Mutluluk

Üstünde pek bir şey yoktu. Bir yarım kollusu bir de yeleği vardı. Altında da epey eskimiş yırtık bir kot vardı. Delik kunduralarını başının altına koymuş, bankın üstüne uzanmış, gecenin bitmesini bekliyordu. Açtı ama bunun bi önemi yoktu çünkü öncelikli olarak soğuk geceyi atlatmalıydı. Allah'tan, bahar gelmişti de geceler eskisi kadar soğuk olmuyordu. Bir bankın üstünde atlatılabilecek düzeye gelmişti. Onu burda herkes tanırdı; ama kimse yardım etmezdi. Çalışsın derlerdi; fakat kimse iş vermezdi. Başkalarının gözünde hep bir zavallı, garibandı. Kimseye zararı dokunmamıştı. Yine de insanlar onun yanından geçmemeye gayret gösteriyorlar ve geçmek zorunda kalırlarsa da temkinli oluyordu. Onunsa bu diğer insanlarla hiçbir işi yoktu. Sadece iki derdi vardı, normal olan yani şanslı insanların sahip olmadığı iki dert: Açlık ve soğuk. Bu iki derdi atlatmaktı isteği. Eğer atlatırsa da uzanıp insanları seyrederdi. Her gün yem bulmak için denizaslanları arasında dolaşan tilkiler gibi o da uyandığı andan itibaren yemek arardı. Birçok kişi onu iter, kakar, kovalardı ama o da aynı tilkiler gibi vazgeçmeyip bütün şanslarını zorlardı. Çok tek düze gibi görünen ama aslında -eğlenceli olmasa da- renkli bi hayatı vardı. Alışıktı o böyle aç uyuduğu gecelere, ne kadar aç uyunmaz dese de büyüklerimiz, bu koca bir yalandır. O bu gece aç uyuyacaktır ve aç uyuduğu gece sayısı da hiç de az değildir.

Ertesi gün uyandığında, karnında zil değil siren çalıyordu. Yemek bulmalıydı. Şanslıysa biri onu görüp gel amca yemek vereyim diyecekti. O da hiçbir şey demeden içeri dalıp yemeğini yiyip çıkıcaktı. Ya da yerde para bulacaktı, ki bu en büyük ihtimaldi, çünkü insanlar ya paraya çok değer verip tanrılaştırıyorlar ya da değer vermeyip yere düşen parayı düştü diyip almıyorlardı. O bu ihtimali çok iyi biliyordu ve kafası önde ilerliyordu. Şanslı değilse, ölmüyordu tabi, artık bir şeyler buluyordu tabi. Bugün etraf bir garipti, sesler müzikler falan... Kafasını kaldırdığında, bir döner restorantının açılışı olduğunu gördü. Hemen hızlı adımlarla oraya yöneldi. Bedava yemek olmalıydı, ama hızlanmalıydı çünkü geç kalmış olabilirdi. Hızlı hızlı ilerledi, geç kalmamıştı, yemek dağıtımı devam ediyordu. Üstelik ne istenirse veriyorlarmış gibi bir halleri vardı. Hemen içeri yöneldi, tam o sırada kapıdaki görevli onu kolundan tuttuğu gibi dışarı savurdu. Onu azarlıyor ve gitmesi için sert bir şekilde uyarıyordu. Tabiki de gitmiyordu ve bu bedava dağıtımdan kendisine düşen payı bekliyordu. Yarın böyle olmayacaktı, bu aşikardı. Hem gidemezdi, insan biyolojisi buna izin vermezdi. Adam gittikçe sesini yükseltiyordu, o ise kapıdan içeri girmek için girişimlerine devam ediyordu. Müşterilerinin rahatsız olduğunu gören, restorant sahibi hemen oraya yöneldi. Yemek vermek istemiyodu o da, ne de olsa bu adam potansiyel müşteri olamazdı; ama diğer müşterilere de kendisini kaba bi insan olarak göstermek istemediğinden, görevliye yapmacık bir kızma sonrası onu içeri aldı. Patron, orta yaşlı bir adamdı, düzgün tıraşlıydı ve şirketinin açılış günü olmasından dolayı mutluluğu yüzünden okunuyordu. Onu arka sıralarda bir yere oturttu. Yemeğini yer yemez çek git dedi kısık bi sesle. Onun ise tek düşündüğü, yemekti. İki dertten birisini ekarte etmek. Adam yanından gitti, o tepkisiz duruyordu hala. Önüne iskender koydu görevlilerden biri. O da onları hızla ekmeğin arasına koya koya yedi. Kendine gelmişti. Artık adımları yere kuvvetli basıyordu. İçerden dik bir şekilde çıktı. Biraz sonra yerde para aramaya devam edecekti ama emin olun -tıraşlanmamış yüzünden okunamasa bile- yemek bulduğu için yaşadığı mutluluk, patronun şirket açmasında yaşadığı mutluluktan daha fazla idi.

The Imam'a

Kurban Bayramı gelirde, bununlu ilgili birşeyler yazmassak olmaz. Neyden başlasam bilmiyorum. Televizyonlardaki gördüğümüz vahşet görüntülerinden mi, insanların birde yüzsüz gibi kendini savunmalarından mı, o etin artık mide bulandırıcı kokusundan mı, yada sabah sabah bayram namazına zorla kaldırılıp camiye gidince, imamın birde yanlış namaz kıldırmasından mı?

Ha? Ulan o kadar imam olmuşsun, hala yanlış namaz kıldırıyorsun, ayıp değil mi lan. Bir de bayram namazı, sabahın köründe, herkes namaz bitsede hemen gitsek diye arkalarda duruyor. Sen ikinci defa kıldırıyorsun bize. Ateist mi olayım istiyorsun ha? İsyankar ettin adamı.

Peki, onu geçtim, birde paso diyorsun ki, " camimize yardım edelim, çok zor durumdayız, borçlarımızı ödeyemiyoruz, yeni klima taktırdık onun parası " . Ya, klima alıyorsun camiye, keyif için harcama yapıyorsun borçla, olcak iş mi bu. Bir de ben bayramdan bayrama geliyorum oraya, para mı vereyim şimdi? Ögrenciyim zaten. Ha son olarak da, madem ki kurtarmıyor, borç batağına girdiniz, iflas edin, kapatın camiyi. Böyle borçla falan olcak iş değil bu.

Yukarıdaki duygularımı elbette sen öğrenemeyeceksin. Plutonik bir ilişki bu. Ancak bil ki, bir gün arabanın kenarını çizerler, evinin camını kırarlar, tinerciler önünü keser falan, işte orda beni göreceksin. Sana gözyaşlarıyla bakan beni. Ancak ben yine sana açılamayacağım. Belki sen beni bunları yaparken görünce sinirlenip, kovalayacaksın. Kalbim küt küt atıcak işte o zaman kaçarken. Kalbimin böyle atmasını sen sağlayacaksın, ancak ben yine sana açılamayacağım.

küçücük bir dünya yarattım ben

girdim içine hemen sabırsızca

başladım oynamaya

mutsuzdum oynarken anladım

yine yalnız bir oyun bitmişti

oyunlarım yok olup gitmişti

oysaki öyle çok düşünmüştüm ben

oyuncaklar dolu olcaktı her yerde

her yerde bambaşka bir oyun

gereksizler mutluluklarla dolu

yalan olduğu kadar şen kahkahalar yankılancaktı duvarlarımda

gereksiz övgüler göndericektim oyuncaklarıma


küçücük dünya yarattım ben

ruhum kadar çocuk olcaktı benim gibi saf

her şey sevicekti birbirini tüm misketler biribirine aşık karşılıksız

ufak metal arabalarım karşılıksız bir dostlukla biribine çarpıcaktı


küçücük bir dünya yarattım

başladım oynamaya

çabuk bitirdim oyunlarımı

düşlerimdi gerçek olmayan

kırıklardı geriye kalan

yalnızlıktı sessizlik sensizlik


acılar her yerimde açtım gözlerimi bi anda

baktım bir anda sabah güneşine

durgun bir havada

fark ettim

rüya mı kabus mu bilemedim

durdum

kendi kendime

yine oyuna devam dedim


yeni tarz meselesi


yorumum yok

I am Born

Whether I shall turn out to be the hero of my own life, or whetherthat station will be held by anybody else, these pages must show. To begin my life with the beginning of my life, I record that I wasborn (as I have been informed and believe) on a Friday, at twelveo'clock at night. It was remarked that the clock began to strike,and I began to cry, simultaneously.
In consideration of the day and hour of my birth, it was declaredby the nurse, and by some sage women in the neighbourhood who hadtaken a lively interest in me several months before there was anypossibility of our becoming personally acquainted, first, that I was destined to be unlucky in life; and secondly, that I wasprivileged to see ghosts and spirits; both these gifts inevitablyattaching, as they believed, to all unlucky infants of eithergender, born towards the small hours on a Friday night.
I need say nothing here, on the first head, because nothing canshow better than my history whether that prediction was verified orfalsified by the result. On the second branch of the question, Iwill only remark, that unless I ran through that part of myinheritance while I was still a baby, I have not come into it yet. But I do not at all complain of having been kept out of thisproperty; and if anybody else should be in the present enjoyment ofit, he is heartily welcome to keep it.
I was born with a caul, which was advertised for sale, in thenewspapers, at the low price of fifteen guineas. Whether sea-goingpeople were short of money about that time, or were short of faithand preferred cork jackets, I don't know; all I know is, that therewas but one solitary bidding, and that was from an attorneyconnected with the bill-broking business, who offered two pounds in cash, and the balance in sherry, but declined to be guaranteed fromdrowning on any higher bargain. Consequently the advertisement waswithdrawn at a dead loss - for as to sherry, my poor dear mother'sown sherry was in the market then - and ten years afterwards, thecaul was put up in a raffle down in our part of the country, tofifty members at half-a-crown a head, the winner to spend fiveshillings. I was present myself, and I remember to have felt quiteuncomfortable and confused, at a part of myself being disposed ofin that way. The caul was won, I recollect, by an old lady with ahand-basket, who, very reluctantly, produced from it the stipulatedfive shillings, all in halfpence, and twopence halfpenny short - asit took an immense time and a great waste of arithmetic, toendeavour without any effect to prove to her. It is a fact whichwill be long remembered as remarkable down there, that she wasnever drowned, but died triumphantly in bed, at ninety-two. I haveunderstood that it was, to the last, her proudest boast, that shenever had been on the water in her life, except upon a bridge; andthat over her tea (to which she was extremely partial) she, to thelast, expressed her indignation at the impiety of mariners andothers, who had the presumption to go 'meandering' about the world. It was in vain to represent to her that some conveniences, teaperhaps included, resulted from this objectionable practice. Shealways returned, with greater emphasis and with an instinctiveknowledge of the strength of her objection, 'Let us have nomeandering.'
Not to meander myself, at present, I will go back to my birth.
sezen aksu eşliğinde sabahın 6sında şalgam keyfi
mersinlim sağolsun

17 Kasım


Bugün onun ölüm yıldönümü
Saygıyla anıyorum
Tek suçu; tehlikeli şiir okumaktı...

ANNE BENLE KAFA BULDULAR!!!

Zorlu ÖSS maratonunda dershane ev arası koşturup, o deneme senin şu finale doğru benim nefes bile almadan sınavlara girip, eve yorgun bir şekilde döndükten sonra da test çözdüğüm günlerden birinde telefonumun sesiyle irkildim.saat sekiz buçuktu ve arayan Artiz kardeşimdi. Telefonu açtım, sesi telaşlı geliyordu. "Abi birisi adaşın manitaya yazmış, yarın okulda kavga var sen de gel" dedi bana. Beynimden vurulmuşa döndüm, kardeşime yapılan bu hakareti kendime edilmiş sayarak, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmura aldırmadan bir hışımla çıktım evden. Tam çıkarken annemin "nereye gidiyorsun oğlum" sorusuna "yatılıya yanlış yapmışlar anne, hesap sormaya gidiyorum" diye cevap verdiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Yolda kafamda binbir türlü senaryo yazıyordum, aklımda sürekli kavga sahneleri canlanıyordu. Heycanlanmıştım ama korktuğum için değil, kardeşime yapılan yamuğu cezasız bırakmayacağım içindi bu heyecan. Bir saat sonra mecidiyeköye varmıştım. Ozanların evine gittiğimde beni yüzlerinde bir şaşkınlık ifadesiyle karşıladılar, ve ardından da kahkahayı basıverdiler. Kahkaları duyunca kafamda birden şimşekler çakıverdi, yoksa... Hayır olamazdı böyle birşey, şakaya gelmeyecek bir konuydu bu. Ama karşımda iki çift şeytani göz görünce gerçeğin sert sillesini yedim suratıma. "Kavga var değil mi?" dedim, cevaplamadılar. "Konuşsanıza" dedim, güldüler. Vay adiler diyecektim, diyemedim kelimeler düğümlendi boğazımda. Sonra çalan telefonumla irkildim, arayan annemdi. "Oğlum nerelerdesin, iyi misin?" diye sordu annem. "Hayır anne iyi değilim, dedim. Benimle kafa buldular!". Yapılan bu yersiz şakanın ardından en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermeyip yüzüme baka baka güldüler, "Ah be Gökhanım" dediler bana "gerçekten geldin demek". Geldim amına koyayım geldim de ayaklarım kırılaydı da gelmez olaydım keşke dedim kendi kendime, ama artık çok geçti ve bu taşşak daha uzun yıllar konuşulacağa benziyordu...

based on a true story.

