Kumar Masası-V

"Ben yetimhanede büyüdüm.Sonra 18 oldum,yol göründü.O zamanlar ben değildim ama,bizdik.Orkun ve ben.İyi çocuktu o,kendi deyimiyle iyi bir şopardı.Kaç kere kurtarmıştır beni yetimhanedeki orospu çocuklarının elinden.Çıkacağız çıkmasına,kurtulacağız sonunda ama kalacak yer yok,para yok.Şoparın yetimhanede samimi olduğu bir abi vardı.O demiş çıkarken eğer ben bir şeyler ayarlarsam çalışmaya başlarsam bana uğrayın ben size yardım ederim.Yetimhaneden o herifin bilgilerini aldık.Gittik bulduk onu,bize kalacak bir yer buldu,geçtik yerleştik.Cebinden bir tomar para çıkardı,bize biraz verdi,dedi yiyecek giyecek bir şeyler alın ben bir iki güne uğrarım,işiniz hazır.O zaman akıl erdirememiştik üstü başı dökülen bu adam,nasıl cebinde o kadar parayla geziyor diye.Bir hafta sonra geldi yanımıza,o akşam öğrendik.Torbacıymış.Önce bir diskoya götürdü bizi,biraz yol yordam gösterdi,nasıl yapmamız gerektiğini anlattı.Bizde çıt yok.Şoparla birbirimizin gözüne bile bakamıyoruz,tırsarız da vazgeçeriz diye.Vazgeçsek ne yapacağız,ne elimizden bir iş gelir,ne de yol yordam tanıdık biliriz.Ben daha o zaman hissetmiştim,o yapmak istemiyordu bu işi ama ben başka çaremiz olmadığını biliyordum.Bir iki satmayı denedik o gece ama siftah bile yapamadık.Dürüst olayım,hakikaten bunu bile beceremiyorduk.Yetimhane bize bakmıştı doğru,ama bize kendimize nasıl bakmamız gerektiğini hiç öğretmemişti.Fiziksel yaşımız 18'di belki ama tecrübe olarak 5 yaşındaki bir çocuktan farkımız yoktu.Adam tuttu yakamızdan sonra,dışarı çekti,başladı azarlamaya.O gün yediğim azarı hiçbir zaman unutmadım.Daha önce de azar yedik yetimhanedeki annelerimizden,onlara saygımızdan ağzımızı açamıyoruz zannederdim ben.Öyle değilmiş.Tek özelliği bizden bir kaç yaş büyük olan o orospu çocuğu ağzımıza sıçtı orada.Biz yine ağzımızı açamadık.Sonra kovdu bizi.Eve döndüğümüzde yalvardım Orkun'a,dedim gidelim yarın yeniden deneyelim.Gurur yapmış amına koduğum ağzını açmadı.Sabaha kadar oturduk öyle mal gibi,sonunda kabul etti.Gittik,sokakta iş verdi bize.Bok sattık kaç ay,ama idare ediyorduk işte.Canımızı sıkan tek şey,zaten az kazandığımız parayı o abi dediğim ipnenin gelip tırtıklamasıydı.Bizim evdeydik bir gün yine,kafalar hafif dumanlı,bu başladı konuşmaya yok o olmasaydı bokumuzda boğulurmuşuz,onsuz hiçbir şeymişiz.Bir de her cümlesinin sonuna 'piçler' ekliyordu.Ben ciddiye almıyordum çok sonuçta o da piçti,ama Orkun'un kanına dokunmuştu.Kavga çıktı orada.Adam gözümün önünde Orkun'u bıçakladı ben yerimden kalkamıyorum kafam kaya gibi olmuş,güç bela ayıldım,bizim müşterilerden birinin kaçak muayenehanesinde aldık soluğu.Çok ciddi bir şeyi de yokmuş zaten,adamın da kafası güzel olduğu için iki çizip atmış sadece.Ben sevinmiştim bu duruma,Şopar ise olayı büyüttükçe büyüttü.Sürekli herifi geberteceğinden bahsediyordu.Elemana söylememem konusunda beni uyardı.Ben yapamadım,gittim konuştum barışın dedim,yine dumanlıydı puşt başladı ileri geri konuşmaya'bittiniz siz,bundan sonra mal falan satmayacaksınız hiçbir yerde,sokak köpeklerine siktiricem sizi,parayı bundan sonra böyle kazanırsınız' falan diye.Ayağa kalktı dışarı çıkardı beni,kapıyı aralık bırakmıştı ama.Sonunu getiren de bu oldu.Kendimden geçmiştim resmen.Bana dönük olan sırtını delik deşik ettim.En sonunda bıçak kırıldı kaldı içinde leşinin.Beni böyle davranmaya sevkeden neydi çok düşündüm sonra.Bizi aşağılaması,öldürmekle tehdit etmesi falan değildi.Bizim ekmek teknemizi elinden alacak olması çok korkutmuştu beni.Yaşamak için yapabileceğimiz tek şeyin elinden alınması,tekrar o savunmasız hale düşmenin kaygısı yüzünden öldürmek zorunda kalmıştım onu.Bir iki gün geçti yine her zamanki köşe başındayım.Orkun geldi kızancıklarıyla,adamı bulmuşlar,gelecek miyim diye sordu bana.Ben bu işi fazla uzattığını söyledim ona,az kalsın kavga ediyorduk.Kızanları etrafımdayken böyle bir şeye kalkışmadım tabi.O yaratıklar öyle iğrençtiler ki,küçücük kırmızı gözleriyle,artıkla beslenmiş çirkin vücutlarıyla sırtlanları andırıyorlardı.Orada Şoparla aramızda bir şeyler koptuğunu anlamıştım.Çekti gitti,bir kaç ay görüşmedik.Ben ise bu arada ölen piçin yerini almıştım,sahipleri öyle istemişlerdi.Onlar da zamanında yetimhaneden çıkmış ama bu yolla kendi geçmişlerini mühürlemiş adamlardı.Piçler Çetesi."dedi Halil ve sonra hüzünle sırıtarak kendisini dinleyenlere baktı.Belli ki kendi geçmişini mühürleyememişti,sonra eli hafiften titreyerek bardağına gitti,viskisini fondipleyip bana baktı,ben yeni viski doldurmak için bara yönelirken Baran'ın biraz vakur bir edayla sorduğu soruyu duydum."Sonra ne oldu?".Halil Bey "Sonra Baran Bey ile tanıştık bir gün.Ortaklarıyla buluşmak için bizim abiler benim takıldığım kahvehaneyi önermişler ona.Benden memnun kaldı bir sıkıntım derdim olursa,onu aramamı söyledi.Artık şansımın dönemeye başladığını hissediyordum.Birileri bana sürekli 'yürü ya kulum' diyordu.O sefil hayattan kurtulmaya başlamıştım.Eski de olsa bir araba bile vermişlerdi bana.Doğan SLX'ten yata geçişim çok kısa bir sürede oldu sonrasında.2 yılda Baran Bey'in yatırımcısı olduğu bir-iki Irak yolculuğu sonrası artık kendi ayaklarım üzerinde durabiliyordum.Başarmıştım işte,ben de kazanandım artık.Orkun da paranın kokusunu almış olacak ki geri yanaştı bana.Bana bir şans daha veriyormuş borcumu ödemek için.O gün o adamı öldürmeye gitmedim diye borcuma sadık kalmamışım ama şimdi zamanı gelmişmiş.Sokaklar onu değiştirmişti,küstahlaşmıştı,bozulmuştu ama o kalkıp paranın beni bozup bozmadığını merak ettiğini söylüyordu.Bütün bu tavırlarına rağmen 'tamam' dedim,işe aldım onu.Ama o geldiği günden beri ortakmışız gibi davranıyordu,benim kurduğum işi sanki beraber yapmışız gibi davranıyordu.Toplantılarımda lafa karışıyor,bana çok yumuşak başlı olduğum için tepki gösteriyordu.Ona buraların sokağa benzemediğini anlatmaya çalıştım ama anlamadı bir türlü.O sıralarda tahsil yapmaya gittiğinde anlaşma yaptığımız insanlara karşı problem yaratmaya başlamıştı.Sonra..." "Sonra" diye araya girdi Ozan Bey "Biz Halil'in yanına gitik,Baran Bey ile ve bu adamın kendisine ne kadar problem yarattığından ve böyle giderse kendisini de oyun dışı bırakacağından bahsettik." Halil dişlerini gıcırdatarak "Anlaştığımız insanlarla yeniden pazarlığa giriyormuş,benim Ozan Bey'in adını kullanarak daha fazla para koparmaya çalışıyormuş şerefsiz.Oysa benden isteseydi para vermez miydim ona?Gerçi sebebini duyduktan sonra vermezdim,o kadar parayı ne için iç ediyormuş biliyor musunuz?Daha fazla kızan doyurmak için.Sokak çocuğu beslemek için mi çalıştım lan ben o kadar?Ozan Bey daha sonra yardım teklif etti bana." "Bu sorunu halletmek hepimiz için iyi olacaktı Halil kardeşim,biz elimizden geleni yaptık."diye aradaki sessizliği doldurdu Baran.Halil devam etti"Orkun tek başına gezerdi ama görünürde.Sokakta kendisini izleyen onlarca gözün kontrolü altında yapardı bunu.Bütün o mendilciler,tartıcılar,kağıt toplayanlar,onun gözcüleriydi.Baliyle uyuşturdukları da intihar komandoları." "Onu deliğinden çıkarmak gerekiyordu hem de yalnız başına,onu aradım ona iş teklif ettim,ciddi bir iş teklifi,fazlalıkların ortalıkta dolaşmamasını yoksa onlardan kurtulmasını bileceğimi söyledim,etkili oldu."diye tekrar araya girdi Ozan Bey.Ben dahil masadaki herkes para uğruna bu adamın can yoldaşını nasıl sattığını oturmuş dinliyorduk.Bu masadaki adamlar kariyerlerinin o veya bu noktasında ortaklık bitirmek zorunda kalmışlardı ama kardeş saydığın bir adamı satmak,işte bu bence bambaşka bir olaydı.Halil bunun sıkıntısını çok yaşamıyordu,hikayesini anlatırken çoğu zaman hüzünlü değil öfkeliydi sanki bütün olanların sorumlusu Orkun'muş gibi,kendi gözünü paranın nasıl bürüdüğünü görmüyordu,anlaşılan bu komplonun diğer ortakları da rahatsız değildi.Ozan devam etti"Onu paketleyip şehir dışındaki eski bir soğuk hava deposuna kaldırdık,Halil Bey geri kalanını halletti."dedi.Halil"Ya da hallettiğimi zannettim,oraya vardığımda sandalyede öylece bağlı oturuyordu,ıssız bir yer olduğu için ağzı bağlı değildi.Ama konuşmadık sadece'Kafama sıkma'dedi.Orada bir bokluk olduğunu anlamalıydım ama yine de kafasına sıkamazdım.O kadar da değildi.Tabancamı kaldırdım ve yere yığılışını gördüm.Hemen terk ettim orayı,kulaklarım uğulduyor başım dönüyordu,kendimi vurulmuş gibi hissediyordum.Arabaya biner binmez kafamda 'Acaba öldü mü?' sorusu dolaşmaya başladı fakat geri dönemezdim.Ofise varır varmaz adam gönderdim baktırmak için,orada kimsenin olmadığını söylediler." Baran Bey "Ve sen bunu bize şimdi söylüyorsun ha,aferin amına koyiim."dedi.Halil kızgın bir şekilde "Kendim hallederim sanmıştım,bildiğim bütün inlere gönderdim adamları kızanları mı saklıyor diye,hiçbir yerden bir şey çıkmadı,ben de en fazla cesedin onlar tarafından alındığı kanısına vardım,Orkun yaşasaydı benim için bu kadar beklemezdi."dedi.Oğuzhan Bey"Yani gerçekten öldüğünü düşünüyorsunuz öyle mi?"diye sordu.Halil Bey "Bilmiyorum,bilm..."derken uzun zamandır sesi çıkmayan Uğur Bey'in çatallı bir "Hassiktir"i hepimizi pencerenin dışındaki parlayan şeye bakmaya yöneltti.Suyun üzerinde hareketli bir ateş vardı.Önce kavrayamadım ne olduğunu fakat sonra olduğum yerde dona kaldım.Odadakiler yavaş yavaş pencereye doğru yöneldi ve Halil Bey'in alevler içinde yüzen "Lüfer 2" sini seyre daldı.

