burayı bundan sonra tweeterım olarak kullancam

zaten pek kimse siklemiyo, sikleyende benim gibi saçmalıyo...

şu an nasıl bi kız arkadaş istediğimi ve nasıl kötü durumda olduğumu fark ettim:

benim için üzülecek birini istiyorum, acı çektiğimi görsün gelip koynumda ağlasın olmadı yastığına suratını gömüp ağlasın, beraber ağlayalım falan, onla vakit güzel geçsin gibi zırvalıklara girmicem.

diğer yandan beni üzecek bişey yok lan hayatımda, keyfim falan da yerinde babalar gibi "hayat bana güzel" diye dolaşıyorum ortada, canım ne isterse onu yapıyorum hatta o yüzden asla istediğim gibi bi kız arkadaşım olmayacak.

buna üzülüyorum şimdi de lan. iyi mi oldu sanki üzüldüğüm. şimdi bi kız gelip beni bunun için teselli etse bu seferde ilişkinin ömrü olmicak, teselli etmese istediğim gibi bi kız arkadaş olmicak. ahahahaa çok komik

düşünmee

Metroya yürürkenki 15 dakika;

- Yine ordan geçtim ve aklıma yine lavabo tıpası ve şişme ördek almak geldi.
- Uykusuzda gördüğüm bi karikatür geldi aklıma; Faik bi adamın dibine girmiş şaka yapıyordu. O şakayı bi' kıza yedirsem ne çok eğlenirim diye düşündüm.
- Birisine "ukalalık yapma" diyen insan ukalalık yapmış olur mu diye düşündüm. Düşünmek istemediğimi düşündüm, ne yapsam, ne etsem benim yerime bunu size düşündürtsem de düşünmekten kurtulsam diye düşündüm.
- Bir kitap konusu daha geldi aklıma; çocuğumuz çöpte bi günlük bulur, neden attığını merak eder, adamı arar, bulamaz, sonra bi dolu acındırma edebiyatı, günlüğü okumaya başlar, günlük kendi hayatıdır, işler karışır, büyür, eder, günlüğün sonuna gelir, ölmeyi bekler...(buraya bi giriş yaparım başka bi yazıda yorumlarsınız)...

Metroda 20 dakika;
- Kendisine acınmasınından zevk alan bir insan kendisine acınmasından zevk aldığı için mi acınacak haldedir, yoksa başka bişeyden mi, ya da acınacak halde değil midir?
- Metroda telefonla konuşan insanlardan nefret ediyorum. Zaten 40 saniye falan çekiyo maksimum.
- Bugün aklıma gelen şeyleri not almaya karar verdim. Bu kararı verdiğimde not almaya başlamıştım ama neden not aldığıma dair bir fikrim yoktu. Gerçi hala yok.
- Şu an aklıma bunu yaptığımı görse Gökhan'ın çok güleceği geldi; O beni anlamaya çalışmıyo, çoğu insanın aksine. Ben bile çalışmıyorum lan!
- Ben bile çalışmıyorum dedim de belkide bunların hepsi kendimi anlamaya çalışmamdandır!?
- Velev ki öyle, ben hala neyi neden yaptığımı anlamaya çalışırken hiç işin gücün yokmuş gibi gelipte beni anlamaya çalışman da neyin nesi? Benden daha mı zekisin? Beni benden iyi mi tanıyosun?

boşluk

eğer ki birkaç şeyi yasaklarsa insan kendine ota boka hayal kurmak,sigarayı 2-3 dala indirmek günde, bilgisayar oyunları, 2 günde bir içmek (tabi ben parasızlıktan yapamıom bunu) gibi hayvan gibi zaman kalıyor ve boşluk doldurmaca başlıyor

Korkma!

Korkan insan özgür değildir. Her neyden korkar ise o korku onu bazı şeyler yapmaktan alıkoyar. O şeyler her neyse onları yapmak istemediği sürece özgür olduğunu düşünür ancak değildir. Birinin haklarına tecavüz etmeden özgür olmak diye bir şey olamaz bence; benzer şekilde allah korkusu olan insanlarda özgür olduklarını düşünebilirler, daha basiti kırmızı ışıkta karşıya geçmeye bile korkabilirsiniz, uçağa binmeye korkanlar var, yüksekten korkarlar, homofobi, gelecek korkusu, birini kaybetmekten korkmak... Korku; bağlar, alıkoyar, engeller, kısıtlar.. hepsi aynı şeyler zaten. önemli olan korku hayatta kalmayı sağlar belki ama yaşatmaz...