NOT: o değil de biz bu adamı geçen gün bi daha aradık alpler isanbulda sen de gel diye, nerdeyse kalkıp geliyodu yine. kusura bakma gökhan, çok sıkılıyoruz biz...
ozan x 2


başka yerde yoktur onun aroması
kabının rengi buğday sarısı
ister soft ic istersen box'ı
ben bu turkish tobacco ya cok pis vuruldum

beş tl verdim aldım bakkaldan
jelatini açmadım doya doya bakmadan
deve mi ters fil mi ters diye sormadan
cebime koyup eve koşturdum

ah camel im vah camel im doyamadan biz bize
besmeleyle kapak açıp içemeden kahveyle
birisi çorlamış seni içmiş yavşak keyifle
namus belasına kaybettiğim yirmi dal benim

ararım şimdi ararım camel ım nerde
sorarım ben hep ıssız gecelerde
gitti 25 kuruştan 20 cigaratte
şimdi yürek yırtılır

Çektiğim işkence

-Semih?
-Efendim?
-Morgun özgür adamı kimdir lan?
-Saçma saçma konuşma ne bilim olum. Özgür Willie, Moby Dick falan mı?
-İngilizceden kaldığın belli...
-Hıı?
-Morgan Freeman lan hehehe...
-Bas git olum ya işin mi yok.
-Yok var da bak bi tane daha var yapim mi?
-Yaptıktan sonra susucan mı?
-Evet
-Peki sor bakalm.
-Semih?
-Dinliyorm.
-Süper çocuğa alışveriş nerden yapılır?
-Süpermarketten mi?
-Evet lan nerden bildin ben bulmuştum bunu.
-Çok basitsin olum hadi tamam sus.
-Bunu bildiğine göre sen de vardır espri yapsana lan bi tane
-La sus.
-Tamam da nerden buluyon bu esprileri.
-Gerçi sen de haklısın senin ozan gibi bi arkadaşın yok.
-Hıı?
-Neyse dur bak soruyom Ozanın esprilerden bi tane.
-Sor bakim.
-Japonlar ağaca ne der?
-Hıı??
-Yaa kalırsın öle bas git şimdi
-Nasıl lan?
-La de get.
-Neyse ben şunu düşünim biraz
-Çok yol kat etmen gerek çok.
-Bulucam olum.
-Tabi tabi...
Adalet görecelidir.Doğa adaletsizdir.Adalet düşüncede, sevgide vardır. Birincinin kontrolüne sahip olsak da ikincisi, yoldan sapmaya müsaittir.Hiyerarşinin gölgelesi en çok adaleti karanlığa gömer.Fark edilememesinden ziyade bu konuda oluşacak umursamazlık ve ardından gelen alışılmışlık daha kötüdür.Toplumda adil olana karar vermek kurallar dışında başarılamaz.

Düşünmeye devam ederken sevgiyle yaşayınız.

yazıklar olsun

word'un yazı düzeltme aracı ya da her neyse benden daha iyi türkçe bilmekte

Yapmayın Çocuklar!


Kel kalecilere nedensiz bir nefret besliyorum,böyle çok yetenekli değil gibiler ama arada müthiş maçlar çıkarıyorlar falan,götü de sağlama almayı biliyorlar,tam sinsiler anlayacağınız...

Tesadüfler 1

Üstümde böyle boğuk bi hava... Kendimi kaldırmaya mecalim yok. Kim derdi ki bu kadar yağmur yağdıktan sonra bugün böyle sıcak olacak. Kim bilir belki meteoroloji demiştir de ben duymamışımdır. Off... İyiki ipodum yanımda en azından müzik dinliyorum. Baksana içeri insan kaynıyor. En iyisi hiç gözümü açmamak. Açsam biri hemen yer isteyecek. Teyze başımda duruyor. Git teyze vermiyecem yerimi. Hem zaten bırak kalkasım, gözlerimi açasım bile yok. Zar zor da nefes alıyorum. Böyle yerler geriyor beni. Hem kalabalık hem de gittikçe kalabalıklaşıyor. Ufff... Neyse derin nefes almazsam bi sorun yok gibi. Acaba ben de mi yarın maskeyle gelsem. Hem farklılık olur. Yok, uyucam ben. Zaten doğru düzgün de gidemiyoruz. İki adım git dur, iki adım git dur... Şu eylemsizlik bitrecek beni. Gerçi ayaktakilerin durum daha zor ya neyse benim yolum daha uzun. Yavaş yavaş içim de geçiyor. Çok muhtemel uyandığımda kendimi iyi hissetmiyecem; hatta uyurken de acaba durğı geçtik mi diye düşünücem hep ama yapabilieceğim bişe yok karşı konuklamaz bi uyku isteği bu. Göz uyumak ister ya yok, bu öyle değil, bedenim istiyor uyumak. Sanki bu basık ve nefes almakta bile zorluk çekilen yere tepki gibi uyu diyor. Uyu da hemen bitmiş gibi gelsin... Demek ki hayatın tamamı böyle geçse vücut uyu değil öl emrini verecek. İntihar mı ötenazi mi şimdi bilemeyeceğim ama kendimden geçiyorum onu biliyorum... Kulağımdaki müziğin sesi gittikçe derinden gelmeye başladı. Aracın dur kalkı sanki beşik sallıyor beni. Her şey uyu diyor bana uyu. Karşı koymıyacam.

