Paralel

Güne tırt başladım.İlerleyen saatlerde de herhangi bir iyi haber de gelmedi.Bugünü yaşamasaydım hayatımın kalan karelerinde hiç bir değişiklik olmayacaktı.Günü bitirmeye çalışıp uyumaya çalışsam yok.Çok darlanıyorum bu odada.Şu çalan şarkı aslında biraz keyfimi yerine getirdi.Evet durumumu hafiften anlatıyor ama sözleriyle değil melodisiyle.Şu ranzaya uzanayım azcık.

Bir çocuk parkının kenarındayım.Karşımda saçları jöleyle dikleştirilmiş çocuklar ve oval bir futbol topu var.Tusubasa ve arkadaşları.Neden burdayım bilmiyorum ama benimle futbol oynamak istediklerini kuş yuvası gözlerinden anlayabiliyorum.Aslında sakıncası yok onlarla futbol oynamamın oynarım ama içimden bi ses oynama diyor.Yavaşça bana doğru yaklaşıyorlar ve wakabayashi "kardeş maç yapar mısın çift kale 5 e 5" diyor.İrkiliyorum çünkü ağzı oynuyo ama ağzından çıkan kelimelerle uyumlu değil.Sanki o ağzını oynatıyo da başkası söylüyomuş gibi.Tekliflerini geri çeviriyorum kibarca ama üsteliyolar. Hadi be olm be diyolar.Ama olmaz oynama diyor içimdeki ses. Sebebini uzakta konuşan iki çocuğun konuşmasından anlıyorum.Beni kaleye geçirmek istiyorlar.Wakabayashi bi takımda kaleci olcak diğer takımda da ben olcakmışım.Hem wakabayashi eldivenlerini paylaşmaz başka eldiven de yok.Durum kritikleşiyo ve onlar üstüme geldikçe gerginleşiyorum.Sürekli dönerek gelen, durduğunu hiç görmediğimiz o oval topun sert bi şekilde bana doğru gelmesini istemiyorum."hadi gel be olm bak şu tepede oynıycaz" diyo kuş yuvası gözlülerden misaki.ama orası düzlük değil ki.İşte o zaman anlıyorum neden o sahanın sanki dünyadaki tüm enlem ve boylamlardan geçiyomuş gibi gözüktüğünü.ve o zaman anlıyorum bunun bir Tusubasa bölümünün çekim arası olduğunu.Bu yine de onlarla futbol oynamak istememi sağlamıyor ve gitmek istiyorum.Biri kolumdan tutuyor "oyna lan işte" diyor.misaki "bırakın la bebeyi gitsin" diye bıyıkaltı konuşarak enseme bir şaplak atıyor.İşte o anda gözüm dönüyor kardeşlerim ve misaki'ye öyle bir kafa atıyorum ki anında yere düşüyor dili dışarı çıkıyor ve gözleri hemen artı şeklini alıyor.tusubasa tam bi yumruk savururken ağzına yapıştırıyorum yumruğu. onun da gözler artı.wakabayaşi kollarımdan tutmaya çalışıyo ama gözümü karartmışım bi kere.tutuyorum kafasını kapatıyorum bir sağ diz.gözler artı ayrıca burunda da hemen bir yarabandı oluşuveriyor.üçünü yere devirince diğerleri hafif bir tırsıyor. tam gitçekler sanarken hepsi bir anda dalıyolar ve yok onun mu gözünü artı yapayım bunun mu derken alıyolar beni aşağı.ağzıma gözüme vuruyolar.Tam o sırada uyanıyorum.

Asansördeyim.Çevreme bakınıyorum.Oha geçen gün bizim evin altındaki kuaförde gördüğüm kız.On numara.pürüssüz bir cilt, yalap şulap öpülesi bir yüz, incecik zarif eller ve ısırmalık bir popo.bana bakıyor ve gülümsüyor.ama bi terslik var.Etrafta bi koku var.Çürük yumurtayla benzin arası bi koku. e ben yapmadım.yemin ederim.Zaten kıza tekrar baktığımda gülümsemesinin zarf atma gülümsemesi değil de utanma gülümsemesi olduğunu anlıyorum.bana yaklaşıyor ve dudağıma bir buse konduruyor ve sonra " kimseye söylemiyceksin di mi" diyor.içinde bulunduğum durumdan nasıl avantajlı çıkabilrim diye düşünürken gözüm asansörün köşesine ilişiyor.bir de ne göreyim?bok.evet bildiğin kokunun sebebi bu dışkı.ve evet gerçekten de pembe ve helozonik bir biçimde özenle yapılmış çizgi filmlerdeki gibi.kız güzel ve dışkısı pembe.ve bir asansördeyiz.zülsem mi sevinsem mi anlamıyorum ama çok darlanıyorum o asansörde.bir an önce kendimi dışarı atmak istiyorum ordan.Lanetler yağdırıyorum küfürler ediyorum.İşte tam o sırada uyanıyorum.Hassiktir.meğer ilki rüya içinde rüyaymış.İnception.ov may gudnıs.Ranzada doğruluyorum ve terliklerimi ayağıma geçirip doğrulduğumda leonardo di caprio yu görüyorum.ama hiç şaşırmıyorum.

ben christopher nolan.yıl 2010, kış.amerikan hükümeti 2004ten 2010 a kadar izlenme rekorları kırmış tüm dizi ve filmlerin oyuncusundan yönetmenine, senaryo yazarından teknik ekibine herkesi fox river hapishanesine kapatmış.gereğinden fazla sükse yapmışız politikalarını engelliyomuşuz.uzandığım ranzada fox river demirbaşıdır ve şemsettin mana'ya zimmetlidir yazıyor.çalan müzik ise xploding plastix'ten sports,not heavy crime'dı.ne kafasıydı anlamadım.neyse yarın michael scolfield ı bulcaz buraları iyi biliyo o kaççakmış.abisiylen alt kattaki koğuşlardan birinde kalıyomuş.biz de onunla gidelim diyoruz leo'yla beraber.mısır gevreğini, mcdonald's patateslerini ve starbucksta günün kahvesini özledim.Türkiyeye kaçmayı düşünüyorum orda da bunların hepsi varmış üstüne üstlük gençturkcelli diye tek menü fiyatına iki menü falan olayı da varmış.canım sıkılınca da güneye inerim falan orda bulamazlar beni.leo'da kıvanç tatlıtuğ'un eze'de oynadığını gördüğünden beri o rol benim olmalıydı diyor ve kaçışımızı iple çekiyor.onun psikolojisi burda çok bozuldu.midesi de.durup durup osuruyor ve osurduğunda pantolonunun arka tarafının ısınmasına sevinip alkış tutuyor.umarım delirmeden önce en azından ramiz dayıyla bi sahnesi olur kayıtlarda.herneyse koridordaki ışıklar söndü.gardiyan naims'ın jopuyla parmaklıklara vurmasından kaçınmak için hemen yatmam gerekiyor.o garip rüyalar en azından bu hapishanede gördüğüm farklı dünyalar ve bana değişiklik sağlıyorlar.umarım yatınca bi tane daha görürüm.odanın ışığı da söndü.benim de pantolonumun arka tarafı ısındı.talı ve tırt rüyalar.

Hiç yorum yok: