Sniper - Part 7


3 Yıl Önce (2008..)

“ Ne istiyorsunuz benden? “ diye sordu kendine gelince. Gözlerini açmamış olmasına rağmen odadaki keskin kan kokusunu hissedebiliyordu. Tahminine göre teşkilatın işkence yapılan odasındaydı. Bu oda da Artiz’in yaptığı işkenceleri hep merak etmişti. Söylediklerine hala cevap gelmemişti. Rahatsız edici kısa bir sessizlikten sonra gözlerini açtığında karşısında Artiz ve Ziya’yı gördü. Artiz her zamanki gibi siyah gözlüklerini takmış, tahta bir sandalye de oturuyordu. İçinde bulunduğu odayı da doğru tahmin etmişti, gerçekten de işkence yapmak istediği biri olduğunda onu getirdiği teşkilat odasıydı burası, duvarları kanlarla süslenmiş kare bir oda ve içinde odaya göre konumu ortalanmış, işkence yapacağı insanı oturtacağı sandalyeyle birlikte işkence aletlerinin olduğu ufak sehpa. Şimdi o sandalyede kendisi oturuyordu. “ Neden? “ diye sordu Melek, sesi hala soğukkanlı ve sakindi. Sanki o, Artiz ve Ziya’yı yakalamış konuşturmaya çalışıyor gibiydi. İkisinden yine cevap gelmedi. Artizden gözlerini çevirip Ziya’ya bakınca, işkence aletleriyle oynadığını gördü. İşte şimdi korkmaya başlamıştı. Çünkü Artiz’in işkence konusundaki fikirleriyle Ziya’nın bunu uygulayışındaki korkunçluğu tüm teşkilat, hatta diğer teşkilatlar bile bilirdi. “ Ziya abi neden? “ diye sordu, onlardan cevap gelmedikçe, sakinliğini kaybediyordu. Artiz oturduğu yerden “ Önce o değerli tırnaklarını çıkart, sonra başlayalım “ dedi Ziya’ya. Ziya elindeki kıskaçla Meleğin başparmak tırnağını tuttu. Bir saniyeliğine Melek’e baktı, ve çekti.

Altıncı tırnağında Melek artık çığlık atmaya başlamıştı. Elindeki son tırnak çekilirken yarı baygın haldeydi. Hala “ Neden “ diye sayıklıyordu. “ Artık başlayalım “ dedi Artiz ve kapıda bekleyen doktorları içeriye çağırdı.

Bir saat geçmişti, ve bu bir saat sonunda teşkilatın en dayanıklı ajanı olarak görülen Melek, teşkilatta işkence adına kürsüsü olan Artiz’in karşısında sadece ölmek istiyordu. “İnsanlarda parmaklar neden o kadar önemlidir bunu hiç düşündün mü Melek?” dedi Artiz sigarasını yakarken.  “Neden işkence yapılırken, bunun eğitimini almamış insanların bile bilinçdışı bir şekilde parmaklardan başladığını düşündün mü hiç?” diyerek devam etti. Açıkçası Melek’te parmaklardan başlamayı çok severdi ve bugüne kadar bu konuyla ilgili hiçbirşey düşünmemişti, şu anda da bunu düşünmesi imkansızdı. “İnsanlarda parmaklar onlar için herşeydir. Tüm aktivitelerini, yaşamını, herşeyini parmaklarıyla idame ettirir insanlar. Ve bu parmaklara herhangi bir zarar gelmesi durumu bile onları piskolojikman yaralar, ağır bir zarar gelmesi halinde ise o parmaklar işlevselliğini yüzde 70 oranında kaybeder. Bunun tek sebebi girdikleri piskolojik çöküntüdür. Yani senin parmaklarını şu anda tek tek koparıp tekrardan diksek, vereceğimiz zarardan hiçbir iz kalmasa bile o parmaklarla bir daha doğru düzgün bir şey yapamayacaksın.” dedi Artiz, sesi her zamankinden daha yavaş ve sakindi. Ziya ve doktorlar durmuş Artiz’in vereceği komutu bekliyorlardı. “Devam edebilirsiniz” dedi Artiz beklenen emri vererek.

Parmakları kesildikçe, ortaya çıkan sinirler ve kanlar arttıkça Meleğin çığlıkları kulakları sağır edecek boyutlara ulaşıyordu. Her parmağı farklı bir aletle kesiyordu Ziya. Artiz’in başka bir sapıklığıydı bu da. Her alet farklı bir acı yaşatacaktı ona. Bu işkenceyi sadece acı çektirmek istedikleri biri olduğunda yaparlardı. Eline bu sefer kalemi aldı. Uzun uzun kaleme baktı. Artiz’in Melek için özel olarak koydurttuğu bir aletti bu. İlk defa bir kalemle parmak koparacaktı. Meleğe tekrardan bir göz attı Ziya. Onunla birlikte gittiği görevleri düşündü. Ona ilk abi dediği zamanı, onu kızı gibi sevdiği zamanları hatırladı. Ona çektirdiği acı karşısında onun da gözünden bir damla gözyaşı gelmişti. Melek’te Ziya abiye bakıyordu artık, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, yanağından makyajı kendi kanıyla birlikte karışarak akıyordu. Abi yapma artık diyebilecek gücü kalmamıştı, kafasını iki yana çevirdi yalvarırcasına.

Doktorlar tek tek kesilen parmaklara müdahale ettikten sonra, kesilen sol ele müdahele etmekte pek zorlanmadılar. Her parmağın kesiminde  “ Yine bayıldı, adrenalin iğnesini getirin “ dedi doktorların başında duran adam. Odada ki sandalyenin yerinde artık ameliyat düzeneği  kurulmuştu, hem işkence için, hem de o anda müdahale için muhteşem bir ortam hazırlanmıştı.

İkinci saatin sonunda, kol ve bacakları olmayan Melek bir yandan diğer yaraları yüzünden kan kaybediyor, diğer yandan ünite ünite kan alıyordu. Ağaç budar gibi kollarını bacaklarını kesmişlerdi resmen. Artiz altıncı sigarasını yakmış, ortasından tutarak bir dede gibi içmeye devam ediyordu. İkinci nefesini aldıktan sonra, “ Sen Kha’yı harcadın “ dedi oturduğu yerde. Ziya hala ayakta, elinde testereden sonra tuttuğu yıldız başlı tornavidayla komedi filmlerindeki absürt karakterler gibi duruyor, bir yandan da gelecek yeni komutu bekliyor, ‘ Yıldız başlı tornavidayı işkence konusunda kullanmak nedir amınakoyim ‘ diye düşünüyordu. Melek ise işkenceden dolayı hiçbirşey duyamayacak haldeydi. “ Sen beni öldürmeye çalıştın. Sana hiçbir zararım olmadığı halde, seninle hiçbir şekilde yolumuz kesişmeyeceği halde, geldin beni  de öldürmeye çalıştın. “ dedi, sinirlenmişti besbelli. “ Son kısma geçebilirsin artık “ diyerek son komutunu verdi Ziya’ya. Doktorlar geri çekildi, Ziya elindeki tornavidayı bırakarak silahını çekti, susturucusunu taktı ve Meleğin kafasına iki tane sıktı.

Sniper - Part 6

Günümüz (2011) 
“Yeter, dayanamıyorum, yapma artık“ diye bitkin bir çığlık attı Berna. Evimin bodrumundaydık. O bağırdıkça kendimden geçiyor, içimde oluşan o pislikçe coşkuya engel olamıyordum. Berna’nın kıçına soktuğum bira şişesini çıkarttım. Bira şişesini yarısına kadar sokmuştum ve şişenin ucundaki kanı, tanımlayamadığım parçacıkları ve ekstradan bir de domates kabuğunu seçebiliyordum. Şişeyi çıkarmamla Berna’nın, sanki ona hiç işkence etmemişim gibi, ayağa kalkması, bana dimdik ve boş gözlerle bakması bir oldu. Ellerindeki zincirler çözülmüştü hiç anlayamadığım şekilde. “ Eee Amo efendi, şimdi sıra bende “ dedi, elinde bıçak olduğunu tahmin ettiğim bir parıltı vardı. Bir anda karnıma soktu elindeki parıltıyı, hala ne olduğu tam anlaşılmıyordu. “Ahh” diye bağırarak uyandım.
 Ebatları maksimum 6 kişiyi kaldıracak, dikdörtgen biçiminde yapılmış bodrumda Berna’yı zincirlediğim köşenin biraz ötesindeydim. Ona işkence yapmaktan yorulmuş ve uyuya kalmıştım. Berna da yorgunluktan bitap düşmüştü ancak hala oturduğu sandalyede dik durmaya çalışıyor, bana bakıyordu. “ Ziya abinin bu işin içindeki yeri ne? Bana doğruları söylemeden bu acın azalmayacak, işkence konusunda acımasızca bir acemiliğim olduğunu sende biliyorsundur. Şimdi, cevap verecek misin bana? “ dedim, sandalyeye zincirlediğim iki elini ovuşturarak, zincirin eline olan o kesici baskısını ve acısını azaltmaya çalışıyordum. “ Ziya abiyi tanımıyorum, ismen üst kademede biri olduğunu biliyorum. Bana emirleri veren - “ dedi yutkunarak. “ Evet, emirleri veren?? “ dedim merakımı onunda anlamasını belli eder şekilde. “ Melek Hanımdı. Senin artık bu iş için kalifiye olmadığını düşünüyor. Ziya abiyi öldürmeye çalışıyormuş gibi yapma planı da onun fikriydi. Sen, suikast düzenlediğin hedefinin çevresi ve üstleri Ziya abi den şüphelenmesinler diye onu da öldürmeye çalışmış gibi yaptığını düşünüyorsun, ancak bu plan daha önceden de Melek Hanım tarafından uygulandı, bu yaptığın, Ziya abiye de olan suikast denemesi, üst kademelerde senin onun ölümünü istediğin şekilde anlaşılacak, senin ölüm emrini getirecekti, ki nitekim de öyle olmuştur. Melek Hanım da beni oraya koydu işini hemen bitirmem için “ dedi, soluk alışında zorluk çektiğini hissediyordum. Yalan söylüyor olmalıydı, çünkü Melek Hanım 3 yıl önce öldürülmüştü. Ondan sonra, Ziya abi onun yerine geçmiş, artık üst kademenin verdiği görevlerin onun tarafından iletileceğini söylemişti. Beynim zonkluyordu artık, mantıklı düşünme yeteneğimi kaybediyordum. Kızın suratına baktım, acıdan gerçekten bitap düşmüştü ve artık ya ölmek yada kurtulmak istiyordu. Öylece suratına bakınca ne kadar güzel olduğunu tekrar farketmiştim. Onunla delicesine sevişme isteği belirdi zihnimde. Elimi saçına attım. “ Ne yapıyorsun, yeter artık bildiğim ne varsa söylüyorum zaten yapmaa “ diye bağırdı. “ Sadece kontrol ediyorum peruk mu gerçek mi diye “ dedim. Gerçek olduğunu anlayınca, hemen üzerine çullandım. Kendimi delicesine tatmin ediyordum. İşim bitince, saatime baktım. Halletmem gereken diğer işe gecikmiştim. Ufak bodrumdan çıkarak, onu inlemeleriyle ve daha da artan acısıyla başbaşa bıraktım.
Çevirdiğim numara açmayınca, telefonuma tekrar baktım. Yeraltı dünyasında yeni yeni kurulan, süper 3 lü diye isim çıkarmış olan 3 tane katilin oluşturduğu grubun telesekreteri gibi bişiyi arıyordum. Gruplarının ismindeki ergenik tınıyı yeni farkediyordum. Heralde bir grup kurarken, başına süper koyup yanına kişi sayısını koymak pek yaratıcılık istemiyordu. Numarayı tekrar çevirince, bu sefer karşımdan direk cevap geldi; “ Ne var bea “. “ Ppardon, ben Amo, sizinle konuşmak istiyorum. Çok önemli bilgiler var elimde sizin de kullanabileceğiniz, ayrıca bazı şeyler öğrenmem gerekiyor sizden, telefonda söylemem uygun olmaz “ dedim. “ Tamam, 2 saat sonra Beşiktaş sahilinde ol, fazla zamanım yok acele et. “ dedi, konuşmasından adının Şopar olduğunu tahmin ettiğim eleman. Sesimdeki titremeyi iyi ayarlamıştım, bir şey anlamamıştı.
Bir saat sonra arabamı Beşiktaş iskelesinde onun oturacağı en büyük ihtimalli bankın arkasına çektim. Bankı en iyi gören ağaçlardan birinin dibine girip yere çöktüm. Üzerimdeki ayyaş kıyafetiyle hiç de dikkat çekmiyordum. Yaklaşık yarım saat geçmeden, Şopar gelmişti. Sesimdeki titremeden ve konuşmamdan, ona saygı duyduğum ve ondan korktuğum imajını vermiştim ve o da bu yüzden tek başına gelmişti. Ayrıca en son yaptıkları işten sonra, kendilerini yenilmez zannediyorlardı. Bunun da verdiği bir kibir vardı. Tahmin ettiğim banka oturdu ve etrafını kesmeye başladı. Her ne kadar kibiri varsa da, buluşmaya yarım saat erkenden gelip etrafı kontrol etmekten geri de durmamıştı. Onun 4-5 metre arkasındaki ağacın dibinde, bir elimde şarap şişesi, diğerinde cebimde tuttuğum silahım bekliyordum. Buluşma saati gelince, silahımı cebimden çıkarıp namlusunu Şopar’ın ensesine doğru nişanladım. Ateşlediğimde gelen ‘pıt’ sesi ve Şopar’a değmesiyle, zıplaması bir oldu. Yaklaşık 3 saniye sonra, şopar ensesine yediği bayıltıcı iğneyle yere yığılmıştı. Hemen gittim yanına ve bir kolundan girip onu arabama doğru taşıdım. Sahilde bizi görenler iki ayyaş zannedeceklerdi, ki Şopar da büyük ihtimalle en son buraya gelmeden önce içiyordu. Nefesi yüzünden bende iki saniyelik bi durgunluk ve bayılma tehlikesi geçirmiştim. Ancak onu arabamın bagajına atmayı başarmıştım ve bunu yaptığımda, evde yine nasıl sapıkça bir şenlik çıktı diye sevincimden yerimde duramıyordum.