Kumar Masası-IV

-----Kumar Masası'ndan bir hafta önce-----
Atatürk Havalimanı'na inen uçaktan indiğinde dışarısı uçak motoru,benzin ve yanmış lastik kokusundan kavrulurken o bunları hiç farketmeden elinde bond çantası, neredeyse çenesine kadar inen uçakta dahi çıkarmadığı güneş gözlüklerinin hafifçe indirerek hostese bir "elveda" bakışı attı ve yürümeye başladı.Saate baktığında biraz daha zamanı olduğunu düşünerek Free Shop'a yöneldi.Türkiye'de pahalı fakat Free Shop'ta ucuz olan şeylerden alma alışkanlığından dünyanın dört bir yanını gezmiş olmasına rağmen vazgeçmemişti.İndiği uçak okyanus ötesi bir yolculuğun son uçağı olmasına rağmen hala iki karton ucuz camel aldığında mutluluktan havalara uçuyordu.Dışarıya göstermese bile hayattan böylesine basit zevkler alan bir adamdı Rıdvan.Camel kartonlarını bond çantasının içine attıktan sonra cafelerden birine doğru yürümeye başladı."'Merhaba efendim,ne istersiniz?' diyecek diye düşündü çalışana yaklaşırken."İyi günler beyefendi,ne arzu edersiniz?" dedi genç çalışan."Bir mocha alabilir miyim lütfen?"dedi Rıdvan sesindeki canı sıkkın tonu kısmaya çalışarak."Daha kibar ve çekici şeyler söyleyeceğini tahmin etmeliydim,bu yolculuk sonrası düzgün düşünemiyor ki insan!".Sıkı kumarbazdı Rıdvan ama kesinlikle şansına güvenmezdi,işte bu nedenle insan davranışlarını öğrenmeye,onların hangi durumlarda nasıl davrandıklarını bir mantığa oturtmaya çalışırdı.Onu sürekli zinde tutan,asla terketmeyen yegane oyun arkadaşı kendisiydi."Benim teşekkürümden sonra ben teşekkür ederim mi diyecek,yoksa rica ederim mi?Ben teşekkür ederim diyecek,çünkü müşterilerin çalışanlara zahmet çektirdiklerini düşünmelerini istemezler."Kahvesine geldiğinde parasını çıkarttı,"bet"ine uzattı,gayet nazik bir müşteri olarak teşekkür etti;çalışan"rica ederim." deyince mochasını alıp uzaklaşmaya başladı.Belki çalışanın yüzündeki bıkkınlığı farketmemişti,belki de sadece çalışanları artık o kadar iyi eğitmiyorlardı.Her neyse,kaybetmişti,kendisini cezalandırmasını bilirdi.Mochayı yanından geçtiği çöp kutusunun içine bırakırken bir iç geçirdi ve devam etti.Kapıdan dışarı çıktığında siyah Sedan'ı gördüğünde onu bekleyen arabanın bu olduğunu biliyordu.Şoförün de onun yaklaşmasına anormal bir tepki vermediğini görünce "birbirimizi tanımamız ne güzel"diye düşündü ve hayatının en büyük kumarını oynamak üzere arabanın kapısını açtı.
-----Bu Gece-----
Uğur Bey'in masadan kalkması oyuna biraz hız katmıştı,Şimdi oyuncular susmuş sadece kartlara konsantre olmuşlardı,bir kaç el küçük al gülüm ver gülümle geçtikten sonra ciddi bir bette,Halil Bey Baran'ın blöfünü görüp,Ozan ile Oğuzhan'ın perlerini,Rıdvan'ın da kendisinden küçük üçlüsünü ezdikten sonra masanın ortasındaki çiplere sarılarak,ağzını ayıra ayıra güldü.Çocuğu olsa böyle sarılmazdı şerefsiz."Evet beyler,bazıları hep kazanmak zorundadır,üzülmeyin bu kadar."dedi.Ben onun kazanma tutkusunun bir gün sonu olacağını düşünürken Baran Bey de bunu düşünmüş olacak ki,dillendirme gereği duydu."Bir gün birileri senin amına koymak zorunda kalacak." "Öyle deme Baran'ım ben oralardan çoktan geçtim,22 yıl kaybettim artık kazanmak zamanı benim için." cevabını verdi Halil umursamazca."Siz şimdi oturduğunuz koltuklara hep birilerinin sayesinde geldiniz,yaptıklarınızla onları hakediyorsunuz elbette,ama hiçbiriniz benim gibi bu koltuğu kendiniz yontmadınız." Oğuzhan kaşlarını çatarak masaya doğru eğildi "Burada kimsenin kimse hakkında bu şekilde konuşmaya hakkı yok,laflarına dikkat et"dedi."İki saattir dinlediğimiz zırvalardan sonra ben de bir kaç şey anlatayım dedim fena mı?Ne oluyor amına koyayım itiraf saatiniz mi geldi bu gece?Kaybedince duygusallaşmaya başladınız"diyerek Baran'a ve Uğur'a baktı.Uğur konuşulanları duymazdan gelirken,Baran son derece sinirlenmişti.Aslında ikisi de birbirini severdi ancak bu gece bilmediğim bir nedenden dolayı herkes inanılmaz gergindi."Belki de bir ara vermeliyiz beyler."dedim ama Baran güdük işaret parmağını bana uzatarak bana dur işareti yaptı.İşaret parmağı o kadar küçüktü ki uzaktan görenler onun dur yerine tamam işareti yaptığını bile zannedebilirlerdi. Dişlerimi sıkarak geri çekildim."Ulaştığın yere hak ederek geldiğini biliyoruz Halil kardeşim ama unutma bizim de senin oturduğun koltukta parmağımız var.Ayrıca başkalarının da...".Bu son sözlerinde sinsi bir zafer kazanmışçasına ona doğru baktı.Halil ise duyduklarının dolayı daha da gerilmişti.Oğuzhan bunu sezerek "Kimin payı var?"dercesine Baran'a baktı.Ozan biraz geriden gelen sesiyle "Evet Halil Baran Bey haklı,bu söylediklerinden sonra Orkun kardeşinin mezarında rahat uyuyabileceğine inanıyor musun?" dedi."Onun bir mezarı yok,o ölmedi"dedi.Ozan saatler sonra kendisine ilginç gelen bir şey duymuş olmanın heyecanıyla "Nasıl yani,sen bize geldiğinde onun soğuk hava deposunda öldüğünü söylememiş miydin?"diye sordu.Halil "Söylemiştim,ama sonra kontrol ettirmek için birilerini yolladım oraya,adamlar ortada ceset falan olmadığını söylediler."cevabını verdi.Ben istemsiz bir şekilde "Orkun kim?"diye sorunca,Ozan yeniden karanlıktaki sandalyesine gömüldü ve "Anlatmak ister misin Halil kardeşim?"dedi.Halil neredeyse histerik bir şekilde kafasıyla Rıdvan'ı işaret ederek "O buradayken olmaz."dedi.Baran "Zaten sabahtan beri duyması gerekenden fazlasını duydu,birazcık daha duysa bir şey olmaz.En fazla giderken belediyenin çöp tenekesine bırakıveririz"dedi ve bir kahkaha patlattı.Rıdvan yarım ağızla bu içinde gerçeklik payı barındırabilecek şakaya sırıtırken,Halil"Öyle olsa iyi olur."dedi ve hikayesine başlamak için bir sigara yaktı.

