Kumar Masası-V
Kumar Masası-IV
Atatürk Havalimanı'na inen uçaktan indiğinde dışarısı uçak motoru,benzin ve yanmış lastik kokusundan kavrulurken o bunları hiç farketmeden elinde bond çantası, neredeyse çenesine kadar inen uçakta dahi çıkarmadığı güneş gözlüklerinin hafifçe indirerek hostese bir "elveda" bakışı attı ve yürümeye başladı.Saate baktığında biraz daha zamanı olduğunu düşünerek Free Shop'a yöneldi.Türkiye'de pahalı fakat Free Shop'ta ucuz olan şeylerden alma alışkanlığından dünyanın dört bir yanını gezmiş olmasına rağmen vazgeçmemişti.İndiği uçak okyanus ötesi bir yolculuğun son uçağı olmasına rağmen hala iki karton ucuz camel aldığında mutluluktan havalara uçuyordu.Dışarıya göstermese bile hayattan böylesine basit zevkler alan bir adamdı Rıdvan.Camel kartonlarını bond çantasının içine attıktan sonra cafelerden birine doğru yürümeye başladı."'Merhaba efendim,ne istersiniz?' diyecek diye düşündü çalışana yaklaşırken."İyi günler beyefendi,ne arzu edersiniz?" dedi genç çalışan."Bir mocha alabilir miyim lütfen?"dedi Rıdvan sesindeki canı sıkkın tonu kısmaya çalışarak."Daha kibar ve çekici şeyler söyleyeceğini tahmin etmeliydim,bu yolculuk sonrası düzgün düşünemiyor ki insan!".Sıkı kumarbazdı Rıdvan ama kesinlikle şansına güvenmezdi,işte bu nedenle insan davranışlarını öğrenmeye,onların hangi durumlarda nasıl davrandıklarını bir mantığa oturtmaya çalışırdı.Onu sürekli zinde tutan,asla terketmeyen yegane oyun arkadaşı kendisiydi."Benim teşekkürümden sonra ben teşekkür ederim mi diyecek,yoksa rica ederim mi?Ben teşekkür ederim diyecek,çünkü müşterilerin çalışanlara zahmet çektirdiklerini düşünmelerini istemezler."Kahvesine geldiğinde parasını çıkarttı,"bet"ine uzattı,gayet nazik bir müşteri olarak teşekkür etti;çalışan"rica ederim." deyince mochasını alıp uzaklaşmaya başladı.Belki çalışanın yüzündeki bıkkınlığı farketmemişti,belki de sadece çalışanları artık o kadar iyi eğitmiyorlardı.Her neyse,kaybetmişti,kendisini cezalandırmasını bilirdi.Mochayı yanından geçtiği çöp kutusunun içine bırakırken bir iç geçirdi ve devam etti.Kapıdan dışarı çıktığında siyah Sedan'ı gördüğünde onu bekleyen arabanın bu olduğunu biliyordu.Şoförün de onun yaklaşmasına anormal bir tepki vermediğini görünce "birbirimizi tanımamız ne güzel"diye düşündü ve hayatının en büyük kumarını oynamak üzere arabanın kapısını açtı.
