaz ama )
devam lan taşşak olur
Kampanyator : Sen onu bırakta, bira amele işi be olm.

-Yatılı ortamlarında konunun dönüp dolaşıp bazılarına gelmesi veya birilerinin konuları
bilerek getirmesi, yeter lahn!
Kampanyator : Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen

-31 , bitsin artık eşşek kadar adam olduk.
Kampanyator : Bu işlerden artık zevk alamayan masturbator

-Feysbukdaki kızların, birbirlerinin resimlerine absürt absürt " cnm çok gzlsn "
" cnm harikasın " gibi yorumların yapılması, bitsin lütfen.
Kampanyator : Bitmesini istemek, ancak elinden bişi gelmemek.

-Her yatılı ortamı olduğunda mutlaka burgerkinge uğranması, bitmesin lan ne güzel takılıorz.
Kampanyator: I love Burgerking baskılı tişörtüyle hava atan genç ve dramı.

-Abazan muhabbetlerinde mutlaka bir porno muhabbeti geçmesi ve bununla birlikte milletin kendinden geçmesi
, bitteşön
Kampanyator : Heeee ( ağzının kenarından salyalar akmak )

-Amoyu her rakılı ortama girildiğinde gaz verip sarhoş etmek, bitsin beyler yazık bu çocuğa
Kampanyator : " Beyler komaya girdim, para verin hastaneye gidicem "

-Bloga katkıda bulunanlarda bulunup hiç yazmamak, artık yazın be olm bişiler
Kampanyator: olsa dükkan senin

-Yabancı insanların bizim yatılı ortamlarımızda tip tip bize bakması, bitmesse dalın beyler
Kampanyator : Neye baktın birader?

-Baya zaman geçti artık adam gibi bi fasıl düzenleyip cümbür cemaat toplanmak, e artık yapalım beyler adam gibi içelim hep birlikte.
Kampanyator : Hadi içelimmm, içelim her gece ( Sarhoş olmak, ertesi gün hiçbirşey hatırlamamak, önceki gece yapılan muhabbetlerin çoğunu kaçırmış olmak,
milletin üstüne birde senle taşşak geçmesi [daralmak] )

-Gavur arkadaşlar geldiğinde ortamda ingilizce muhabbet dönmesi gavurların anlaması ve eğlenmesi için her türlü şeyi yaparak kendi eğlencemizin
amına koyma, bi daa olmaz zaten i hope
Kampanyator : Anlıyorum ama konuşamıyorum.

-" Suç ve Ceza " kitabının adı geçtiğinde bazılarının içinden " Suç ve Sagopa derim, iğrenç bir espri yaparım ama eğleniriz yinede, taşşak olur "
gibisinden düşünmesi ancak yinede cesaret edip söylememesi sonradan içi içini yemesi, (bitt bile yazamayacak kadar üşenmek,ancak çok daha fazlasını parantez içinde yazmak...)
Kampanyator : Böyle bişi bizim ortamlarda geçmemiştir büyük ihtimalle ama yinede tedbirimizi alalım, malum rapçi arkadaşlar var.

-Artık yazacak birşey kalmadığı halde zorlamak, e ben siktirim gidip yatim o zaman
Kampanyator : Satırlarıma burada son verirken ( cümlenin yarım kalması )

Kavgasız, Raconsuz Bir Hikaye ( 7 yıl Sonra )