Dijitalleşen Dünya, Dijital Kuştepe

Yıllardır Kuştepe'nin çingene halkı; kızlarını, erkeklerini evlendirirken, çocuklarını sünnet ederken heyecanlarını içlerinde tutmaz, mahalle arası düğünler, kınalar, etkinliklerle bu önemli günlerini komşularıyla paylaşırlar.Havaların ısınmasıyla birlikte düğünler durmaksızın devam eder.Bu Kuştepe'nin eksponansiyel artan nüfus üreme planlamasıyla(!) pek yakından ilgilidir.Bu düğünlerde dönemin en az değer taşıyan kağıt paraları yüz dolarlık banknotlar havada uçuşuyormuşçasına; çocukları, bir tanesini bile kapabilmek adına heyecandan heyecana sürükler.Bu etkinlikler, gelecek günlerin de tohumlarının atıldığı sosyalleşme araçlarıdır.Henüz "facebook"'dan fotoğraf beğenme kültürünün, birbiriyle bakışıp çocukça birbirine kur yapan gençlik figürünün yerini alamadığı kendi kabuk dünyalarında; gerek teknolojik, gerekse kültürel anlamda toplumların hızlıca biçimlendiği bir çağda onlar geminin kıçındaki, sorumluluk duygusundan uzak aylak tayfalardır.
Bu yazının yazıldığı sırada elli metre kadar uzaktaki düğünde 3 kocakarı, 1 kocakarı adayı(kolay değildir kocakarı olmak) ve 1 ayyaş çember olmuş insan figürlerinin karşısında dans ediyor, gönül eğlendiriyorlar.Bu yazının kendini yaratma çabasının altında, geminin kıçının da artık başını, biraz gecikmeyle de olsa, izlemeye başlamaş olması yer almaktadır.Birkaç sene öncesine kadar roman havaları çalınırken artık günümüz elektronik-disco müzik tarzları da düğünlerin vazgeçilmezleri.Birkaç örnek vermek gerekirse Sean Paul ve Pitbull Kuştepe'nin favorileri..
Çok yetenekli çalgıcıların yetişmesine vesile olmuş bu eğlencelerde klarnet, davul, darbuka, keman, kanun ve klavye canlı performe edilirdi.Geçmiş zaman kullanıyorum, evet, çünkü 2011 senesine geldiğimizde bu çalgıların kaybolup yerine davul, vokal ve bir cd çaların geldiğini söylemek zorundayım.Vokal, aynı zamanda insanları söylemleriyle dans etmeye, el çırpmaya, çığlık atmaya yönlendiren bir DJ havasına bürünmüş durumda.Sanayi devrimiyle işsiz kalan milyonların arasında, belki biraz geç de olsa, artık kuştepeli müzisyenlerin de yerini aldığını görmek "Mega Idea" modernizmin ulaşmadığı yer kalmadığını düşündürmekte bana.
"Ortaya karışık" misali çorbalaşan bu rengarenk kültürün gelişimini, gideceği yerleri heyecanla bekliyoruz.

dünya'nın en ürkek canavarı

İzin verin size biraz da dünyanın en ürkek canavarında bahsedeyim: Ankara.

Nasıl oluştuğunu falan anlatmıyacağım o kısımları coğrafya dersinde görmüş olduğunuzdan bildiğinizi kabul ediyorum. Herkes Ankara'yı bir yer sanıyor, başkent deyip bağrına basıyor, ama aslında canlıdır Ankara. Diğer tüm canlılardan farklı olarak çok korkaktır. Diğer yaşayan herşeyden korkar, çünkü kendisi diğer yaşayanların hayat enerjileriyle beslenir. Sebepsiz olaylar yaratır, inanılmaz kurtuluşlara olanak sağlar, dandik dandik okullara ev sahipliği yapar. Örnekler çoğaltılabilir. İşte bu Ankara'yı bi Konya'dan Kütahya'dan bilhassa bi Amasya'dan ayıran özelliktir. Örnekler yine çoğaltılabilir. Dedim ya yaşayanların enerjisini emerek hayatını sürdürür, işte bu yüzden bütün yaşayan varlıklardan korkar. Bu korkusu O'nun bir köpek gibi, bir koala gibi -örnekleri napabileceğinizi biliyosunuz artık- vücut bulmasına mani olmuştur. Bu yüzden onu göremezsiniz, tutamazsınız daha da önemlisi yenemezsiniz! Ara sokaklardadır her zaman, aynı zamanda kanalizasyon çukurlarındadır, trafikte vardır, üniversitelerin dersliklerinde sıra altlarına saklanmıştır. Sürekli tetikte olmak zorundasınızdır Ankara'ya karşı, çünkü size ne zaman saldıracağını bilemezsiniz. Arkadaşlarınızla en işlek caddelerden birinde otururken sohbet muhabbet yerine birden tüm bulduğunuz sıkılan ve ızdırap çeken bir ortam olabilir. Aynı zamanda sinsidir Ankara, saldıracağı zaman tuzağına düşmüş olana kolay kolay saldırmaz, ona kendini sevdirir arkadaşlarından ayırır ve kendine mecbur eder, sonra o kişiyi yem olarak kullanır. Yem sayesinde başkaları da gelecektir, kimi zaman yemi kurtarmak isteyen bir kahraman, kimi zaman olmayan tarihe aldanmış bir turist, kimi zaman ise yoldan geçen bi yolcu...

BAHTI KARA

Uzun zamandır ertelediğim gün maalesef gelip çatmıştı. Sonunda Ankara’daydım. Gelip çatmıştı dediğim, bedava otobüs bileti bulunca hemen atladım, soluğu Ankara’da aldım. Yanımda Bora vardı. “Hadi buranın istiklal caddesine gidelim Bora” dedim. Beni barlar sokağı olması gereken yere götürdü. Kadim bir dostumun da dediği gibi, bu sokağın istiklalle alakası yoktu, burası bildiğin Aksaray’dı. Neyse dedim, içmeye koyuldum. İkinci biradan sonra tanıdık bir melodi duydum. Bu bildiğin apaçi melodisiydi. Kendini bilmez bir ankaralı telefonunun zil sesini apaçi müziği yapmış. Bu yaptığından utanır, kimse duymasın diye telefonu hemen açar dedim, yok! Sanki herkes duysun diye on, on beş saniye bekledi telefonu açmak için. O bekledikçe benim sinirlerim yıprandı, o bekledikçe benim sabrım tükendi. Masadan kalktığım gibi yakasına yapıştım. “Neden böyle yapıyorsun ankaralı! Neden başkentimizin ismini umarsızca karalıyorsun!!!” Cevap yoktu. Edebi bir hareket yaparak bakışlarımla onu delmek istedim, tam gözlerinin içine baktım; o da ne! Göz bebeklerinin olması gereken yerde iki beyaz leke. Bora’ya döndüm, o da aynı hayretle garsona bakıyordu. Aman tanrım dedim, jesus fucking christ dedim sinirden. Ankaralılar bu şehrin sıkıntısına dayanamayıp birer zombiye dönüşmüşlerdi. “Buradan hemen kurtulmamız gerekiyor Bora” dedim ama Bora için çok geç kalmıştım. Zombi garson alt dudaklarına yapışmak suretiyle Bora’yı da bir zombiye dönüştürüyordu. Hemen güvenebileceğim birini bulmak zorundaydım. Aklıma ilk Alp geldi. Ama Alp uzun süredir Ankara’daydı, belki şu an o da bir zombiydi. Seco burada olsaydı hiç düşünmeden onun yanına giderdim. Baksana adam bu lanetli şehirden kaçmak için Belçika’ya gitti. İşte o an aklıma gene kadim dostumun söylediği bir başka söz geldi “Belçika Avrupa’nın Ankara’sıdır”. Demek Seco’nun da kurtuluş ümidi kalmamıştı. Kimi arasam diye düşüm düşüm düşünürken aklıma işte o kadim dostum Gökhan geldi. Ne de olsa o Ankara'ya geleli henüz bir sene bile olmamıştı. Hemen Gökhan’ı aradım, Kızılay’da buluştuk. “Gel kardeşim, seni bu cehennemden kurtarayım” diyerek beni bir dolmuşa bindirmeye çalıştı. “Dolmuş olmaz, orda çok zombi var, taksi dolmuşa binelim orda az zombi vardır” dedim Gökhan’a, kabul etti. Her ne kadar adrenalin dolu bir kaçış hikayesinin içinde olsak da Ankara’nın sıkıcılığı yakamızı bırakmıyordu. Yolculuk boyunca sıkım sıkım sıkıldık. Gökhan bu durumu farketmiş olacak ki bana Ankara’nın önemli yerlerini göstermeye başladı. “İşte bu, Artiz kardeşim, Ulaştırma Bakanlığı. Eğer biz şu an bu yolda sağ salim istediğimiz yere gidebiliyorsak Ulaştırma Bakanlığı’nın bunda büyük emeği var”. Bu enteresan tanıtıma biraz şaşırsam da, Gökhan’a hak veremeden edemedim. Çocukcağız Ankara’da bana deniz mi göstersin, saray mı göstersin, ne göstersin. Tabi ki bakanlık gösterecek. Ama Gökhan susmadı. “Bak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ben şu an sana bunları anlatmak için gerekli olan enerjiyi nerden buluyorum sanıyorsun, tabi ki bu bakanlıktan. Aman tanrım, Sosyal Güvenlik Kurumu! Eğer bu taksi dolmuş kaza yapsa ve biz hastaneye düşsek, SGK bizi hastanenin girişinde karşılayacaktır, buna eminim”. Bu işte bir terslik vardı. Gökhan neden böyle yapıyordu, bunu en iyi kendisi bilirdi. Gökhan’ın yakasına yapıştım. “Neden böyle yapıyorsun kadim dostum, korkutuyorsun beni!” dedim. Gökhan ise bana bakmıyordu. Göz bebeklerinin olması gereken yerde iki beyaz lekeyle alt dudağımı kesiyordu…

Neden böyle oldu?


tarih: 22 mayıs 2011 saat: 23.07 yer: kadıköy

Aklında tek bir soruyla Bağdat Caddesi'nin ortasında duruyordu. Sonucu ne olursa olsun bu sorunun cevabını öğrenmeliydi. Ve bunu yapacaktı da.

Bilindik haliydi bu Bağdat Caddesi'nin. Yılın tamamında bu şekilde ve bu renklerle bezenmesi, bu kadar yoğun olmazdı aslında ama mayısın sonunda doğru festivallerden eksiği kalmayan bir hale bürünmesi de gelenektir buralarda. İnsanlar eğlenmek, kutlamalar yapmak, içmek, şuursuzca şarkılar söyleyip sokaklarda dans etmek için toplanırlardı. Ama hersene olan olmuştu işte; yine ortalık içkinin de etkisiyle kendinden geçen asıl amaçları kutlama yapmak olan bu insanlar cinnet geçirip ortalığı kan gölüne çevirmişler, aynı düşünceleri paylaşan insanlar kendilerini kaybedip birbirlerine öldüresiye saldırmaya başlamışlardı.

Tüm bu karmaşanın ortasında, sadece bir kişi kendine hakim olmayı başarabilmişti. Daha önceki yıllarda edindiği tecrübeler sayesinde olacakları önceden kestiredi ve sadece bütün bu karmaşadan uzak durmaya karar verdi. Ama herkes gibi o da çıldırmanın eşiğindeydi çünkü tüm bu yaşananlara sebep veren olay sizlerinde tahmin edeceği gibi üstünden gelmesi kolay bi travma değil.

İlk başta bi' umut kendisi gibi aklına mukayet olabilmiş birilerini görebilmek umuduyla etrafını gözleriyle taramaya başladı. Bir an önce bu yalnızlık duygusundan kurtulmak istiyordu ama bu pek mümkün görünmüyordu çünkü aklı başında bir insan, dünyanın en vahşi savaş cephelerini aratmıyacak bu görüntüden uzaklaşmak ister. Ama kahramanımızın çok daha büyük bir amacı vardı. Kendini kurtarmak ona şu an hiç bişey ifade etmiyordu çünkü hersene tekrarlanan bu ızdırap içerten içe yiyip bitirmişti, bi nevi ölü sayılırdı.

Sorunun cevabını öğrenmenin bir yolu vardı. Önce bunu nasıl yapmasını gerektiğini düşünüyordu sürekli ama aklına en ufak bişey gelmiyordu ne yapacağına dair. Durup düşünmenin kendine bir yarar sağlamadığını fark ettikten sonra ibadethanesine gidip taptığı insanla konuşup kendisine yol göstermesini istemesi gerektiğini düşündü. O da tecrübeyle şekillenmiş bir insan olduğundan dolayı bu önemli günde ibadethanesini terketmeyip heyecanla beklemeyi tercih edeceği biliniyordu.

Kısa yolda pek bi' zorluk çekmedi: bir kaç kendini kaybetmiş birbiriyle mücadele ediyordu, başka iki serseri ise yüce insana yakın olabileceğini düşündükleri birini yakmakla tehdit ediyorlardı. O insan sadece sıradan biriydi, yoksa ilk görüşte tanırdı. Bu yüzden karışmadı, onlarda kendisine karışmamıştı zaten.

Mağbetin önü polis kaynıyordu, basın burdaydı ve etraf sessizce ağlayan insanlarla doluydu. Bağdat Caddesi'nin aksine buraya derin bir sukunet ve yas hakimdi. Ne olduğunu merak etti. Ortalığın sakinliğinde dikkat çekmemek adına sessizce kapıya yaklaşıp içeri girebilmeyi denedi. Ama dikkat çekmişti, o yaklaştıkça insanlar kaçarcasına yolundan çekilmişler ve uzaktan izlemeye başlamışlardı. Polis kordonunun önüne gelmek üzereyken birden 2 güçlü kol tarafından yer yapıştırıldı:

- Komserim yakaladık!
- Nooluuyooo amına koyim lan!
- Sus lan!

Çok sert bi yumruktu bu.

- Kaldırın ayağa.
- aaaaaaaaah!
- Neden yaptın lan bunu!?

Bu seferki yumruk sert değildi ama az önceki cümlenin merak amacıyla sorulmadığını temsil ediyordu.

- Noluyo lan?
- Bilmiyomuş gibi konuşma lan!
- Neyi amına koyim.
- İçerdeki herkesi öldürmüşsün ya lan. Bi başkanı sağ bırakmışsın o da bi daha konuşamayacak şekilde dayak yemiş! Kameralardan tespit ettik sen olduğunu. Bide pişkin bişkin buraya mı geliyosun lan yavşak?

Bundan sonra olanlar çok daha farklı bi' tecrübe olmuştu kendisi içinde. Bir saniyeden çok daha kısa bir süre için herşeyi hatırladı. Haberi aldığı gibi malum kişinin yanına varana kadar önüne gelen herkesi dövdüğünü hatırladı. Vurulduğunu ama hissetmediğini hatırladı. Vardığında yanlız başına olduğunu ve yakalayıp "Neden böyle oldu?" sorusu eşliğinde defalarca O'nu yumrukladığını hatırladı. Bütün bu görüntüler aklından geçerken reflesk olarak eli vurulduğu yerine uzandı ve oraya bakmak için kafasını çevirdi. Yine kendinden geçti ve bayıldı. Ayıldığında Bağdat Caddesi'nde dikiliyordu ve hiç bişey hatırlamıyordu. aklında hala aynı soru vardı: Neden böyle oldu?.

OLMADI

yakmaya çalıştığım son 3 malazların 3'ü de yanmadı



neden tam şu anda yağmur yağıyor? anlamı nedir?


Karizmayı neyleyim ben,dürümleri almadıkça...

Bizim neyimiz eksik?





















Genele vurduğumuzda iki resim arasında 7 fark falan yok.Tek fark var.O koskoca amerikaların başkanı, bense sizin zavallı kardeşiniz...Ama ben de barak abimin muabbetine kıyıdan köşeden bi giriyim dedim yancı oldum.onun elinde kolalar,pattesler ben de dedim benim niye yok?he bi de ten renklerimiz farklı ama o hiç sorun değil ırkçılık yapmayı hiç istemem hepimiz kardeşiz.hadi geçmiş olsun...

Böyle Olmamalıydı

Yalnız, son çaremdi burası. Ama ümitliydim. Ne de olsa koskoca diyetisyene gelmiştim. Hem diyetisyenler fedakar insanlardı. Fedakar oldukları için aynı zamanda cefakar olmaları da kaçınılmazdı tabi. Benim kilo problemimin çözümü bir diyetisyen dışında kimde olabilirdi ki. İşte bu yüzden bekleme salonunda beklemeye devam ettim. Bu salondaki insanlar olarak salonun ismini çok ciddiye alıyorduk ki gerçekten de hiç hareket etmeden sadece bekliyorduk. Bekleme işinin de hakkını veriyorduk hani. Bu kadar bekledikten sonra canım sigara istemeye başladı. Beklemenin ilkelerine aykırıydı belki ama istiyordum işte bana ne. Elimde olsa bırakırdım da o iki yavşak ev arkadaşım yüzünden öyle bir gazla başlamıştım ki ciğerlerimden biri kopsa, diğeri kanser olsa gene de bırakamam gibime geliyordu. o ikisinin kahrı başlattı, şimdi ikisi de yok ama bu kahrı öyle üç beş sigarayla atlatamazdım. Aslında sigara hiçbir sorunumu çözmez diye bazen çok saçma geliyor onu içmek ama sigaraya sorun çözmek gibi ağır bir sorumluluk da yüklememiştim zaten zamanında. İyi de bu illet sorun çözmeyi bırak, derdime dert ekliyordu benim. Sigara içmeye başlayınca zayıflarım, bir deri bir kemik kalırım diyordum ama nasıl olduysa iyice kilo almaya başladım. İşte o iki yavşak nasıl bir oyun oynadıysa artık...
Yalnız, bu fedakar diyetisyenin bana verdiği diyet listesiyle de çözülecek gibi değildi bu sorun. Metabolizmam sürekli çalışsın diye normalde yediğim üç öğünün yanında 5 de ara öğün koymuştu. Günde 8 öğün, nereden baksan en az 8 sigara demekti. Zayıflayacağım diye genç yaşımda kanserden gidi gidi verecektim. Ama cefakar diyetisyenime güvenmekten başka çarem yoktu. O büyük oyunlar dönen "Kumar Masası" nda bütün paramı kaybettikten sonra ziraatten krediyi çektiğim gibi buraya gelmiştim. bu da tutmazsa ben tuttum demekti. Ben esas bütün paramı kaybettikten sonra zayıflarım diyordum ama nasıl olduysa gene şişmanladım. İnsan vücudu mükemmel olur derler ama benimkinin çıtası biraz düşüktü sanırım. Öyle çok yükseklerde gözü olmayan bir bünyem vardı. Küçük şeylerle de mutlu olabiliyordu. İşte hep o iki yavşak...
Yalnız, benim karnım da acıkmaya başladı. Hava da bozmuştu zaten. Böyle kötü havalarda daha bi acıkırım ben. Tam gök gürlediği anda karnım guruldadı. Veya gök gürlememiş olabilir ama karnım guruldadı, ondan eminim. Zaten benim diyetisyenimin biraz gamsız bir havası vardı. Onunla olacak iş değildi bu. Hem bugün salıydı. Bilenler bilir, salı günü diyete başlanmaz deler. Dışarı çıktım, hava çok güzel. Böyle güzel havalarda ayrı güzel olur yemek yemek. Üstüne bir de güzel bir sigara içtim mi tam olur. Haftaya pazartesi de kendime çilekeş bir diyetisyen buldum muydu bu iş tamamdır demektir. O da olmazsa artık ben bu işin amına bile korum.