-----Bu Gece-----
Uğur Bey'in masadan kalkması oyuna biraz hız katmıştı,Şimdi oyuncular susmuş sadece kartlara konsantre olmuşlardı,bir kaç el küçük al gülüm ver gülümle geçtikten sonra ciddi bir bette,Halil Bey Baran'ın blöfünü görüp,Ozan ile Oğuzhan'ın perlerini,Rıdvan'ın da kendisinden küçük üçlüsünü ezdikten sonra masanın ortasındaki çiplere sarılarak,ağzını ayıra ayıra güldü.Çocuğu olsa böyle sarılmazdı şerefsiz."Evet beyler,bazıları hep kazanmak zorundadır,üzülmeyin bu kadar."dedi.Ben onun kazanma tutkusunun bir gün sonu olacağını düşünürken Baran Bey de bunu düşünmüş olacak ki,dillendirme gereği duydu."Bir gün birileri senin amına koymak zorunda kalacak." "Öyle deme Baran'ım ben oralardan çoktan geçtim,22 yıl kaybettim artık kazanmak zamanı benim için." cevabını verdi Halil umursamazca."Siz şimdi oturduğunuz koltuklara hep birilerinin sayesinde geldiniz,yaptıklarınızla onları hakediyorsunuz elbette,ama hiçbiriniz benim gibi bu koltuğu kendiniz yontmadınız." Oğuzhan kaşlarını çatarak masaya doğru eğildi "Burada kimsenin kimse hakkında bu şekilde konuşmaya hakkı yok,laflarına dikkat et"dedi."İki saattir dinlediğimiz zırvalardan sonra ben de bir kaç şey anlatayım dedim fena mı?Ne oluyor amına koyayım itiraf saatiniz mi geldi bu gece?Kaybedince duygusallaşmaya başladınız"diyerek Baran'a ve Uğur'a baktı.Uğur konuşulanları duymazdan gelirken,Baran son derece sinirlenmişti.Aslında ikisi de birbirini severdi ancak bu gece bilmediğim bir nedenden dolayı herkes inanılmaz gergindi."Belki de bir ara vermeliyiz beyler."dedim ama Baran güdük işaret parmağını bana uzatarak bana dur işareti yaptı.İşaret parmağı o kadar küçüktü ki uzaktan görenler onun dur yerine tamam işareti yaptığını bile zannedebilirlerdi. Dişlerimi sıkarak geri çekildim."Ulaştığın yere hak ederek geldiğini biliyoruz Halil kardeşim ama unutma bizim de senin oturduğun koltukta parmağımız var.Ayrıca başkalarının da...".Bu son sözlerinde sinsi bir zafer kazanmışçasına ona doğru baktı.Halil ise duyduklarının dolayı daha da gerilmişti.Oğuzhan bunu sezerek "Kimin payı var?"dercesine Baran'a baktı.Ozan biraz geriden gelen sesiyle "Evet Halil Baran Bey haklı,bu söylediklerinden sonra Orkun kardeşinin mezarında rahat uyuyabileceğine inanıyor musun?" dedi."Onun bir mezarı yok,o ölmedi"dedi.Ozan saatler sonra kendisine ilginç gelen bir şey duymuş olmanın heyecanıyla "Nasıl yani,sen bize geldiğinde onun soğuk hava deposunda öldüğünü söylememiş miydin?"diye sordu.Halil "Söylemiştim,ama sonra kontrol ettirmek için birilerini yolladım oraya,adamlar ortada ceset falan olmadığını söylediler."cevabını verdi.Ben istemsiz bir şekilde "Orkun kim?"diye sorunca,Ozan yeniden karanlıktaki sandalyesine gömüldü ve "Anlatmak ister misin Halil kardeşim?"dedi.Halil neredeyse histerik bir şekilde kafasıyla Rıdvan'ı işaret ederek "O buradayken olmaz."dedi.Baran "Zaten sabahtan beri duyması gerekenden fazlasını duydu,birazcık daha duysa bir şey olmaz.En fazla giderken belediyenin çöp tenekesine bırakıveririz"dedi ve bir kahkaha patlattı.Rıdvan yarım ağızla bu içinde gerçeklik payı barındırabilecek şakaya sırıtırken,Halil"Öyle olsa iyi olur."dedi ve hikayesine başlamak için bir sigara yaktı.
Dijitalleşen Dünya, Dijital Kuştepe
dünya'nın en ürkek canavarı
Nasıl oluştuğunu falan anlatmıyacağım o kısımları coğrafya dersinde görmüş olduğunuzdan bildiğinizi kabul ediyorum. Herkes Ankara'yı bir yer sanıyor, başkent deyip bağrına basıyor, ama aslında canlıdır Ankara. Diğer tüm canlılardan farklı olarak çok korkaktır. Diğer yaşayan herşeyden korkar, çünkü kendisi diğer yaşayanların hayat enerjileriyle beslenir. Sebepsiz olaylar yaratır, inanılmaz kurtuluşlara olanak sağlar, dandik dandik okullara ev sahipliği yapar. Örnekler çoğaltılabilir. İşte bu Ankara'yı bi Konya'dan Kütahya'dan bilhassa bi Amasya'dan ayıran özelliktir. Örnekler yine çoğaltılabilir. Dedim ya yaşayanların enerjisini emerek hayatını sürdürür, işte bu yüzden bütün yaşayan varlıklardan korkar. Bu korkusu O'nun bir köpek gibi, bir koala gibi -örnekleri napabileceğinizi biliyosunuz artık- vücut bulmasına mani olmuştur. Bu yüzden onu göremezsiniz, tutamazsınız daha da önemlisi yenemezsiniz! Ara sokaklardadır her zaman, aynı zamanda kanalizasyon çukurlarındadır, trafikte vardır, üniversitelerin dersliklerinde sıra altlarına saklanmıştır. Sürekli tetikte olmak zorundasınızdır Ankara'ya karşı, çünkü size ne zaman saldıracağını bilemezsiniz. Arkadaşlarınızla en işlek caddelerden birinde otururken sohbet muhabbet yerine birden tüm bulduğunuz sıkılan ve ızdırap çeken bir ortam olabilir. Aynı zamanda sinsidir Ankara, saldıracağı zaman tuzağına düşmüş olana kolay kolay saldırmaz, ona kendini sevdirir arkadaşlarından ayırır ve kendine mecbur eder, sonra o kişiyi yem olarak kullanır. Yem sayesinde başkaları da gelecektir, kimi zaman yemi kurtarmak isteyen bir kahraman, kimi zaman olmayan tarihe aldanmış bir turist, kimi zaman ise yoldan geçen bi yolcu...
BAHTI KARA
Uzun zamandır ertelediğim gün maalesef gelip çatmıştı. Sonunda Ankara’daydım. Gelip çatmıştı dediğim, bedava otobüs bileti bulunca hemen atladım, soluğu Ankara’da aldım. Yanımda Bora vardı. “Hadi buranın istiklal caddesine gidelim Bora” dedim. Beni barlar sokağı olması gereken yere götürdü. Kadim bir dostumun da dediği gibi, bu sokağın istiklalle alakası yoktu, burası bildiğin Aksaray’dı. Neyse dedim, içmeye koyuldum. İkinci biradan sonra tanıdık bir melodi duydum. Bu bildiğin apaçi melodisiydi. Kendini bilmez bir ankaralı telefonunun zil sesini apaçi müziği yapmış. Bu yaptığından utanır, kimse duymasın diye telefonu hemen açar dedim, yok! Sanki herkes duysun diye on, on beş saniye bekledi telefonu açmak için. O bekledikçe benim sinirlerim yıprandı, o bekledikçe benim sabrım tükendi. Masadan kalktığım gibi yakasına yapıştım. “Neden böyle yapıyorsun ankaralı! Neden başkentimizin ismini umarsızca karalıyorsun!!!” Cevap yoktu. Edebi bir hareket yaparak bakışlarımla onu delmek istedim, tam gözlerinin içine baktım; o da ne! Göz bebeklerinin olması gereken yerde iki beyaz leke. Bora’ya döndüm, o da aynı hayretle garsona bakıyordu. Aman tanrım dedim, jesus fucking christ dedim sinirden. Ankaralılar bu şehrin sıkıntısına dayanamayıp birer zombiye dönüşmüşlerdi. “Buradan hemen kurtulmamız gerekiyor Bora” dedim ama Bora için çok geç kalmıştım. Zombi garson alt dudaklarına yapışmak suretiyle Bora’yı da bir zombiye dönüştürüyordu. Hemen güvenebileceğim birini bulmak zorundaydım. Aklıma ilk Alp geldi. Ama Alp uzun süredir Ankara’daydı, belki şu an o da bir zombiydi. Seco burada olsaydı hiç düşünmeden onun yanına giderdim. Baksana adam bu lanetli şehirden kaçmak için Belçika’ya gitti. İşte o an