Aklıma bu yazıyı okuduktan sonra yapılabilecek aptal yorumlar geldi de onu da ekliyim. Korkuyorsun diye de her şeyi yapmak zorunda değilsin. Aklın var, kullan: Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmekten korkma ama gene geçme! Allahtan korkma, yaşıyorsan yaşa cezanı çek ya da çekme; ama ceza çekmekten de korkma...

yuh dedim sonra

Not:Havyarsız Kahvaltı nın affına sığınarak bu başlığı atıyorum.Umarım kendisi bu kalıbı ödünç aldığım için bana kızmaz,hatta kızmasın diye bu yazıyı ona adıyorum.


Uyandım.Olduğum yerden etrafıma baktım.Şallara,dumana ve kitaplara boğulmuş duvarları eski,eskiliği kadar olgun bir odadaydım.Açık kitapların ortasında yatıyordum.Yattığım yerden parmağımı kaldırıp sordum "Vardık mı?" Karşımda ayakta duran,elinde bir kitap,yüzü karanlıktan gözükmeyen bir adam:"Burası senin için çok soğuk."dedi.Soruma bir yanıt değildi bu.Biraz uzağımda duvarın dibinde oturmuş,yüzünü göremediğim başka bir adam ise "Vardığımız yer hep daha sıcak olmalı mıdır?İnsan hep daha sıcağa mı varır?"dedi.Ayakta duran:"Evet",diye yanıtladı "daha sıcak olmadıkça varmayız." "Peki,"diye devam etti oturan"ya yaz ayları?yaz ayları daha serin bir yere varmak için uğraşmaz mıyız?" Ayaktaki kendinden emin "Yaz ayları insan bir yere varamaz,sadece bir yere gider,geri dönmek üzere gider.İnsan hayatı boyunca sadece bir yere varabilir,evine.Evindeki yatak gittiği yerdeki misafir koltuğundan ya da otel odasındaki sahte nevresimlerden daha sıcaktır." Oturan adam tartışmayı sürdürmeye kararlıydı "Ya biri yazın evine dönüyorsa,şehir dışında okuyan bir öğrenci yazın evine dönüyor olamaz mı?Demek ki yazın sadece gidilmez,aynı zamanda dönülebilir de"diyerek fikir yürüttü.Ayaktaki adam oflama tınısında bir nefes alıp verdi."İnsanın yaşadığı anda hissettiği sadece bir evi olabilir,bu ev daha sonraları değişebilir,fakat ev bir tanedir;yani öğrencinin yazın döndüğü yer evi olmayabilir,okulunun şehrinde kaldığı yeri ev olarak benimsemiş ve sıcaklığı oraya adamış olabilir,tabi tam tersi de mümkündür fakat bu onun bir yılın 9 ayını soğukta geçirdiğine delalet eder,zavallı." Oturan adam inanmadığını gösterircesine genzinden "hıh"ladı,"İnsanlığa dalalet ediyorsun." dedi."İnsan hareket etmeye taşınmıştır,her gittiği yerde başının çaresine bakar;sen ise onların ısınabilmeleri için bir tek imkanları olduğunu söylüyorsun." Ayaktaki, dik duruşuna yakışmayan bir şekilde "aslında bahsettiğim sıcaklık tam olarak tensel deil,daha çok manevi bir ısınma...diye kıvırmaya başladı. "Mesela biz evimizdeyiz ve üşümüyoruz ama sen buraya ait değilsin ve ayak başparmağını hissetmemeye başladın bile."dedi. Gözyuvalarımdan bakarak "Ne saçmalıyorsun sen?" diye olaya dahil oldum. Ayaktaki adam elindeki kitabı bana fırlatıp"Ben senin edebi yanınım,sen bazı şeyler düşünüyorsun,ben ise onları bu odada dile getiriyorum." "O kim?" diye sordum yanımdaki adamı kastederek. "O da senin sorgucu yanın,işi benim fikirlerimi çürütmeye çalışmak,bu yolla senin çürütülemez bir fikir oluşturmana çalışıyoruz." cevabını verdi edebi yanım.Sorgucu olan "İki absürd roman okuyunca götün mü kalktı?" sorusuyla tanımını onayladı bir anlamda.Sırıttım. "Sırıtma la!" dedi edebi taraf üniversitedeki bir hocama fevkaladenin fevkinde benzeyen bir başkomiser edasıyla,biraz da literatüre aykırı olarak. "Biz senin için uğraşıyoruz burada,Dostoyevski okuyarak hayat mı geçer?"diye devam etti. Pek cevap beklemiyordu ama alt kimliklerime ezilemezdim heralde,cevapladım "Peki ne yapayım? Hayatımı turgut özakman'a mı adayayım? Sheakspeare'e başlamıştım bir ara,sonra dedim ki o zaman Proust'u veya Hemingway'i nasıl bitireceğim?Olmaz,hepsine yetişmeye çalışıyorum,ama önce Dostoyevski bitmeli." dedim.Septik yanım "Savaş ve Barış neden birbirinden kalın iki cilt?" diyerek daldan dala atladı. "Bilmem, herhalde onları bitirdiğimde On Emir'i