anneler günü.

"orkunla bora.sinoda nargile beraberinde oynadigimiz tavlalarda size birer kere cocugu koymustum.o cocuklar simdi buyumus konusmaya yurumeye baslamistir hatta pipilerinin ne ise yaradigini cozmeye calisiyolardir.anneler gununuz kulu olsun.sizden dilegim eve misafir gelince amcalarina pipilerini gostermelerini saglayin.
ege senin de anneler gunun kutlu olsun sen dogustan anne olma potansiyeline sahipsin kardesim.o tarz yani hadi opusun barisin"
diye yazmışım geçen sene bugün...yine kutluyorum bu güzel gününüzü diğer tüm annelerinkini kutladığım gibi.bu sefer seninkini de kutluyorum uğur kha...sana da mutlaka bişeyde çocuğu koymuşumdur...potansiyelinize saygılar...öperim.

Kumar Masası-III

Son konuşmanın üzerinden sessiz bir saat geçmişti.Sadece kağıt ve çip sesleri duyuluyordu.Normalde bunlar en sevdiğim sesler olmalarına rağmen yaşanmış tartışma sonrası o kadar keskinleşmişlerdi ki birileri söz alsın diye dua eder oldum.Ben de pek tabii konuşabilirdim ama bu işi Ozan Bey'in yapması herhalde daha uygundu.Sonuçta bu onun uzmanlık alanıydı.Fakat o hiçbir şey umrunda değilmiş gibi yakasını çekiştiriyor,kartlarına bakıyordu.İçimden o an "lan bu tenten nasıl o kadar gaddar ve bencil adamların gönlünü hoş tutabiliyor acaba?" diye düşündüm.O sırada Oğuzhan Bey söz almıştı."Hepimizin kendine göre küçük ama tehlikeli düşmanları oldu zaman zaman."dedi.Yine aynı konuya dönüyorduk işte,Oğuzhan devam etti "Hepimizin buna benzer hikayeleri var,doğru mudur Uğur Bey?" dedi dudaklarını tehditkarca Uğur Bey'e uzatarak."Doğrudur Oğuzhancım."şeklinde samimiyetsiz bir samimilikle cevap verdi Uğur, "Ama ben benimkini kısa sürede hallettim." Başta Baran olmak üzere masadaki herkesin dikkati yeniden Uğur'un üzerindeydi.Baran "O zaman anlatın nasıl kurtulduğunuzu da,biz de birazcık feyz alalım,dostlar ne içindir öyle değil mi?" dedi.Uğur Baran'ın alnında biriken viskiyle yanında yenilen süs biberlerinin sonucu olan boncuk terlere baktı,istemsizce kendi alnını sildi,derin bir nefes aldı. "Valla size yardımcı olur mu bilmem,çünkü benim belam sizin Gökhan gibi bir psikopat değildi ama anlatayım.İki yıl önce mekanlarımdan birinde teftişteydim.Yeni gelen kızlara bakıyordum,o sene mahsül çürük sayılırdı resmen,çoğu beş para etmezdi.Bu durum oldukça canımı sıkmıştı ki yürüdüğüm koridorun son odasından bir kız çıktı kapının önüne."Bir an durakladı Uğur,az önce ortaya açılan maça kızına baktı bir süre."Onu gördüm,beğendim ama o dahil kimseye farkettirmemeye çalıştım o sırada,ama bir yandan içim içimi yiyordu,mekandan çıkarken mamayı çağırdım ona 'Bak Emeti,bu kız çalışmayacak,ona ne zaman isterse para ver,ihtiyaçlarını karşıla,burada kalmasını sağla.Onu hiçbir müşteri görmeyecek tamam mı?'dedim.2-3 ay uğramadım sonra,bir gün dayanamadım vardım yanına.Konuşmadık bir süre,sonra bana çalışmak istediğini söyledi.Ona çalışmasına gerek olmadığını benim ona her istediğini sağlayabileceğimi söyledim.Bana kızdı,bağırdı,benim verdiğim sadakaya ihtiyacı olmadığını söyledi,buraya çalışmak için geldiğini diğer kızların onu nasıl dışladığını söyledi.Neden bilmem,onun her istediğini yapmaya hazırdım,'tamam'dedim ona,aynı zamanda sinirlenmiştim de biraz burnunun sürtülmesini istedim.Emeti'ye onu işe çıkarmasını söyledim." "Bir dakika,nasıl yani?" dedi Halil, "Sen kendine beğendiğin kızı işe mi çıkardın?"diye sordu. Oğuzhan "Ne olacak Halil,kız orospu değil mi?Onun işi o Uğur Bey'inki de bir anlık hevestir,iki takılır bırakır,nikahlı karısı sanki amına koyayım!" Uğur'un yüzü hafif alay,hafif hüzünle çarpıklaşmıştı.Baran'ın "bu kızdan benim haberim nasıl olmaz?"imalı sitemkar bakışlarını görmezden gelerek "Bir anlık heves mi?"diye Oğuzhan'a bitkin gözlerle baktı "Ben" diye devam etti "Ben,hayatımda böyle bir şey görmemiştim,varlığımı unutmuştum adeta onu gördüğüm ilk anda,ben yoktum, etrafımızı çevreleyen pis duvarlar yoktu,dünya,onun etrafını oluşturan ve onu kirletecek her şey kayboldu birden,sadece o vardı.Akmış makyajıyla,mahvolmuş rujuyla ve dolu dolu gözleriyle o vardı.O kirpiklerini kaldırıp bana baktığında beni tekrar var etmişti.O güç onun elindeydi çünkü,baktığı her şeyi var etmek,o anda ben de