Uyumuşum ama ne kadar olduğunu hatırlayamıyacam. Ama bir sarsıntı hissettiğim kesin. Kulağımdaki müziği artık derinden hissetmiyordum bangır bangır kulağımda vuruyordu. Futbol rüzgarıyla ipoduma yüklediğim Barcelona şarkısı çalıyordu. Şarkının bangır bangır olmasından çok sarsıntının geldiği yer bende merak uyandırmıştı. Tam bu belediyeden bir şey olmaz ne yolu yol ne otobüsü otobüs diyecektim ki. Bir tane daha hissettim. Bu yol yada araçla ilgili olamazdı. Gözlerimi hafifçe araladım. Dört kişilik bölümde oturuyordum ve ters gidiyordum karşımdaki adam elini dizime yaslamış beni sarsıyordu. Kısa boylu hafif kumral bi adamdı. Öteki elinin de baş ve serçe parmaklarını açıp kafasını da biraz eğerek bana doğru bakıyordu. Ronaldinho hareketi yapıyordu, her gol attıktan sonra yaptığı gibi. Heralde Barcelona havasına girmiş bana Ronaldinho işareti yapıyor sandım ama böyle düşünmem daha çok ortamdaki oksijen eksikliğindendi sanırım. Çünkü adam açık bi şekilde telefonun çalıyor demeye çalışıyordu. Ben de kulağım da kulaklık olduğu için duymamıştım. Çıkarır çıkarmaz. Sesi sinirini bozmuş olacak ki bana kapat artık şunu dercesine " Beşinci yada altıncı çalışı. " dedi. Ben de onaylarcasına kafamı salladım. Belki deanlıyorum demekiti bu kafa sallayış ama o anda sallamanın ne anlama geldiğinin pek de önemi yoktu. Zaten uykuluydum, zaten hala otobüsün içindeki hava basık ve üstüne üstlük biraz da nemlenmişti de ve en önemlisi hala bir arpa boyu yol gidememiştik. Telefonuma elimi uzattım. cebimin derinliklerinde olmalı idi. Evet ordaydı. Adama inat yavaş yavaş çıkardım. Gerçi artık o beni uyandırarak kendi sinirini bozmamın öcünü almış gibi benle ilgilenmiyordu ama eminim ilgilense bu yavaşlığıma sinirlenirdi. Telefonum artık çalmıyordu. Aldım baktım. Telefonuma bakmamla buz kesilmem bir oldu. Ama toparlanmam gerekiyordu. Toparlandım da o kalabalığı yardım. Üzerinde " Dur " yazan tuşa bastım. Durağın daha uzakta olduğunu görünce şoföre: " Arka kapıyı açar mısınız? " diye bağırdım. O adam beni uyandırmasa bu çağrıları ve öncesinde gelen mesajı göremeyecektim çünkü bir daha çalmadı telefonum. Beni uyandırmasa belki de geç kalacaktım. Belki uyanmasam ve o mesajı geç görsem her şey daha güzel olacaktı. O kısa boylu adam tüm hayatımı değiştirdi. Peki ya beni uyandırması tesadüf müydü?

bilmemekteyim

yöresel lezzetler kontenjanında çorba "apansız" ve koyveren çoşkunluk??utkulanmak pıtırmadan...anasss hadi geçmiş olsun

Limon

Sen ne şeker şeysin
soğuk pırasanın üstüne
demli çayın yanına
kuşburnununsa kendine gidersin
yaz sıcaklarında serinletir
nezleyken naneyle birleşir beni beslersin
arada hinlikler yapıp çekirdeğini salsan da üstüme
yine severim seni bilirsin de hee
gece şimdi üç, devre çalışırkense midemdesin
ah be limon
sen ne şeker şeysin

Ölmek vs Öldürmek


Ölmek.


Evde işte okulda vs vs her yerde basınıza gelebilcek birşey. Herkesin farkında oldugu ama elınden geldıkce kactıgı bısey. İnsanların en cok korktugu en cok merak ettıgı.


Herkes ruyasında daha doğrusu karabasanlarında öldüğünü görür. En kötü sey odur. Ölumdur ınsanları bitiren dostlukları sevgileri yok eden insanları ayıran.


Bense korkulu rüyalarımda ateşlenip gece gece uyadığımda hiç öldüğümü görmem. Belki ölmekten kormadığım için belki de başka sebeplerden. Benim korkulu rüyalarımın konusu değildir ölüm. Tamamen huzurlu mutlu rüyalarımda farklı farklı şekillerde ölüp hep aynı mezara girerim.


O mezar biraz sapa dağ başında bir yerlerde, bir tane kendine hayrı kalmamış bir ağacın yanında. Fazla tasvir etmeme gerek yok. Beni yakından tanıyanlar o mezarın nerde olduğunu çok iyi bilir.


Ben o sıkıntılı gecelerde hep öldürdüğümü görürüm. Düzenli bir şekilde öldürürüm. Ateş etmem uzaklardan. Bıçaklarla aram iyidir nedeni yok severim. Araç o olur genelde.


O kötü anlarda hep öldürürüm.Büyük büyük kavgalar esnasında karşındaki kendi bıçağını kendine saplar bazen. Evime girmeye çalışan bir kaç kişiye saldırırım.


Tanıdığım insanlar kötü rüyalarında kapalı kalırlar havasızlıktan ölürler, bindikleri uçak düşer , vapurları batar boğulurlar falan. Bense katil olurum.


Öldürmek.


Hayatta işte en çok bundan korkarım. Korkularımla yüzleşmek zorunda kalmam umarım.


Not: Salı gününden beri çok hasta olduğum kafamdaki bu yazıyı anca şimdi yazabiliyorum.





Pahalı Roman ( ee olm türkiye burası, herşey pahalı)


Silahını uzatır, tam ateş edicektir ki ortağı konuşmaya başlar.
-Bu tür durumlar için yanımda minikuran taşıyorum, durun size ordan bişiler okuyayım.
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi........
-(Sikicem dalağını ya, herifi tam vurucaz dua okumaya başladı. Kime karizma yapcak anlamıyorum bu herifi, orti diye de bişi diyemiorm zaten )
---------------------------------------
-Ne yiyorsunuz beyler?Vayy adana, ayran, künefe. Ölümcül üçlü
-Evet abi buyur otur sende ye.
-Yok ya ben şöyle iki ısırık alayım, yeter.
-(iki ısırık dedi, yarısını yedi rspuçocuu)
-Ayranı niye yanına aldın lan, uzatta içelim.
-Abi başkasının ağzından içemiyorum da
-İyi o zaman dibinde bırak ( Bide prensipmiş gibi söylüo yavuşak)
---------------------------------------
-Hayrola lan imam falan mı oldun, paso dua okuyosun
-Olm bi kere imamlığa hemen getirmezler kimseyi, önce müezzin olursun, sonra sınavları geçersen imam olabilirsin.
-Ne o, araştırmışız baya
-Evet ya imam olmak istiorum aslında. Küçükken anam kuran kursuna gönderirdi. Orda imamlardaki karizmayı gördükten sonra aklımda hep bu var.
-Ulan senin gibi katilin amınakoyim, dallama, 3. sınıf zenci. Ne imamı lan. Katilden imam mı olur.
-Olm yaş kemale erdi. Bi zaman sonra, sende yaşlanınca başlamican mı allahu ekbere.
-Tabi yaşlanınca bende herkes gibi başlarım ama, ne bilim. Belkide Allah yoktur, belkide hristiyanlık doğru dindir. Aklımda bi sürü soru var.
-Tevbe de lan. Çarpılırsın ha
---------------------------------------
-Doğuda tavuklu pilava ne derler biliyor musun?
-Hileli soru mu lan bu. Tavuklu pilav diolar kesin.
-Hayır tavuklu diyorlar sadece.
-Eee ne yapim yani şimdi.
-Bişi yapma sadece söledim. Peki tavuklu pilavın içine ne koyuyorlar bilio musun?
-Ne koycaklar ki, nane kekik falan koyuolardır heralde.
-Ketçap koyuyorlar olm.
-Ne! Ketçap mı? Ketçap konur mu lan hiç pilava.
-Olm buralarda da koyuyorlar ki ketçapı pilava
-Nasıl lan. Hiç gördün mü ki.
-Evet. Bi gün metrodayım, adamın biri posta kutusunun üstüne oturmuş, pilav yiyo. Tabi hemen yaptım şaka mı ' içine alamassın kutuyu, uğraşma ' diye. Hehe
-Ehuhe.
-Neyse, dedim adama sonra ' etrafta pilavcının olmadığı yerde pilavı bulmuşsun onu geçtim, ketçap ne iş? ' adam dedi ki ' vodafone '.
- O ne lan?
-Bende öle dedim. ' Bana bunu biraz açıklar mısınız ' diye.Adam yine dedi ' vodafone '. Otomatiğe bağlamış. Ne desem vodafone diyor. Siktir ettim salağı gezmeye devam ettim. Sonra heryerde görmeye başladım, yedek kulübesinde bile görmüşlüğüm var. Futbolcular maça çıkmadan önce tuzlu pilava giriyorlarmış, sınırsız. Ketçaplı yiyorlarmış. Aslında bi zaman sonra kafama yattı yani, hoşuma gitti.
-Bana laf edion o kadar, sen daha salakmışsın. Nesi kafana yattı lan.
-Yattı işte abi ne bilim.
In the name of the father