Mozarttan çalan ' Quintetto per clarinetto e archi ' adlı parçayla tam bir müzik ziyafeti çektik. Yaklaşık 34 dakika sürmesi bir zaman sonra insanlarda tatlı
bir bıkkınlık oluşturmuş olsa da herkes partynin ilerki bölümlerinde çalıcak hareketli parçalarla nasıl kopacağını düşünüyordu. Sonuçta partyi ben verdiğim
için, konsept olarak asla önden, gençlerin hareketli dedikleri " kop kop " parçalardan koyamazdım. Gençler demişken aklıma yeni oluşturdukları uyduruk diller
geldi. Bu tür yeni oluşturulmaya çalışılan genç akımlarına anlam veremiyordum. Veya onların gettolara özenip varoş yerlerde yaşamasına. Ha birde kıskançlık durumları vardır ki hiç sormayın.
Kıskançlık, gettolarda yaşayan gençleri kıskanan insanları bile tanıdığım bu 27 yıllık hayatımda en nefret ettiğim olaydır. " Varoş Adam " isimli eserimde de söylediğim gibi
varoşlarda asla gerçek bir mutluluktan söz edilemez. Onlar ya tiner çekerler, ya bali koklarlar, yani uyuşturucu çekerek kendilerine kısa zamanlı mutluluklar
yaratırlar.Tıpkı elinde baloncuklar yapan aleti olan küçük çocuk gibi. Üfleyerek baloncuğu yapan çocuk baloncuğun aletin ucundan çıkmasından patlayana kadar
mutlu bir şekilde bakar. Baloncukları söndükçe daha fazla, daha fazla yapmaya çalışan çocuk her baloncuk çıkışında mutlu olur. Her baloncuk patlayşındaysa
o mutlulukları söner ve yeniden mutlu olabilmek için daha çok dener. Ancak bu o aletin içindeki sabun ve suyun bitmesine kadardır. Ondan sonra sinirlenen
çocuk, tıpkı tinercilerin uyuşturucunun etkisinden kurtuldukları zamanki gibi belalıdır.
Uyuşmadıkları zamanlar ise hayatlarının rezilliğini görür tinerciler. O yüzden her daim yalancı mutluluklara ihtiyaçları vardır. Ve bu varoş yaşamı film
lerde çoğu zaman işlenmiştir. Filmlerde, bu varoş yaşamını gören daha iyi düzeydeki insanlar, filmleri izlerken onlara acırlar. Ancak bu varoşlardan çıkmış
gerçek çocuklarla tanışınca, sırf filmlerde gördükleri için bunları kıskanırlar. Böyle söyleyince saçma gelir tabi insana. Ancak düşününce mantıklı gelmeye
başlayacaktır. Çünkü daha iyi düzeydeki insanlar bu varoşların içlerindeki olayları bilemezler. Onların neler görmüş olabileceğini tahmin edemezler. Varoş
gençleri de bu yaşadıklarını normal arkadaşlarıyla paylaşmaz. Cool tavrını korumak ister. Ancak mahallesindeki alışmış olduğu şeyler onun varoşluğunu önplana
çıkartır ve bunu gören arkadaşları " varoş delikanlısı ayağı yapıyor " derler. Ancak onlar bilmezler varoşlardaki rezillikleri. Varoş gençlerinin sadece normal
olabilmek için nelerini verebileceklerini. Burada yazdığım olay süpergüçleri olan kahramanların " ben sadece normal bir hayat istiyorum " klişesi değil. Çünkü
varoşlarda süper güç yoktur. İnsanların seni koruması veya birgün parkta cesedinin bulunması vardır. Her gördüğün tinerciyle ilgili " bıçağı var mı acaba "
diye düşünmek vardır. Çok fazla düşman edinince evden dışarı çıkamamak vardır. Ve bunu tvde gösteriyorlar diye normal insanlar özenirler. Varoş gördüler mi
kıskançlık duyguları kabarır içlerinde. " Gethto mu yoksa Getto mu " isimli kitabımda bu konularla ilgili yazdığım makaleleri bulabilirsiniz .