benzer bir güce erişmiştim,ona bakan ve dokunan her şeyi yok etme gücü..."Bu tirad hepimizi şaşırtmıştı,Uğur gibi kadınları birer meta,hatta kendi belirttiği gibi mahsül olarak gören bir adamın sanki bizler kırk yıllık arkadaşlarıymışız gibi bize birden dökülmesi açıkçası beni biraz rahatsız etmişti."Uğur Bey,isterseniz bu detayları atlayalım hem oyun da soğumasın."diyerek bu havayı dağıtmaya çalıştım. "Her neyse"diyerek o kıza ithafen düşündüklerinden bir 50 sayfa atlayarak devam etti Uğur "öyle de oldu zaten ona bakan herkesi yok ettim,hem de kendi ellerimle,laf çıksın istemiyordum çünkü,mekandan çıkan adamları takip ediyor,tenha bir yerde öldürüyordum onları.Her gün işi bittiğinde yanına gidiyordum kızın,yeter demesini istiyordum,ama bana inat ya ağzını açıp tek kelime etmiyordu orospu.Ben de onun yattığı itleri temizlemekte buluyordum huzuru.Ta ki biri kızı her gün kitleyene kadar." "Hadi ya,kimmiş o?"dedi Ozan Bey Uğur'la taşak geçercesine.Masadaki diğerleri de bu davranışlardaydı aşağı yukarı,herkes onun yaşadığı bu duygusal çöküntüyü koz olarak kullanmak için dinliyorlardı onu,bu adamlar için savaş hiç bitmiyordu,kurtlukta kanun düşeni parçalamaktı.Ben ise acımıştım ona. "Alp."dedi Uğur,"bu zengin piçi ilk defa milli olacak diye Yasin Dayısı ona bir güzellik yapmıştı o zaman, bir günlüğüne evlerine gitmişti kız." "Hepimizin bir Yasin Dayısı vardır."diye araya girdi Baran uzaklara bakarak. "Evin etrafı tellerle çevriliydi ve koruma vardı,bu şekilde Alp'i öldürmem imkansızdı.Üstüne üstlük bu görüşmeler devam da etmeye başladı,kız neredeyse her gün eve gitmeye başlamıştı,ben ise bu duruma seyirci kalmaktan başka bir şey yapamıyordum.Ona bir şey yasaklamaya gururum el vermiyordu,hem de belki de bir gün 'Artık gitmeyeceğim,yanında duracağım'demesini bekledim biraz da umutla,ondan ağzımı açamadım.Çok fazla dayanamadım ama yine,hele bir gün o evden çıkarkenki gülümsemesini gördüm ya,canıma tak etmişti,çıktım saklandığım köşeden,atladım arabanın içine,sürdüm bunu eski gazinolardan birine..." Gözleri dolmuştu birden Uğur'un "O Alp piçi kızı kandırmış!Seninle evleneceğim diyormuş!Kızı kokaine alıştırmış...Dövdüm,o kadar dövdüm ki ellerim acımaya başlamıştı artık,ama o kafası kıyak olduğu için tınmıyordu bile,kana karışan gözyaşları arasından'kurtulacağım artık'dedi bana.Sonra çıkardım onu oradan,yasakladım bir yere gitmesini.Bir hafta oldu bu kez bu Alp geldi kapıya dayandı,gördüm bir şey yapmadım çocuğa,sadece karı olayına alıştığını düşünüyordum,bu tutturdu o kızı istiyorum diye,kovdum onu ama gitmiyordu,kene gibi yapışmıştı amcık kerhanenin duvarına ayrılmıyordu.Ailesine haber verdim.Aldılar götürdüler bunu,daha sonra yine geldi.Kaçmış ailesinden,parası falan da yok.Geldi çöktü duvarın dibine ayrılmadı.1 yıl yaşadık öyle.O duvar dibinde,kız pencerenin,ben ise cehennemin dibinde.Kaç kez dövdürdüm puştu,kendi ellerimle kemiklerini kırdım,ama hep kafasna sıkmaktan bir şey beni alıkoydu.O itte her dayaktan sonra sürüne sürüne o duvar dibine döndü.Kız da ayrılmadı hiç pencerenin önünden.Artık yalvarır olmuştum ona,diz çöküyordum benim olsun diye,yüzüme bile bakmıyordu.Zaman zaman bir yolunu bulup kaçmaya çalışıyolardı,onu da beceremediler bir türlü,keşke bazen yapabilselerdi diyorum." "Eee,sonra ne oldu?"diye sordu Rıdvan.Uzun zamandır ilk defa sesi çıkıyordu,ses tonundaki bu kendini bilmezlik de ondan olsa gerekti.Ama Uğur'un saygınlığı düşünecek hali kalmamıştı."Bir gün kızın odasına girdim,baktım kolda serum lastiği,kız yarı baygın yatıyor.Gittim sarstım ses yok,nefes yok.Kaybettim kendimi indim aşağı,hiçbir şey söylemeden daldım şerefsize.Çıktım tepesine bu kez eminim,ölecek.Birden vücudum ürperdi,karnımda bir ıslaklık.Ceketinin yeninden çıkardığı bıçakla şişledi beni götveren.Attı üstünden beni yığıldım kaldım.Sonrası çığlık,kıyamet...Uyandım sonra Emeti geldi yanıma 'Öldüler'dedi.'Unut artık,abi.'Ben de ne yapayım,unuttum."dedikten sonra sustu.10 dakikaya da masadaki parasını kaybetti,geçti oturdu karanlığa,içerek Boğaz'ı son kez seyretmeye başladı.

Babası da böyleydi bunun...










O hep böyleydi.Onu bildim bileli hep adamdı.Adam gibi adam mı bilemem ama o hep adamdı.