izleyiniz,çarpıklıkları görünüz.

süper güzel bir film

Bulut - DolunaY


Ben yine mal gibi bulutlara bakıp kendimce mutlu olurken bir anda yagmur azaldı. Sigaram bitip içeri kaçacakken bır anda bulutlar ayrıldı. Şapşal şapsal gokyuzune bakıyordum ki bir anda ay yuzume parladı. Uzun süredir onla boylesıne burun buruna gelmemiştim. Şaşırdım eminim o da en az benim kadar şaşkındı. Bir anda böyle ortada apaçık kalmayı beklemiyordu belli.

Hemen bulutların kosusturmasıyla geri örtünmeye çalıştığını anladım. Mutlu oldum umursamazca. İçeri girdim oturdum masama. Her zaman sebepsizce beni sevindiren o anlardan birine , bulutları izlediğim o dakikalara, ekmek kadayıfının üstüne konan kocaman bir kaymak gibi yerleşmişti ki dolunay beni ayrı bir mutlu etti bu gece.

Kısaca noldu bu gece yağmurla geçen onca gecenin ardından bulutları izlerken gözümün içine batan spot gibi parlayan bir dolunay beni mutlu etti.

Sebep aradım bu yazıyı yazdığım birkaç dakika boyunca ama sebep beklemek mutlu olmak için gereksiz bir aktivite. Çünkü aldığım her nefes geçerli ve yeterli bir sebep bunun için.

Saygılar sevgiler.


Interwiev with the Abaza

Giriş Notu: Hayvan gibi uzun oldu, bende biliyorum, hatta bakıyorum da uzunluğu adamın midesini bulandıracak kadar oldu, o yüzden bazı bölümlerini kestim. Çekim hataları ve kesilmiş bölümler ve oyuncu yorumları için extradan bir yazı daha yazıcam eğer zamanım olursa.

-Duyduğuma göre abazanlığınız ortaokulda başlamış, der röportaja gelmiş olan bayan.

-Evet, o yıllarda başladı tam olarak. Ama sonunda mutlu sonla biten masaj salonlarında hevesimi attım

-Evet o konuya biliyoruz, ancak önce sormak istediğim bir soru var: ortaokulu atlattıktan sonra sancılı bir lise hayatı geçirmişsiniz. Ve en abazan döneminiz olmuş bu. Bize kısaca o dönemi anlatır mısınız

- Tabi ki, der abazan ve konuşmaya devam eder: - Lise hayatımı yatılı okudum, büyük ihtimalle bunun sonucu olarak abazanlığım çok fazlaydı. Ancak kimse uzun süre abazan kalmak da istemez. Bu yüzden buna son verecek şeyler üzerinde durmak istedim. Bizim dönemimiz de pek güzel kız yoktu, ancak üst dönemlerden çok güzel ablalarımız vardı.

- Abla mı ? , der bayan gülümseyerek.