' Bregoviçden çalmaya başlayan çingen tarzı eserler insanları kopartmak için yeticekti galiba ' diye düşünürken Elizabethe baktım. Bayadır haşır neşir olmamıştık. O party senin
bu party benim gezerken her akşam birileriyle sabahlamış olmamdan olacaktı bunun sebebi. " Canım nasılsın, özledin mi beni " dedi bana doğru gelen sarışın kız elindeki şampanya dolu bardağı garsonlardan birine vererek. Tanımadığım halde " Evet, peki ya sen ? " dedim konuşmaya doğallığımı katarak. Ortamımızda bulunan çok önemli şirketlerin CEO
ları bana tip tip bakmaya başladı. Heralde biraz içmiş olacaktım ki konuşmamdaki tonlama ve şekil değişmişti. " Mister James, herhalde yeni başvurduğunuz krediye onay vermediğim için bana böyle bakıyorsunuz " dedim gülerek. Coca-Cola Company'nin CEO su olan James ve etraftakilerde daha rahatlamış bir şekilde bana gülerek katıldılar. Yaptığım bu ince şakayla herkes tekrardan neşesini bulmuştu. Aklıma önceden bir arkadaşımın dediği " Terapi insanın gündelik yaşamdaki sıkıntısnı dile getiriyor " deyişi geldi. Herhalde haklıydı çünkü bu sıkıntıda bulunduğum partyimde deli gibi terapi dinlemek istiyordum. Cebimden ipodumun kulaklıklarını çıkarıp kulaklarıma taktım. Kablosuz ve küçük olduğu için kimse farketmeyecekti. Elimi tekrar cebime atıp ipodumdan terapi şarkısını açtım. Dinledikçe içimde ki sönmüş olan eğlenme isteği geri geliyordu. ' Off birde extacsy haplarından olacaktı şimdi, iyice kendime gelirdim ' diye düşünürken aklıma ceketimin cebimde geçen elime gelen hap şeklindeki birşeyi hatırladım. Hemen elimi tekrar attım. Çıkarttığımda bunun Türkiyeden getirttiğim çamfıstıklarından biri olduğunu anladım. Ancak X hapı bulmuş kadar sevinçliydim. Çam fıstığıydı sonuçta bu. Hemen kırıp kabuklarının içindekileri ağzıma atayım derken yanıma benim şirketin CEOsu Taner Beyle birlikte 3 kuruşluk orospulara benzeyen 2 tane hatun geldi. Çamfıstığını tekrar cebime koydum. Kızların bana bakışından nasıl etkilendiklerini görebiliyordum. Bende bunu karşılıksız bırakmamak için " Partiye villamda devam edelim mi Tanerciğim, bu manken arkadaşlarınla birlikte " dedim. " Olur tabiki Ahmet Bey " dedi Taner Bey gülümseyerek. Partyimi her zamanki gibi ilk terk eden yine ben olacaktım. Böyle sıkıcı partyler için biraz daha yaşlanmam ve tecrübe kazanmam gerektiğini hissediyordum. Son olarak ortama neşe katıp milletin bana gıptayla bakmasını sağlayıp gidecektim. Nasıl olsa Cool tavrımı korumam gerekiyordu.

Not: Benim tarzım eleştirildiğinden değişik bir şekilde yazayım bu yazımı dedim. Eğer bunun daha iyi olduğunu düşünüyorsanız " Okey Dusty " yazıp 3131 e mesaj atın. Eğer ki eski tarzımda yazmamı istiyorsanız " Ha Siktir Be " yazıp 0202 ye mesaj atın veya yazının altına güzel bir yorum yazın.