gören Musa'nın aydınlanmasına ve saçlarının aklığına kavuşacağım."yanıtını verdim. Edebiyatın ona gönül verdiği adam "Her neyse,konumuza dönelim.Bak oğlum sen takıldın kaldın klasiklerde,senin okuduğun klasikleri herkes biliyor,oysa edebi tartışmalarda senin adını duymadığın yazarlar ve kitaplar tartışılıyor,biraz onların üzerlerine eğilmeye çalışsana."telkininde bulunda bana."Vay dürzü,kimin aklından çıktığına bakmadan bana yol göstermeye çalışıyor" diye düşündüm. "Zaten o kitaplar benim okuduklarımdan doğmuyor mu?Herkes anladığını farklı cümlelerle ifade etmiyor mu?Edebi tartışmalarda da iki kişi aynı kitapları okuyup bunları birbirlerine çok bir boklarmış gibi satmaya çalışır,uzun uzun saatlerce tartışılır,üçüncü biri 'abi aynı şeyi söylüyorsunuz' nakaratını saatlerce tekrarlar ve aslında bu iki dangalak da aynı şeyi söylediklerinin farkına en sonunda varırlar." diyerek savunmaya geçtim. Fakat ben mi dedim pek emin değilim.Nokta yerine soru işareti kullanan dostum da söylemiş olabilirdi bunu,tam benim düşündüklerimi söylemişti,aferindi ona. "Senin takıldıklarını onlar çoktan bitirmiştir,oğlum."diyerek bir elini 'sen daha uyu' edasıyla salladı. "Kitap bitirilmek için değildir,okunmak içindir,okuduğun zaman hayatında değerli bir zamansa oku,elindeki kitabı bitirip bir diğerine başlamak için değil,yazmak da okumak kadar zor bir iştir,insanı yorar çünkü onu yeniden yapar,pürüzlerini düzeltir,fazlalıklarını alır,her kitapta üstüne çivi vurulan bir heykel gibi.Bu iş artık ortada önceden sütun halinde bulunan bir mermerin,küçük ve garip bir heykelciğe dönüşmesine kadar sürer,siz ona bakar ve bir bok anlamazsınız,sanat deyip geçersiniz."dedim.Titriyordum ve sözcüklerime buhar eşlik ediyordu. "Peki sanat toplum için midir?" diyerek devam etti duvarın dibindeki Socrates."Hayır,bu konuya girmeyelim lütfen"dedim ona ricadan fazlasıyla.Yorulmuştum ve geri uykuya dalmak istiyordum. "Okumamak için bahane üretiyorsun."suçlamasında bulundu bana ayaktaki denyo. "Siktir lan" diye belli belirsiz mırıldandım.Uyandım.

Super Meat Boy



bir japon, iki rus ve bir orkundan daha iyi oynadıgımı bugun tekrar kanıtladım.

Sayfa 22-biraz da 23



sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadığım tüm acıları, yaptığım bütün kötülükleri, pişmanlıklarımı, hatalarımı akla. başına çiçekten taçlar yapayım, sana şiirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördüğümüz eserlerin ne anlama geldiğini açıkla bana, ben başımı sallayayım. ah ben ne aptalmışım! nasıl olup da varlığından kuşkuya düşmüşüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dışında ne anlamı olabilirdi ki? bak şimdi her şey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüşte aşka inanırsın, değil mi sanem? evet, çok doğru. ben de başka türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kuş konar ben seni severim, bir tren yolculuğunda pencereden dışarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait olduğunu bir türlü çıkaramadığım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kuş sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmişizdir de, bir akşam sen çok hoş bir tunik giymişsindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen aşık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden başka hiç kimseye bakmayacağını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edeceğim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçağın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello şahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün şiirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? şarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, güneşler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. şimdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.”

Alper Canıgüz

p.destroyer v.2



Gözüm üzerinizde küçük fuckerlar sizi!