"Bu kitapta anlatılan bütün olaylar doğrudur. Ancak hiçbiri henüz gerçekleşmemiştir".
Murat Menteş
Abilerim ablalarım ve de pek kıymetli kardeşlerim. Geçen gün halı saha maçından sonra Deniz başganla Taksim'de bira içiyorkene masamıza, inanır mısınız, 3 adet "yabancı" hatun geldi. Maçtan çıkıp direktman Taksim'e gittiğimizden dolayısıyla inanılmaz pis kokuyorduk. Alkolü de vücudumuza zerk ettiğimiz için hafiften sarhoş olmaya başlamış, son derece leş insanlar olup çıkmıştık. Gece hayatında "ikimize üçünüz" gibi bir kombinasyon icat olunmadığı için de, muhabbetimiz taksim sınırlarında sınırlı kaldı. +18 fantezi dünyalarını genişletmek isteyen okurlar DNS ayarlarını değiştirmekle uğraşabilirler. Neyse işte, yabancılarla beraber raki'yi ve şiş kebab'ı övdükten sonra konu İstanbul'un eşsiz boğaz manzarasına geldi. Tabi durum böyle olunca biz de cümlelerimizin arasına liseyi Kabataş'ta okuduğumuz bilgisini sıkıştırmadan edemedik. Ve en az iki yatılının bulunduğu bir ortamda Kabataş kelimesini takriben otomatikman açılan yatakhane muhabbetini de ilk kez es geçmiş bulunduk. Anılarımızı, sanki her sabah iPod'dan klasik müzik dinleyip boğaza bakarak kahvaltı ediyormuş ve arada bir de boğaz havasını içimize içimize çekiyormuşçasına değiştirip, o şekilde anlattık. Geçmişimizi fütursuzca silip atmanın verdiği ızdırabı ise küçücük ve acınası umutlarımız yüzünden sineye çektik. Biz böyle coştukça coşarken fark etmeden de olsa yarattığımız insan profilinin alt yapısında denizsiz bir hayatın düşünülemez olduğu fikrini doğuruyorduk. Bu durumu yabancı kızlar da fark etmiş olacaklar ki "Siz şimdi nerede oturuyorsunuz?" sorusunu yönelttiler. Deniz belli belirsiz, öksürükle karışık bir "Halkalıeağh" dedi. Bense, başka ortamlarda Esenyurt'ta oturduğumu gururla söyleyen bense, başımı öne eğip "Beylikdüzü" diye fısıldadım. Bizden Sarıyer, olmadı Ortaköy, hiç olmadı Üsküdar cevabı bekleyen kızlar burun kıvırdı, omuz silkti ve gözlerini devirdi. Ben hemen bu noktada haneme +1 puan yazdırıp Deniz'in önüne geçmek için "Aslında ailem Beylikdüzü'nde oturuyor, ben Mecidiyeköy'de oturuyorum" dedim. Ulan bari yalan söyle, Mecidiyeköy ne! Yeterli etkiyi yaratamadığımı fark edince "Ama Beşiktaş'ta oturan arkadaşlar var, arada onlara kalmaya gidiyorum. Orada da deniz manzarası var" dedim. Gene olmayınca son bir umutla "Beşiktaş Mecidiyeköy'den tek otobüs" diye ekledim. Ama işte olmayınca olmuyormuş demek ki. Kızlardan biri "Neden sahil şeridinde bir evde oturmuyorsunuz ki?" diye sordu. İngilizce konuşuyoruz tabi. "Oralarda manzara mükkemmel (perfecto)." Hay sikeyim ne boğaz manzarasıymış arkadaş! Kaç yıl oldu ben Kabataş'tan ayrılalı, hiç özlemedim deniz havasını. Benim derdim niye bu kızları gerdi ki şimdi. Deniz tabi anarşist, daha fazla dayanamadı ve haykırdı: "Ulan bizim aklımıza gelmiyor mu Sarıyer'de oturmak, akşamları rakı balık için restorana gitmek, arabayı park etmesi için valeye 10 lira bahşiş vermek!" Deniz, dostum, hayallerinde bile bahşiş olarak 10 lira veriyorsun. Versene 50 lira, cebinden mi çıkıyor? Ama Deniz bunları düşünecek durumda değildi. "Biz de mi çalıp çırpalım! Orada oturanlar o evleri bileklerinin hakkıyla, alınlarının teriyle mi aldılar sanıyorsunuz! Onlar suskun, onlar hayın, onlar çıyansı!" Çıyansıyı İngilizce nasıl söyledi şu an tam hatırlayamıyorum ama önemli olan da bu değil zaten. Güzel yerden yakalamıştı Deniz. Ne yapalımdı yani. Bir burjuva edasıyla deniz olmadan yaşayamam triplerine mi girmeliydik. Sikerimdi böyle işi. Hem bozkır havası zordur, zor insanlar yaratır. Bir devrim çıkacaksa bu topraklardan çıkacaktır şüphesiz. Tabi yabancının pek umurunda olmayan şeyler bunlar. Konuyu "Bir Zamanlar Anadolu'da"'nın çok güzel bir film olduğu fikrinde uzlaşarak kapattık. yabancılar gene anlamadı...