İyilik Yap

Her ne kadar insan özünde iyidir yada kötüdür gibi birçok düşünce ortaya atılmış olsa da, bence insanın özünde nasıl olduğu önemli değil. İnsanın diğer insanlara nasıl aksettirildiği önemli. Yani siz bir insana özünde nasıl olduğunu göz önünde bulundurarak yaklaşmıyorsunuz, o kişiler size iyi yada kötü olarak aksettirildikleri ( bunu kendileri de yapmış olabilir) için onlara olan yaklaşımızınız değişiyor. Geçmişimizden bugüne olan süreçte bu yaklaşım çok şekil değiştirmiş. Eskiden insanlar tanımadaıklarıyla bile selamlaşırlarmış, oysa şimdi biri bize yolda selam verse ya sapık deriz yada hırsız. Bu durum şuanda insanların bize kötü olarak gösterilmesinden kaynaklanıyor. Her şeyde bir art niyet her şeyde bir kötülük arar olduk ki bunda da haklılık payımız yok değil. Bunları insanların beslediğini hatta uyguladıklarına tanıklık ettik. Tüm bu tanık olduğumuz olaylar insanları bireyselliğe içe dönüklüğe itti. Onun içindirki geçmişde biz hep birlikte oynardık, şimdi herkes yalnız takılıyor deniliyor. Onlar bilmiyorarki bu yalnız takılan kişilerin kafalarnda oluşturduğu insan tiplemesii kendine yarar sağlıyacak değil aksine zarar verecek bir tip olduğu için onlardan uzak duruyor. Onlarla görüşeceği zamanlarda da takma isim kullanarak benliğine gelecek zarar önlüyor, çünkü ona göre insan iyi değil kötü ve bu kötülük içten değil dıştan kazandırılan bir durum. Dıştan kazandırılır bu kötü algısı çünkü bir insan diğer insanların kendisene kötülük yapıp ayağını kaydıracağını düşündüğü için ne yapıp etsem de o beni kaydırmadan önce ben onun ayağını kaydırsam mantığı yerleşmiştir. Kısacası kötülük yapmazsan kötülük bulursun. Peki ya iyilik yaparsan ne olur? Yolda gördüğü birine selam veren kişiyi iyilik yapıyor olarak nitelendirirsek, iyilik yapan biri genelde kötülük yapıyormuş yada öyle duygular besliyormuş damgası yer. Sonuç olarak cezalandırılır. Bu durum hep böyle sonuçlanmaz tabi. Yine de tanımadığınız birine iyilik yapma daha doğrusu iyilik yapıp denize atma dönemi çoktan kapandı. Şuanki dönem sana kötülük yapılmadan önce sen yapki önce onlar düşsün dönemi. İşte ben hep bu yüzden kaybediyorum, üzülüyorum. İyilik yapıp denize atıyorum sonra kötü damgası yiyorum ardında ayağımı kaydırıyorlar ve iyiliklerle birlikte kendimi denizde buluyorum. Yine de vazgeçmiyorum. Yarın çıkıcam o denizden bulduğum ilk iyiliği alıp denize atıcam. Bir gün tüm bu yazı boyunca anlattığım şeylerin yanlış olduğunu biri bana kanıtlayacak, buna inanıyorum...

MUEEEAAAAHHHHAAAAYYYYYY

Secc'o bugun baya bir düşündüm eski anıları,herşeyi tekrar teyit ettim fakat Mor ve Ötesi'nin Cambaz adlı şarkısı Tanrı/Allah/Buddha/İsa 'ya yazılmamış imgelemeler arasında bayağı bazı kopukluklar var.

Fotoşopçu kardeşim fenasın.
Kenaniciğim adamsın.
Kızsızlıktan kuduran Naim ne yapsın.
bana bu şarkıyı yazdıran
bana üç maymun yaptıran
beni içiren sünger gibi
ben bu aşkın ızdırabını...

Peyk- Gidin

Hayat Uzunluğu (Deneme)

Şöyle bir hayatının kıyısında durup etrafınıza baktığınızda ya hayatı çok kısa yada çok uzun göreceksiniz nasıl algıladığınızla bağlantılı olarak. Bu algı yaşadıklarınıza ve şu anki hayallerinize göre değişiklik gösterecek. Eminim siz de hayatın hatta bir günün bile uzun ya da kısa olup olmadığını sorgulamışsınızdır. İşte bu sorgu sonunda hep aynı karar çıkmaz. Bunun sebebi o anki hayalleriniz yani hayattan beklentilerinizin değişiklik göstermesidir. Ümitsizliğe kapılmış yada içini büyük bir sevinçle dolmuş olabilir. Örneğin, sevgilinizle geçen çok güzel bir günün ardından günün çok kısa olduğunu söylersiniz, ama okulda geçen sekiz derslik bir günün sonunda ise ne kadar uzun olduğuna kanaat getrirsiniz. Şimdi diyeceksiniz bunun hayattan beklentiyle ne alakası var. Hemen açıklayayım: Sevgilinizle geçen güzel günden sonra hayatın güzel olduğunu düşünürsünüz ondan beklentileriniz artar çünkü elinizde güzel yaşanmış bir gün hali hazırda mevcuttur. Bu beklenti artışı bir güne sığmayacağı hatta bir ömüre sığmayacağı için hem bir günün hem de bir ömrün kısa olduğu çıkarımına varılır. Oysa diğer örnekteki bezmiş bir insan modelidir ve beklentileri azalmıştır. Tüm ömrüm acaba böyle mi geçecek düşüncesine kapılmıştır. Böyle olunca hayat ona uzun zorlu ve sanki hiç bitmeyecek bir yol gibi görünür. Kısacası hayattan beklediklerimizle hayatı uzun algılamak ters orantılı olarak karşımıza çıkar. Şimdi bunları neden söylüyorum? Siz de başta dediğim gibi durup etrafınıza bir bakın. Yaşadıklarınızı ve bu yaşadıklarınız sonunda başardıklarınızı, sonra da hayatı algılayışınızı düşünün. Beklentilerinizin neler olduğunu anlayacaksınız. Bir beklentim yok deseniz bile hayata kısa diyorsanız içten içe hırslı bir insan olduğunuzu ve hala başarıya aç biri olduğunuzu göreceksiniz. Yine de uzun diyorsanız bir ömre, hayat sizden hakkaten çok şeyler götürmüş, hayallerinizi bile...