- En başlarda onlara abla dememiz gerekir mi gerekmez mi tartışmaları vardı. Bi zaman sonra üst dönem abilerimiz, bizim onlardan daha önemli olduğumuzu düşündüler ve ' siktir edin hepsini ' dediler. Bende size başları anlattığıma göre onlara abla diye hitap etmem daha mantıklı olur.Neyse, beni bu abazan hayatın asıl içine çeken olay hazırlıkda tanıdığım telefonda kaliteli porno olayıydı galiba. Bunu gördükten sonra videolara olan ilgim, abazanlığım ve nihayetinde fantazilerim doğru orantılı olarak arttı. Tabiki ilk telefondaki kaliteli videolarımla tanışmam yatakhanemdeki kardeşlik sayesinde oldu desem yalan olmaz. Tanışmadan önce abilerimden ' ergenliğe veda ettin mi genç ' diye birşey duymuştum. Sonra abilerimden biri video izletti. Videoları ilk izledikten sonraki iki gün çok fazla acı çektim. ' Ben neden bu adamların yaptıkları gibi şeyler yapamıyorum ' diyerek ve o zamanlar tatmin olamama olayım başladı. Vücuduma sanki bir zehir girmiş gibiydi. Abazanlık diye tanımlıyordu çoğu insan ve bende böyle demeye başladım. Sonra dedim ki ilerde zaten hertürlü şeyi yapacağım ve artık o kadar umursamamaya başladım. Tabi bu seviyeye gelene kadar türlü türlü felsefeyle kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Cevap arıyordum kendime. ' Hayat boş pompala coş ' ve ' Sıkma kendi canını, okşa patlıcanını ' gibi hayat felsefeleri beni oyaladı. Tabi ' play tenis, with my penis ' gibi içinde mizah unsuru olan sözlerde ilgimi çekmedi değil.

- Yani ilk yılınızda böyle abazanlık ve felsefeyle karışmış bir hayat yaşadınız. Peki diğer yıllarınız nasıl geçti. Hiç ilgi çekici, değişik olay yaşadınız mı? Mesela sizi hocanızın basması gibi?

-( Gülümsüyor ) Kimden duydunuz?

-Sizin yatılılar sağolsun, taşaklarına kadar herşeyini anlattılar. Ki aslında taşaklar değilmiş tek taşakmış. Bu doğru mu?

-Tabiki hayır. Zamanında bunu da kanıtlamak için fotoğraflarını çekmiştim. Çocukluk işte.( Kahkahayı basıyor)

-O zaman konumuza geri dönelim. Yaşadığınız olaylar falan vardı--

-Aslında bu olay mevzusunu atlayalım. Size ilk deneyimlerimi paylaşayım.

- Evet o da olur.

- O.M.S. beni hayata döndüren şey oldu. En başlarda kimseye söylememiştim bunu, hatta kardeşlerime bile. Ancak bir zaman sonra ağzımdan kaçırdığım bilgiler ve uzun süre gitmediğimde oluşan gözlerimdeki abazan parlaklığı beni ele verdi. Tabi bundan sonra da bağımlılık oluştu artık. Duygusal problemler ve dikine düşünmek de arkasından geldi. ( Osuruyor)

-Peki bu dönemde sizin karşınıza engel olarak herhangi biri yada birşey çıktı mı?

-Bir abazanın karşısına çıkan engeller onu ne kadar engelleyebilir ki. Elbette sizinde bildiğiniz gibi lise1 de hocalarımdan biri bana engel olmaya çalıştı. O gece bana geceleri yarenlik eden telefonuma el koyup, güneş doğana kadar bir yere koydu. Sonra duyduğuma göre telefonum aşırı ısınmaktan ateş almış ve kül olmuş. (Pıt bir damla gözyaşı geliyor gözlerinden)

-Gerçekten mi?

-Mal mısın lan, böyle birşey olabilir mi. Tabiki hayır. ( İyice taşşağa sardı)

-Röportajımız çok uzamasın diye son bir kaç soru daha sorup veda edelim. O hocanızın aldığı telefonu özlüyor musunuz peki?

-Elbette özlüyorum.

-Kardeşlerinizi özlüyor musunuz peki?

-Aslında sadece uzakta olanları özlüyorum, geri kalanlarıyla zaten görüşüyoruz.

-Peki sizin bu kadar abazan olmanızın temelinde aslında kardeşleriniz yatmıyor mu?

-Liseden sonra kalmadı abazanlığım. Bu sizin dediğinizi destekler ancak, sanırım lisede sadece birbirimizi tamamlıyorduk. Yani herkesde potansiyel bir abazanlık vardı. Sadece ortası çıkması için gerekli ortam yoktu ve lisede bu sağlandı.

-Çok teşekkür ederiz Amo Bey. Fakat gözleriniz neden öyle parlamaya başladı.

-Çıktıktan sonra arabanda sana bizim yatılılar mı kaycak sanıyorsun ha? Hayır ben kayıcam. Hemen şimdi, burda ve yanlız da olmayacağım.( Islık çalıyor ve yatılılar içeri girdi.)

-Saldırın beyler, sabaha kadar romeo zamanı. ( Gerisinde o güzelim bayanı pic ediyorlar. Bir daha hiçbir zaman böyle tatmin olamıyor, ve geri kalan yaşamını bir abaza olarak geçiriyor. )