aklıma gene kadim dostumun söylediği bir başka söz geldi “Belçika Avrupa’nın Ankara’sıdır”. Demek Seco’nun da kurtuluş ümidi kalmamıştı. Kimi arasam diye düşüm düşüm düşünürken aklıma işte o kadim dostum Gökhan geldi. Ne de olsa o Ankara'ya geleli henüz bir sene bile olmamıştı. Hemen Gökhan’ı aradım, Kızılay’da buluştuk. “Gel kardeşim, seni bu cehennemden kurtarayım” diyerek beni bir dolmuşa bindirmeye çalıştı. “Dolmuş olmaz, orda çok zombi var, taksi dolmuşa binelim orda az zombi vardır” dedim Gökhan’a, kabul etti. Her ne kadar adrenalin dolu bir kaçış hikayesinin içinde olsak da Ankara’nın sıkıcılığı yakamızı bırakmıyordu. Yolculuk boyunca sıkım sıkım sıkıldık. Gökhan bu durumu farketmiş olacak ki bana Ankara’nın önemli yerlerini göstermeye başladı. “İşte bu, Artiz kardeşim, Ulaştırma Bakanlığı. Eğer biz şu an bu yolda sağ salim istediğimiz yere gidebiliyorsak Ulaştırma Bakanlığı’nın bunda büyük emeği var”. Bu enteresan tanıtıma biraz şaşırsam da, Gökhan’a hak veremeden edemedim. Çocukcağız Ankara’da bana deniz mi göstersin, saray mı göstersin, ne göstersin. Tabi ki bakanlık gösterecek. Ama Gökhan susmadı. “Bak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ben şu an sana bunları anlatmak için gerekli olan enerjiyi nerden buluyorum sanıyorsun, tabi ki bu bakanlıktan. Aman tanrım, Sosyal Güvenlik Kurumu! Eğer bu taksi dolmuş kaza yapsa ve biz hastaneye düşsek, SGK bizi hastanenin girişinde karşılayacaktır, buna eminim”. Bu işte bir terslik vardı. Gökhan neden böyle yapıyordu, bunu en iyi kendisi bilirdi. Gökhan’ın yakasına yapıştım. “Neden böyle yapıyorsun kadim dostum, korkutuyorsun beni!” dedim. Gökhan ise bana bakmıyordu. Göz bebeklerinin olması gereken yerde iki beyaz lekeyle alt dudağımı kesiyordu…
Neden böyle oldu?
tarih: 22 mayıs 2011 saat: 23.07 yer: kadıköy
Aklında tek bir soruyla Bağdat Caddesi'nin ortasında duruyordu. Sonucu ne olursa olsun bu sorunun cevabını öğrenmeliydi. Ve bunu yapacaktı da.
Bilindik haliydi bu Bağdat Caddesi'nin. Yılın tamamında bu şekilde ve bu renklerle bezenmesi, bu kadar yoğun olmazdı aslında ama mayısın sonunda doğru festivallerden eksiği kalmayan bir hale bürünmesi de gelenektir buralarda. İnsanlar eğlenmek, kutlamalar yapmak, içmek, şuursuzca şarkılar söyleyip sokaklarda dans etmek için toplanırlardı. Ama hersene olan olmuştu işte; yine ortalık içkinin de etkisiyle kendinden geçen asıl amaçları kutlama yapmak olan bu insanlar cinnet geçirip ortalığı kan gölüne çevirmişler, aynı düşünceleri paylaşan insanlar kendilerini kaybedip birbirlerine öldüresiye saldırmaya başlamışlardı.
Tüm bu karmaşanın ortasında, sadece bir kişi kendine hakim olmayı başarabilmişti. Daha önceki yıllarda edindiği tecrübeler sayesinde olacakları önceden kestiredi ve sadece bütün bu karmaşadan uzak durmaya karar verdi. Ama herkes gibi o da çıldırmanın eşiğindeydi çünkü tüm bu yaşananlara sebep veren olay sizlerinde tahmin edeceği gibi üstünden gelmesi kolay bi travma değil.
İlk başta bi' umut kendisi gibi aklına mukayet olabilmiş birilerini görebilmek umuduyla etrafını gözleriyle taramaya başladı. Bir an önce bu yalnızlık duygusundan kurtulmak istiyordu ama bu pek mümkün görünmüyordu çünkü aklı başında bir insan, dünyanın en vahşi savaş cephelerini aratmıyacak bu görüntüden uzaklaşmak ister. Ama kahramanımızın çok daha büyük bir amacı vardı. Kendini kurtarmak ona şu an hiç bişey ifade etmiyordu çünkü hersene tekrarlanan bu ızdırap içerten içe yiyip bitirmişti, bi nevi ölü sayılırdı.
Sorunun cevabını öğrenmenin bir yolu vardı. Önce bunu nasıl yapmasını gerektiğini düşünüyordu sürekli ama aklına en ufak bişey gelmiyordu ne yapacağına dair. Durup düşünmenin kendine bir yarar sağlamadığını fark ettikten sonra ibadethanesine gidip taptığı insanla konuşup kendisine yol göstermesini istemesi gerektiğini düşündü. O da tecrübeyle şekillenmiş bir insan olduğundan dolayı bu önemli günde ibadethanesini terketmeyip heyecanla beklemeyi tercih edeceği biliniyordu.
Kısa yolda pek bi' zorluk çekmedi: bir kaç kendini kaybetmiş birbiriyle mücadele ediyordu, başka iki serseri ise yüce insana yakın olabileceğini düşündükleri birini yakmakla tehdit ediyorlardı. O insan sadece sıradan biriydi, yoksa ilk görüşte tanırdı. Bu yüzden karışmadı, onlarda kendisine karışmamıştı zaten.
Mağbetin önü polis kaynıyordu, basın burdaydı ve etraf sessizce ağlayan insanlarla doluydu. Bağdat Caddesi'nin aksine buraya derin bir sukunet ve yas hakimdi. Ne olduğunu merak etti. Ortalığın sakinliğinde dikkat çekmemek adına sessizce kapıya yaklaşıp içeri girebilmeyi denedi. Ama dikkat çekmişti, o yaklaştıkça insanlar kaçarcasına yolundan çekilmişler ve uzaktan izlemeye başlamışlardı. Polis kordonunun önüne gelmek üzereyken birden 2 güçlü kol tarafından yer yapıştırıldı:
- Komserim yakaladık!
- Nooluuyooo amına koyim lan!
- Sus lan!
Çok sert bi yumruktu bu.
- Kaldırın ayağa.
- aaaaaaaaah!
- Neden yaptın lan bunu!?
Bu seferki yumruk sert değildi ama az önceki cümlenin merak amacıyla sorulmadığını temsil ediyordu.
- Noluyo lan?
- Bilmiyomuş gibi konuşma lan!
- Neyi amına koyim.
- İçerdeki herkesi öldürmüşsün ya lan. Bi başkanı sağ bırakmışsın o da bi daha konuşamayacak şekilde dayak yemiş! Kameralardan tespit ettik sen olduğunu. Bide pişkin bişkin buraya mı geliyosun lan yavşak?
Bundan sonra olanlar çok daha farklı bi' tecrübe olmuştu kendisi içinde. Bir saniyeden çok daha kısa bir süre için herşeyi hatırladı. Haberi aldığı gibi malum kişinin yanına varana kadar önüne gelen herkesi dövdüğünü hatırladı. Vurulduğunu ama hissetmediğini hatırladı. Vardığında yanlız başına olduğunu ve yakalayıp "Neden böyle oldu?" sorusu eşliğinde defalarca O'nu yumrukladığını hatırladı. Bütün bu görüntüler aklından geçerken reflesk olarak eli vurulduğu yerine uzandı ve oraya bakmak için kafasını çevirdi. Yine kendinden geçti ve bayıldı. Ayıldığında Bağdat Caddesi'nde dikiliyordu ve hiç bişey hatırlamıyordu. aklında hala aynı soru vardı: Neden böyle oldu?.
Bizim neyimiz eksik?
Böyle Olmamalıydı
anneler günü.
ege senin de anneler gunun kutlu olsun sen dogustan anne olma potansiyeline sahipsin kardesim.o tarz yani hadi opusun barisin"
diye yazmışım geçen sene bugün...yine kutluyorum bu güzel gününüzü diğer tüm annelerinkini kutladığım gibi.bu sefer seninkini de kutluyorum uğur kha...sana da mutlaka bişeyde çocuğu koymuşumdur...potansiyelinize saygılar...öperim.