amınızıyiyim

için bira bensiz gidin
pazartesileri götüne girsin
olmadı tozun gezin
yada karıları kızları kesin
siz en iyisi gidin yerleri falan sikin
Hep denedin.
Hep yenildin.
Olsun.
Gene dene.
Gene yenil.
Daha iyi yenil.
S. Beckett

'Mahkumiyet kesinleşmeden ceza infaz olunamaz'

TCK güzel birşey.Tavsiye ederim okuyunuz.


Tatil bitti.



Vay anasını.Vayamino.Tüh sana mal Hışımcan.Aptal Hışımcan,geri Hışımcan.Saf Hışımcan,temiz Hışımcan.

Bunları yazdım.Şok oldum çünkü.Beynim duman,sarhoşluktan değil 9 saat araba kullanınca böyle oluyormuş.Goldenballz daha sağlıklı bi yöntem kardejim bunu söylim de.

Kimi şeyler gördüm herkesin gördüğü.
Şaşırdım ama üzüldüm mü bilemedim.

İstanbul'da 4 sene geçmiş,sağlıkla bir o kadarı daha var ama ordaki olayı özümseyememişim.

Ben yatıyorum.Bu konuya daha sonra çoğul bir platformda döneceğim.

A.GUZELOGLU

yalnız bir opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını


Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GEÇİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren


Murathan Mungan

Nalet olsun TekirDAĞ

TekirDAĞ dayım hala. Evime dönmek istiyorum. İnternet istiyorum. Burada herşey o kadar sıktı ki tekirdağın içindeki harflerden bazılarını büyük yazarak buranın ne kadar sıktığını anlatmaya çalışıyorum.Ancak hala olmuyor bu siktiğimin internet cafesinde. Asıl yazılarımı laptopumda biriktirerek ilerde yapacağım patlamanın girişini bu yazıdan yapıyorum. Ancak o kadar taşşaklı olaylar beklemeyin. Sonuçta burası TekirDAĞ. Bak yine yaptım. Kendimden iğrenmeye gidiyorum.

işte bu

votka güzel bişi sora sölemedi demeyin.
içiyorum şimdi.
gerçekten çok güzel.
içimi rahat ama buzluğa atcaksın donar gibi olcak öyle.
redbulla şekil verebilirsin.
yada shot gidersin beni ilgilendirmez.
ben shot yapmıorum şimdi çünkü binboa bu deymez.
ama genelde güzel yani.
sıcak mıcak demeden çarpar adamı haberin olmaz.
ha bi de votka adamı otururken değil kalkınca çarpar die bi söz var çok doğru.
bu da akılda olsun.
tabi şey de var "çirkin kadın yoktur, az votka vardır" o da doğru.
ama kadın yok burda.
erkek erkeğe içiyoz.
benim ciddi bi ilişkim var öle karıyla kızla işim yok.
akıllı olun yerleri falan sikin.