yuh dedim sonra

Not:Havyarsız Kahvaltı nın affına sığınarak bu başlığı atıyorum.Umarım kendisi bu kalıbı ödünç aldığım için bana kızmaz,hatta kızmasın diye bu yazıyı ona adıyorum.


Uyandım.Olduğum yerden etrafıma baktım.Şallara,dumana ve kitaplara boğulmuş duvarları eski,eskiliği kadar olgun bir odadaydım.Açık kitapların ortasında yatıyordum.Yattığım yerden parmağımı kaldırıp sordum "Vardık mı?" Karşımda ayakta duran,elinde bir kitap,yüzü karanlıktan gözükmeyen bir adam:"Burası senin için çok soğuk."dedi.Soruma bir yanıt değildi bu.Biraz uzağımda duvarın dibinde oturmuş,yüzünü göremediğim başka bir adam ise "Vardığımız yer hep daha sıcak olmalı mıdır?İnsan hep daha sıcağa mı varır?"dedi.Ayakta duran:"Evet",diye yanıtladı "daha sıcak olmadıkça varmayız." "Peki,"diye devam etti oturan"ya yaz ayları?yaz ayları daha serin bir yere varmak için uğraşmaz mıyız?" Ayaktaki kendinden emin "Yaz ayları insan bir yere varamaz,sadece bir yere gider,geri dönmek üzere gider.İnsan hayatı boyunca sadece bir yere varabilir,evine.Evindeki yatak gittiği yerdeki misafir koltuğundan ya da otel odasındaki sahte nevresimlerden daha sıcaktır." Oturan adam tartışmayı sürdürmeye kararlıydı "Ya biri yazın evine dönüyorsa,şehir dışında okuyan bir öğrenci yazın evine dönüyor olamaz mı?Demek ki yazın sadece gidilmez,aynı zamanda dönülebilir de"diyerek fikir yürüttü.Ayaktaki adam oflama tınısında bir nefes alıp verdi."İnsanın yaşadığı anda hissettiği sadece bir evi olabilir,bu ev daha sonraları değişebilir,fakat ev bir tanedir;yani öğrencinin yazın döndüğü yer evi olmayabilir,okulunun şehrinde kaldığı yeri ev olarak benimsemiş ve sıcaklığı oraya adamış olabilir,tabi tam tersi de mümkündür fakat bu onun bir yılın 9 ayını soğukta geçirdiğine delalet eder,zavallı." Oturan adam inanmadığını gösterircesine genzinden "hıh"ladı,"İnsanlığa dalalet ediyorsun." dedi."İnsan hareket etmeye taşınmıştır,her gittiği yerde başının çaresine bakar;sen ise onların ısınabilmeleri için bir tek imkanları olduğunu söylüyorsun." Ayaktaki, dik duruşuna yakışmayan bir şekilde "aslında bahsettiğim sıcaklık tam olarak tensel deil,daha çok manevi bir ısınma...diye kıvırmaya başladı. "Mesela biz evimizdeyiz ve üşümüyoruz ama sen buraya ait değilsin ve ayak başparmağını hissetmemeye başladın bile."dedi. Gözyuvalarımdan bakarak "Ne saçmalıyorsun sen?" diye olaya dahil oldum. Ayaktaki adam elindeki kitabı bana fırlatıp"Ben senin edebi yanınım,sen bazı şeyler düşünüyorsun,ben ise onları bu odada dile getiriyorum." "O kim?" diye sordum yanımdaki adamı kastederek. "O da senin sorgucu yanın,işi benim fikirlerimi çürütmeye çalışmak,bu yolla senin çürütülemez bir fikir oluşturmana çalışıyoruz." cevabını verdi edebi yanım.Sorgucu olan "İki absürd roman okuyunca götün mü kalktı?" sorusuyla tanımını onayladı bir anlamda.Sırıttım. "Sırıtma la!" dedi edebi taraf üniversitedeki bir hocama fevkaladenin fevkinde benzeyen bir başkomiser edasıyla,biraz da literatüre aykırı olarak. "Biz senin için uğraşıyoruz burada,Dostoyevski okuyarak hayat mı geçer?"diye devam etti. Pek cevap beklemiyordu ama alt kimliklerime ezilemezdim heralde,cevapladım "Peki ne yapayım? Hayatımı turgut özakman'a mı adayayım? Sheakspeare'e başlamıştım bir ara,sonra dedim ki o zaman Proust'u veya Hemingway'i nasıl bitireceğim?Olmaz,hepsine yetişmeye çalışıyorum,ama önce Dostoyevski bitmeli." dedim.Septik yanım "Savaş ve Barış neden birbirinden kalın iki cilt?" diyerek daldan dala atladı. "Bilmem, herhalde onları bitirdiğimde On Emir'i gören Musa'nın aydınlanmasına ve saçlarının aklığına kavuşacağım."yanıtını verdim. Edebiyatın ona gönül verdiği adam "Her neyse,konumuza dönelim.Bak oğlum sen takıldın kaldın klasiklerde,senin okuduğun klasikleri herkes biliyor,oysa edebi tartışmalarda senin adını duymadığın yazarlar ve kitaplar tartışılıyor,biraz onların üzerlerine eğilmeye çalışsana."telkininde bulunda bana."Vay dürzü,kimin aklından çıktığına bakmadan bana yol göstermeye çalışıyor" diye düşündüm. "Zaten o kitaplar benim okuduklarımdan doğmuyor mu?Herkes anladığını farklı cümlelerle ifade etmiyor mu?Edebi tartışmalarda da iki kişi aynı kitapları okuyup bunları birbirlerine çok bir boklarmış gibi satmaya çalışır,uzun uzun saatlerce tartışılır,üçüncü biri 'abi aynı şeyi söylüyorsunuz' nakaratını saatlerce tekrarlar ve aslında bu iki dangalak da aynı şeyi söylediklerinin farkına en sonunda varırlar." diyerek savunmaya geçtim. Fakat ben mi dedim pek emin değilim.Nokta yerine soru işareti kullanan dostum da söylemiş olabilirdi bunu,tam benim düşündüklerimi söylemişti,aferindi ona. "Senin takıldıklarını onlar çoktan bitirmiştir,oğlum."diyerek bir elini 'sen daha uyu' edasıyla salladı. "Kitap bitirilmek için değildir,okunmak içindir,okuduğun zaman hayatında değerli bir zamansa oku,elindeki kitabı bitirip bir diğerine başlamak için değil,yazmak da okumak kadar zor bir iştir,insanı yorar çünkü onu yeniden yapar,pürüzlerini düzeltir,fazlalıklarını alır,her kitapta üstüne çivi vurulan bir heykel gibi.Bu iş artık ortada önceden sütun halinde bulunan bir mermerin,küçük ve garip bir heykelciğe dönüşmesine kadar sürer,siz ona bakar ve bir bok anlamazsınız,sanat deyip geçersiniz."dedim.Titriyordum ve sözcüklerime buhar eşlik ediyordu. "Peki sanat toplum için midir?" diyerek devam etti duvarın dibindeki Socrates."Hayır,bu konuya girmeyelim lütfen"dedim ona ricadan fazlasıyla.Yorulmuştum ve geri uykuya dalmak istiyordum. "Okumamak için bahane üretiyorsun."suçlamasında bulundu bana ayaktaki denyo. "Siktir lan" diye belli belirsiz mırıldandım.Uyandım.

Hiç yorum yok: